Ara

Hayâtı Ölümle Anlamlı Kılmak

Hayâtı Ölümle Anlamlı Kılmak

Hayat ve ölüm, insanın anlaması, anlamlandırması gereken iki temel meselesidir. Aslında insan, bunu yapmaya çalışmıyor değildir. Ne var ki bakış ve yaklaşım tarzı sorunlu olunca ne hayâtı ne de ölümü olması gerektiği gibi anlamlandıramıyor. Burada temel sorun, insanın dünyâ hayâtının öncesi ve ölüm sonrası hakkında sahih bir anlayışa sâhip olamamasıdır. Çünkü var oluşu “Bezm-i Elest”den başlatmaz, ölümü de geldiğimiz yere geri dönmek olarak görmezsek dünyâ, doğumla ölümün sınırlandırdığı bir alana ve anlama bürünüyor. Hayat, öncesini ve sonrasını yok görünce insana yaşama tadı vermiyor, ölüm de korkulacak bir olay hâline geliyor.

Modern insan bundan dolayıdır ki bunalım içindedir. Bu yüzden tatminsiz, mutsuz, ne yapacağını bilmez halde ömrünü geçirmeye çalışıyor. Geçici keyif aldığı durumlarda da bu keyif bozulmasın diye ölümü görmezlikten geliyor, onu hatırlatacak her şeyi hayâtından uzaklaştırıyor. Mezarlıkları bunun için yerleşim alanı dışına çıkarıyor. Dahası ölüme tıbben çâreler aramak gibi nâfile bir uğraşının içine bile giriyor. Modern insanın bu çıkmazı ölüme farklı bakan bizim gibi toplumları da etkiliyor. Ölüm bizi de korkutuyor, ürkütüyor ve onu unutmak için bütün zamanlarımızı çeşitli meşgalelerle doldurmaya çalışıyoruz. 

Oysa ölümü böyle algılamayan bir kültürden geliyoruz. “Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedî varsın” diyen ses bu topraklarda yetişti. Ölümü “düğün gecesi” gören anlayış bu iklimde yeşerdi. İlkbaharla dirilişin, sonbaharla ölümün derslerini öğreten bir eğitim anlayışımız vardı. Bu anlayışa göre ölüm yok oluş değildi, ölen de yok olmazdı. Beden toprağa karışır, ruh ise sonsuzluğa kanatlanır, geldiği âleme geri dönerdi. Mezarlıklarımız ise hayâtın bir parçasıydı. Ziyâretler eder, bizden bedenen ayrılanlarla sohbetler ederdik. Yahya Kemal’in dediği gibi biz ölülerimizle birlikte yaşardık. Hele ziyâret ettiğimiz bir ermiş mezarı ise ölüm daha da güzelleşirdi gözümüzde. 

Ölüme böyle baktığımız için de hayat da anlamlıydı. Onu bize verilen bir emânet bilip kıymetini takdir etmeye, güzel işler yaparak güzel yaşamaya çalışırdık. Bu yüzden mutluyduk. Bunu geçen yıl Kayseri’nin bir köyünde bir nine bana bir kez daha öğretti. Ah o bilge nineler, dedeler. Kitâbı okumamış ama kâinat hitâbını hıfzetmiş bilgelerdi. Bana “nasılsın?” diye sorduğumda demişti ki: “Ne olsun evlâdım. Emâneti taşıyoruz işte. Geldik gideceğiz. Vaktimizi bekliyoruz.” 

Hayâtı, canı, bedeni emânet bilmek, ölümlü olduğunun bilgisi ve bilinci içinde olmak doğal olarak her ânı ve her şeyi bu emânetlerin asıl sâhibiyle münâsebet hâline götürüyor insanı. Böyle olunca da ekmek, nimete; yağmur, berekete; hayat, imtihâna dönüşüyor. Ağaca ağaç, kuşa kuş demenin ötesinde bir anlam dünyâsının içine giriyoruz. Her şeye karşı sorumluluk hissiyle kuşatılıyor insan. Yine aynı günün gecesinde karşılaştığım bir dede de göğü çiçek bahçesine çeviren yıldızlara bakıp “Seni seviyorum, her şey Sen’den ve Sen’in” diye sesleniyordu Rabbine. Bu da her şeyde Allâh’ı tefekkür etmenin, O’nun tecellîlerinin farkında olmanın bir örneği idi.

Yiğit, düştüğü yerden kalkar derler. Mâdem ki biz bu topraklarda böyle bir dünyâyı yaşadık, böyle bir anlayışı benimsedik; böyle insanlar buralarda var oldular, öyleyse kimliğimize dönüp yeniden hayâtı ve ölümü birlikte -ama öncesi ve sonrasıyla- ele alarak yaşamanın imkânlarını bulmalı, bu konudaki bilgiyi içselleştirmeliyiz.. Aksi takdirde batının, hayâtı olması gerektiği gibi anlamlandıramamaktan doğan bunalımı bizi de bütünüyle kuşatacak ve bunun acı sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağız demektir. 

Bu konuda Yûnus Emre’nin söyledikleri bile tek başına bu konuda bilgi ve bilinç sâhibi olmak için yeterlidir aslında. Ölüm, bilindiği gibi Yûnus Emre şiirinin en temel konularından biridir. Yûnus Emre “Milk-i bekadan gelmişim” derken geldiği yerin, “Fânî cihânı neylerem” derken dünyânın geçiciliğinin, “Ölür ise tenler ölür canlar ölesi değil” derken rûhun beden kafesinden çıktıktan sonra hürriyetine kavuşup geldiği âlemde var olmaya devâm edeceğinin bilgisini öğretir bize. Ayrıca bu söyleyiş ölümü korkulacak bir olay olmaktan da çıkarır. Bütün bu söyleyişler, elbette hayâtı dışlayıcı ifâdeler değildir. Burada söylenilmek istenen hayâtın ölüm bilinciyle asıl mânâsını kazanıyor olmasıdır. Kısacası hayat, aslında sonunda ölüm olduğu için güzeldir. Bundan dolayıdır ki bize dünyâda hep güzel ve hayırlı olan işler öğütlenir. Bunlar sevmek, hoşgörülü olmak, sabır, çalışma, gafletten uzak durma şeklindeki bizi dünyâ hayâtında diri tutan özelliklerdir.

Hayâtı ve ölümü anlamlandırmada gaflet meselesi de bir hayli önemlidir. Çünkü gaflet, geldiğimiz ve gideceğimiz yer hakkında unutma hâli içinde olmaktır ki bu da insanın en büyük felâketidir. Zîrâ bu unutma hem Allâh’ı hem de insanı yücelten, değerli kılan her türlü kıymetle ilgilidir. Yûnus Emre, bunun farkında biri olarak ölüme bu açıdan da bir imkân ve nimet olarak bakar. Ölüm, bu anlamda bir uyarıcıya dönüşür. Bu uyarıyı veya îkâzı ise insan en çok mezarlıklarda hisseder. Onun:

Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin bakıp göricek bunları
Şunlar ki çoktur malları gör nice oldu halleri
Son ucı bir gömlek giymiş onun da yoktur yenleri 

Dörtlüğüyle başlayan şiiri bu mânâda tam bir îkaz metnidir. Bu şiir bizi özellikle dünyâ hayâtının bize ölümü unutturmaya çalışan yönleri konusunda uyarır. Hayatta mala, mülke, makâma vb. aldanmamamızı öğütler. Zîrâ bunların hiçbiri kalıcı nitelik taşımaz. Öyleyse varoluş, bunlarla anlamlı değildir. Var olmanın sebebi Allâh’ı bilmektir. Bu da insanın kendini bilmesinden geçeceğine göre kendini bilen insan; insan nedir, hayat ve ölüm nedir gibi temel sorularına sahih cevaplar verebilen varlıktır. İnsan bu sahih cevaplara sâhipse o zaman bedeniyle “madde âlemi”nde yaşasa bile, rûhuyla “mânâ âlemi”nde yaşar ve Yûnus Emre’nin ifâdesiyle “İki cihan seyrini cümle vücudda” bulur. Meseleye böyle bakınca da her şey Allâh’ı hatırlatır. Gafletten uzak kalırız. Ölüm, korkulacak bir konu olmaktan çıkar. Zîrâ ölüm o zaman “yokluk” anlamına gelmez. Daha doğrusu ölümü ölmeden önce yaşar. Allah bilgi ve bilincine bu dünyâda ulaşır. Çünkü geçen gün ömürdendir. Yol, ölüme götüren bir yoldur. Öyleyse onu bir gelecek olarak algılamak, ‘her an için bu yolculuğun son durağına gelebiliriz’ şeklindeki bir anlayışla ona hazır halde olmak demektir. 

Hayâtı da ölümü de bu şekilde algılamak elbette sâdece kitâbî bilgilerle olacak bir iş değildir. Zîrâ her insan az çok bu bilgilere sâhiptir. Mesele bu bilgilerin içselleştirilmesi meselesidir. Bu içselleştirme tekrar belirtmek gerekirse varlığın doğumla başlamadığını, ölümle de bitmediğini anlamaktan geçmektedir. Burada tekrar hayâtın anlamına dönecek olursak şunu da eklemek gerekir: Yaratılış, boşuna yâni anlamsız değildir. Dünyâ hayâtına gelişten maksat, buradaki deneyimlerle olgunlaşmak, böylece imtihânı başarmaktır. Bu bilgi ve bilinci muhafaza için de aslında yine Yûnus’un bir şiirinde söylediği “Yûnus, sen bu dünyâya niçin geldin?” sorusunu hep akılda tutarak yaşamak yeterlidir.

Bu bağlamda Yûnus’un “Benüm burada karârım yok, ben bunda gitmeye geldim” mısrâı ile başlayan şiiri aslında her şeyi özetlemektedir. Buna göre, dünyâ pazar yeridir. Kişi, bir bezirgân gibidir. Metâını alana satmaya gelmiştir. Gelişin temel gâyesini ise şu mısralar ortaya koyar: 

Ben gelmedim dâvî için benim işim sevi için
Gönüller Dost evi için gönüller yapmaya geldim 

İşte insanın meseleye “gönül” olarak bakması hayâtı anlamlandırması açısından çok önemlidir. Buraya geliş amacımız dâvâ (iddia), kavga değil sevgidir. Sevginin evi ise gönüldür. Burası Dost (Allah) içindir. Gönül yapan, maddeye değil manaya önem veren insan bu dünyâda yaşasa da hep ötelerin hasreti içinde olur, sonsuz yurduna gitmek için burada bir yolculuk serüveni yaşar. Tasavvufun seyr ü sülûk yâni yolculuk olarak nitelendirilmesi de zâten bu yüzdendir. Mâdem ki bir yolculukta yolcuyuz, öyleyse gideceğimiz yere eli boş gitmek olmaz. Oraya insandan bu dünyâda beklenen olgunlaşmayı tamamlayıp gitmek gerekir. Bu olgunlaşma ise bir kez daha söyleyecek olursak Allâh’ı bilme meselesidir. 

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak