Ara

Hesâba Çekilmeden Önce Kendimizi Hesâba Çekmek

Hesâba Çekilmeden Önce Kendimizi Hesâba Çekmek

Fırsatlar dünyâsında yaşıyoruz. Allâh’ın bize sunduğu yaşam kredisini kullanıyoruz. Yaşam serüveni su gibi akıp gidiyor. Bâzen farkında olarak bâzen de farkında olmayarak bu fırsatları kaçırıyor, sonunda eyvah demek zorunda kalıyoruz. İnsan olarak geçen bu ömrün bir gün hesâbını detaylı bir şekilde vereceğiz. Uhdemize tevdi kılınan nimetlerin hakkını verip veremediğimizden sorgulanacağız. Hayatta rastlantıya ve tesâdüfe yer yoktur. Dünyâ hayâtı kazananlarının ve kaybedenlerin olduğu fırsatlar dünyâsıdır.

Modern çağda insanlık kuru kalabalıklar arasında kendisini kaybetmekte, aklının ve idrâkinin değil arzu ve heveslerinin peşinde ömrünü tüketmektedir. Materyalist,  kapitalist, hedonist, seküler ve egoist yaklaşımlar indirgemeci bir zihniyetle bohem hayâtını öngörmekte, tüketim çılgınlığını ortaya çıkarmakta, değerleri örselemekte ve insanlığın hüsrânını sağlamaktadır. Tûl-i emeller, bitmek bilmeyen ihtiras ve tutkular, doymak bilmeyen iştahlar kavgayı, şiddeti, fırsatçılığı ve menfaat çatışmalarını körüklemektedir. Beyhûde, çıkarcı, bencil ve hedonist yaşamlar ıstırapları ve acıları berâberinde getirmektedir.

İnsanoğlu başıboş bırakılmadığına, bu dünyâya çivi çakmaya gelmediğine, Allâh’ın sunduğu tüm nimetlerin elbette bir gün hesâbı sorulacağına göre bugün insanlık neden bu kadar çılgınlaşıyor o halde? Yegâne sebep inanç boşluğunun yaşanmasıdır. Yaşanan bu inanç boşluğu sebebiyle de insanlar Yaratan’ın varlığını ve hâkimiyetini benliğinde hissedememekte, hevâ ve heveslerinin kurbânı olmakta, hayâtın seyrini okuyamamakta ve sonlarını düşünememektedirler.

Seküler zihniyetlerin esir aldığı modern insanı gaflet ve ihânet çukurundan çıkaracak olanlar uyanık ve farkındalık bilincine sâhip erdemli şahsiyetlerdir. İnsanlık için çıkarılan hayırlı bir ümmet olarak Müslümanların kuru kalabalıkların çıkmaz sokaklarına katılmadan uyanış rûhuna sâhip olmaları, dâvet sorumluluğunu kuşanmaları, kendilerinden beklenilen rahmet elçileri olma görevini îfâ etmeleri âcil eylem planıdır. Müslümanlar insanlık aşının tuzu mesâbesindedir. Müslümanların asâletlerini kuşanması, kimliklerine sâhip çıkması ve inandıkları değerleri ferd ve toplum planında yaşanır ve görünür kılmaları gerekmektedir.

Nefislerine zulmeden, kendilerini unutan ve sözde Müslümanım diye geçinen zümrelerin umûdu da hiç şüphesiz hayırda yarışan ve önde giden sâlih, sâdık, muttakî, muhsin, mütevâzi, âlim ve ârif şahsiyetlerdir. Ümmetin âlimleri ilimlerinin hakkını vermek, ilimlerini sâlih amellerle perçinlemek, eylemlerini ihlâsla taçlandırmak, ömürleri boyunca uyanık ve gayretkeş olmak durumundadırlar. 

Kendini kurtaramayanın başkasını kurtarması, kendi nefsini hayra kanalize edemeyenin başkalarına iyilikte bulunamayacağı, kendisini geliştiremeyenin bir başkasını geliştiremeyeceği bir gerçektir. Öyle ki nâkıs insanlardan kâmil işler çıkması muhâldir. Kendini bilmeyen, idrâk edemeyen, aklını kullanamayan, kendisiyle barışık olamayan başkalarıyla iletişim de kuramaz.

Hayattaki başarıların sırrı, düşünce ve eylemlerin bilançosunu çıkarmaya bağlıdır. Hayatta atılan adımlarımızın birbirini tamamlamadığı, her bir adımda bir sonrası hesap edilmediği sürece geriye ket vurmak kaçınılmaz bir kaderdir. Otokontrol sistemi, kişinin kendi özeleştirisini yapabilmesi ve nefsini kontrol altında tutması kendisini taşkınlıktan ve yıkılmışlıktan koruyacaktır.

Hesâba çekilmeden önce kendini hesâba çekemeyenler Mahkeme-yi Kübrâ’da işlerini âsan kılamayacaklardır. Hz. Ömer’in âdeti gereğince “Bugün Allah için ne yaptın!” uygulamasını şiâr edinmedikçe gününü anlamlı kılamayacaktır. Neler yaptıklarımız kadar işlerimizi nasıl gerçekleştirdiğimiz de bir o kadar önemlidir.  

Dünyâ hayâtı ihmâl edilecek, gafletle geçirilecek, telâfi edilebilecek bir arena değildir. Hayâtın her ânı anlamlı ve hesâbı verilmesi gereken bir zaman dilimidir. Müslümanın hayâtını, işlerini ve vazîfelerini öteleme hakkı yoktur. Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan ve haykırmamız gerekirken ölüm sessizliğine bürünmemizden hesâba çekileceğiz. Mazlumların hakkını koruyamayışımız, fukarânın ihtiyâcını gideremeyişimiz, gariplerin yuvasını kuramayışımız, neslimizin iffetini koruyamayışımız, dostlarımızın güvenini kazanamayışımız, Allâh’ın hukûkuna riâyet edemeyişimiz hesâbı çetin olan vebâllerimizdir. 

Hayâtın anlamını sorgulayan sûfîler hayâtı anlamlı kılmanın azmine bürünmüşlerdir. Zamânında îfâ ve edâ edemedikleri farz ibâdetlerinin telâfisi için canhıraş çaba sergilemişler, hatâlarına ağlamışlar, ihmâllerine dövünmüşler, eksikliklerini telâfi için erkenden yola koyulmuşlardır. Farz ibâdetlerini veya üzerindeki vecîbeleri yerine getirme konusunda hassas davrandıkları gibi işledikleri amellerin katma değerini de sorgulamışlardır. Amellerine nefsânî duygularını karıştırmanın, ibâdetlerine riyâ bulaştırmanın, gizli şirke düşmenin, iyiliklerini pazara çıkarmanın, şöhret ve nam peşinde koşmanın tehlikesine dikkat çekmişlerdir. İyiliklerini gizleyip kötülüklerini gündeme taşımışlardır. Melâmî meşrep tavırlarıyla aslâ nefislerine pâye vermemişler, kendilerini temize çıkarmamışlar ve amellerine güvenmemişlerdir.  

Tasavvuf erbâbı kendi nefislerini bir üstâdın nazarında kıvâma erdirmişler, bir bilene sormuşlar, ihvan olarak birbirlerinin ayaklarının kaymamasına çaba sarf etmişler, dillerinin sürçmemelerine özen göstermişlerdir. İlâhî cemâl tecellîsine mazhar olmayı dileyen sûfîler, gönüllerini nazargâh-ı ilâhî kılmaya çalışmışlardır. Amellerindeki ihlâsı kontrol ettikleri kadar düşüncelerini de ıslâh etmeye, hattâ niyetlerini bile kontrol etmeye özen göstermişlerdir.

Bilhassa Nakşbendiyye zümresinin her gün gerçekleştirdikleri ölüm râbıtası dervişin kendisiyle yüzleşmesidir. Ölümü gündemlerinden düşürmeyen dervişler, ölüm sonrasına hazırlanmanın derdine düşmüşlerdir. Tasavvuf erbâbı âhiret kaygısını, âhiret endişesini, âhiret hazırlığını ve âhiret inancını ciddiye almışlardır. Cennet ve cehennemi hak, ölüm ve kabir hayâtını vâkıa, mizan ve terâziyi gerçek, sırat ve kıyâmeti dehşet olarak göre sûfîler, ölmeden önce ölme deneyimini gerçekleştirmişler, ölüme hazırlık faaliyetine koyulmuşlar ve bunu da belli bir program dâhilinde icrâ etmişlerdir.

Bir ticârethânenin girdisi ve çıktısı, bir eğitim faaliyetinin öğrenim çıktıları, bir başarı belgesinin hazırlık serüveni olur da hayat sermâyesinin hesâbı ve kitâbı yapılmaz mı? 

Yaşanan her günün kazancı veya kaybı hesaplanmaz mı?

İki günü birbirine eşit olan ziyandadır nebevî ölçütü hiç unutulur mu?

Tasavvuf nedir sorusuna; “Tasavvuf, şerefli bir zamanda, şerefli bir insandan, şerefli bir toplulukla bulunurken zuhûr eden, şerefli huylardır.”1 diyen meşhur sûfî Muhammed b. Ali el-Kessâb’ın çağrısına uyarak dervişin gününü zirve yapması, bir amelle yedi yüz katı sevap kazanmanın, amellerini boşa çıkarmamanın ve hayâtını verimli geçirmenin derdine düşmesi gerekmektedir.

Zaman kısa ve yol uzundur. Hayat yolunun harâmîleri her an yolumuza tuzak kurmaktadır. Bin bir emekle ördüğümüz hayat kilimimizin ilmiğini bir anlık gafletle çözmek ve desenlerini bozmak gündemimizi oluşturmalıdır. Ne oldum değil ne olacağım endişesi, âkıbetimizin nasıl olacağı kaygısı bizi uyanık olmaya, hassas davranmaya ve her zaman daha kaliteli bir yaşam sürmeye sevk etmelidir. Kendisine saygısı olan kendisini ebedî azâba düçar kılmamalıdır. Artık kendimize sâhip çıkmanın zamânı gelmiştir.

Sûfîlerin ânı muhafaza etmek, alınan ve verilen her nefesin hakkına riâyet etmek, işlenen günâhın küçüğüne veya büyüğüne bakmadan kime karşı işlendiğine dikkat etmek, kurb-ı ferâiz ile Allâh’a yaklaştıracak farzların hakkını vermek, kurb-ı nevâfil ile kurbiyet makâmına erdirecek sevaplı işlerin icrâsına koyulmak, her bir vazîfenin hakkını vermek, aramızdaki hukûka her an riâyet etmek, Allâh’ın sevgisini kazandıracak adımları atmaya çalışmak aldıkları muhasebe eğitiminin en temel göstergeleridir. 

Nefsini hesâba çeken, amellerini muhasebe eden ve kendi gerçekliğinin farkında olanlar ağızlarından çıkacak sözlere dikkat ederler, dillerine hâkim olurlar, kalplerinde kin ve garaza yer vermezler, gaflet, dalâlet ve ihânet girdâbına düşmezler, beyhûde bir yaşam sürmezler, kendilerini rahata alıştırmazlar, istikbâli kazanmanın derdine düşerler, sorumluluklarından kaçmazlar ve Allâh’a lâyık bir duruş sergilerler.

Sonuç olarak; 

Ben kimim? 

Neden bu hatâları işledim?

Kendimi nasıl düzeltebilirim?

Eksikliklerimi nasıl telâfi edebilirim?

Başkalarından nasıl helâllik dileyebilirim?

Kırıp döktüklerimi nasıl tâmir edebilirim?

Allâh’ın huzûruna temiz bir yüzle nasıl varabilirim?

Amel defterimi sevap hânelerimle nasıl kazançlı hâle getirebilirim?

Nefsimi ileri düzeyde tezkiye edilmiş hâle nasıl getirebilirim?

Neden daha çok çalışmalıyım?

Neden benden imdat bekleyenlerin çağrısına tez elden kulak vermeliyim?

sorularını kendilerine soranlar muhasebe bilincine sâhip olanlardır. Ümmet bizden sorumluluğumuzu kuşanmamızı bekliyor. Gönül coğrafyamız bizden gönül dünyâmızı kocaman açmamızı bekliyor. Mazlum ülkeler bize hatâ yapma lüksümüzün olmadığını öğretiyor. O halde herkes gayret kemerini kuşanmalı, silkinmeli, dirilmeli, koşmalı ve Rızâ-yı Bârî’yi elde etmeye çalışmalıdır. Bu hedefe engel olan nefislerimizi ıslâh etmeli, bizi yolumuzdan alıkoyan ins ve cin şeytanlarını kovmalı, düşmanlarımızın saldırılarını püskürtmeli, coğrafyamızı merhamet diyârına dönüştürmeli ve muhasebe eğitimini her dâim canlı kılmalıyız. 

Dipnotlar:

1 Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma’ fî tarihi’t-tasavvufi’l-İslamî, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 2001, s.45; Abdu’l-Kerim b. Hevâzin Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye fî ilmi’t-tesavvuf, Daru’l-Hayr, Beyrut 1993, s.280.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak