Ara

Gönül Şehrinin Huzur ve Sükûnete Açılan Kapısı: Nefs-i Mutmainne

Gönül Şehrinin Huzur ve Sükûnete Açılan Kapısı:  Nefs-i Mutmainne
Kur’ân-ı Kerim’de ‘Ey huzura eren nefs!’1 şeklinde hitâb edilen ve Hz. Peygamber’in (sav) ‘Yâ Rabbi senden itmînâna ermiş bir nefs istiyorum2 duâsıyla ideal bir hedef olarak mü’minin ulaşması istenen nefs mertebesine ‘nefs-i mutmainne’ denir.3 Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan bir sâlikin kalbi, nurlanmasını tamamlamış bir kalptir. Bu kimse kötü özelliklerden kurtulmuş ve güzel ahlâk ilkeleriyle bezenmiş bir karaktere ulaşmıştır. M. Ali Aynî’nin ifâdesiyle ‘Eğer nefis şehvânî nefsin hükmünden büsbütün çıkıp kulluk makâmına varmış ve ıstırâbı dinip şehvânîliği büsbütün unutmuşsa bu nefse nefs-i mutmainne denir.’4 Sadâkatle bağlı kalarak ve gereklerini yerine getirerek5 bu mertebeye ulaşan sâlikin rûhunun ilâhî aşk ve mânevî harâret sâyesinde nefste var olan soğukluğu gider ve bâtın nurlanır, melekût âlemini müşahede edebilecek duruma gelir.6 Sûfîler, ‘mutmainne’ mertebesinde sâlikin ‘Hakk’ ismiyle meşgûl olduğunu söylemiştir. Onlara göre bu mertebede sâlik, bâzen irâdesi dâhilinde bâzen de irâdesi dışında kalben zikre devâm etmektedir.7 Diğer nefs mertebelerinde olduğu gibi mutmainne derecesinin de iki yönü olduğundan bahseden sûfîler, bu sebeple sâlikin gayretle yerinde saymadan sürekli bir ilerleme hâli içerisinde olması gerektiği konusunu gündeme getirmişlerdir. Hz. Mevlânâ, mutmain nefsin akabinde ulaşılacak ‘râzıyye’ mertebesine ulaşması noktasındaki önemine şu şekilde işâret etmiştir: ‘Kul nefsini, nefs–i mutmainne makâmına çıkarırsa kendisine cennet yolu açılır. Bir de cennet yolu ile birlikte cemâlullâh yolu vardır. Cennet yolunu kazanan, sonrasında cemâlullâh yoluna girer. Bir mü’min cemâlullâh yolunda nefsini nefs–i mutmainneden geçirip nefs–i râzıyye makâmına ulaştırırsa, nefsin bu makâmında yüce yaratıcının her türlü kazâ ve kaderine râzı olur, ölmeden önce ölenlerin sırrına erer.8 Mutmainne mertebesinde sâlikin hâlini ‘toprak’a benzeten sûfîlere göre sâlik bu mertebede insânî rûha ulaşıp sükûnete erdiği için Allâh’ın emri dışına çıkmaz ve bu nedenle toprak metaforu ile anılır.9 Sûfîler, nefs-i mutmainne makâmının seyrinin ‘seyr meallah/Allah ile berâber’, âleminin ‘hakîkat-i Muhammediyye’, mahallinin ‘sır’, hâlinin ‘vuslat’ ve nûrunun beyaz10 olduğunu ifâde etmişlerdir.11 Nefs-i Mutmainne Mertebesinde Sâlikin Bezendiği Ahlâkî İlkeler ve Dikkat Etmesi Gereken Bâzı Hususlar Sûfîler, sâlikin bu makamda beşerî sıfatları ehadî sıfatlarda yokedip (ifnâ) ahlâken ilâhî sıfatlarla muttasıf olduğunu söylemişlerdir.12 Hacı Bektaş-ı Veli’nin ifâdesine göre mutmainne derecesindeki sâlikin şu on makâmı katetmesi gerekmektedir: Fakirlik, sabretmek, âdil olmak, insaflı olmak, ilim, rızâ, tahkik, kesin olarak bilmek, ahid ve vefâ.’13 Son dönem mutasavvıflarından Mehmet Zahit Kotku ise mutmainne mertebesinde sâlikin amel, tevekkül, açlık, riyâzet, ibâdet ve tefekkür hasletlerine sâhip olması gerektiğini belirtmiştir.14 Receb-i Sivasî ise bu mertebedeki sâlike bâzı uyarılarda bulunmuştur. Ona göre sâlik mutmainne mertebesinde üzerine ay, güneş ve diğer aydınlatıcıların doğduğu ve beyaz ata binen kimseleri görme gibi haller yasayabilir. Sâlik bu mertebede göründüğü şekliyle yorumlanmaması gereken elin kesilmesi ve dişlerin sökülmesi gibi bâzı haller yaşayabilir.15 Sivasî gibi Necmüddin Dâye de sâliki bâzı konularda uyarmıştır. Buna göre sâlik, mutmainne mertebesinde cezbe kemendiyle şevkin galebesiyle meczupların durumuna düşmemelidir.16 Sivasî’nin açık bir şekilde dile getirdiği gibi sâlik bu mertebede Hallac-ı Mansur’un durumuna düşerek ‘Ene’l-Hak’ gibi sözleri zikretmekten uzak durmalıdır. Çünkü bu mertebede sâlikin aklı hayrete düşmektedir ki onun dînin zâhirine ters/zıt sözler sarfetmemesi için şeyhi bir an olsun sâliki gözetimden ayırmamalıdır. Bu ve benzeri mânevî sarhoşluk hallerine/sekr hallerine sâlik, mürşidinin sözünden çıkmadan karşı koymalıdır. Receb-i Sivasî şu can alıcı örnekle sâlikin bu hâlini izah etmeye çalışmıştır: ‘Bu durumda bâzıları kendilerine galebe çalan halden dolayı şatahatlarda bulunabilir. Bu ismin gereği el-Mansur b. Hallac’ın ‘Ene’l-Hak’ demesi gibidir. Bu halde (kişi) kendisine doğru yolu gösterecek, mümkün mümkündür, vâcip vâciptir diyebilecek donanımlı bir mürşide ihtiyaç duyar. مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ 17 (Şeyh), firkat suyu ile müridin harâretini soğutur. Sarhoşluğun etkisiyle (mürid) sayha atar ve kendisine geldiğinde bu şatahatlarından dolayı tevbe eder. O, ateşe atılan simsiyah bir demirin kirinden pasından kurtulması için ustanın talebelerine körüğü üflemelerini emrettiği gibidir. Bu demir öyle bir kızarır ki kendisinden siyahlık gider ve usta demirin soğutulması için etrafının soğutulmasını emreder. Bu demir lisân-ı hâli ile sanki ‘Ben ateşim, ben ateşim. (Hele bir) şu harâretime ve kıvâmıma bir bakın’ der. Ustası ise, ‘Hayır, hayır kesinlikle (böyle değil)’ diyerek onu ikâz eder. Şuuru yerine geldiğinde bu kişiye bir cürüm söz konusu olmaz. Çünkü o ateşten çıkmıştır. İçerisinde bol su bulunan bir kaba kor hâlindeki demirin atıldığı zaman çıkardığı ses ve iniltiler gibi (sâlik) bir hal yaşamıştır. Demir, kor hâlinden çıkıp soğuyarak kendine geldiğinde kendisinin demir olduğunu idrâk ettiği gibi sâlik de kendisine galebe çalan bu halden kurtulduğunda susar ve sükûnete erer.18 Sivasî, son olarak sâliki ‘hayret, devamlı sekr ve mümeyyiz akılların gitmesi’ gibi haller görülebildiği için hulûl düşüncesine karşı da uyarmıştır. Ona göre sâlik bu halleri yasadığı süreçte yanılarak bâzı hayvan ve cansız eşyalara ‘hulûl’ün söz konusu olduğu zannına düşebilmektedir.19 Semanudî ise sâliki mal kazanırken kalbinin onunla meşgûl olmaması noktasında uyarmıştır. Yine Semanudî, mutmainne derecesinde sâlikin ‘baş olma’ sevgisine karşı dikkatli olması gerektiğini ifâde etmiştir.20 Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse sûfîler ideal hedef olarak belirledikleri nefs-i mutmainne derecesinde sâlikin sıfatları üzerinde detaylı bir şekilde durmuşlardır. Bununla birlikte onların sâlike şatahat, sekr, aklın baştan gitmesi, hulûl ve baş olma sevdâsına karşı dikkatli olma noktasında uyarılarda bulunduklarını görmekteyiz. Gazâlî ve Sühreverdi gibi sûfîler nefs-i mutmainne mertebesiyle nefsin mertebelerini sınırlamışlardır. Özellikle Halvetiyye şeyhleri ve onların tesiriyle Anadolu’da birçok sûfî ise ‘râzıyye, merzıyye ve kâmile’ olmak üzere mutmainne mertebesinden sonra üç nefs mertebesi üzerinde daha durmuştur. Muhtemelen tarikatların nefsi terbiye yöntemlerinden kaynaklanan bu durum bir yana sûfîler her nefs mertebesi için Kur’ânî ve nebevî delillerden hareketle görüş ve düşüncelerini açıklama yoluna gitmişlerdir. Bu husus sûfîlerin İslâm’ın ana kaynakları üzerinde derinleşmelerini ve bu konudaki fikrî gayretlerini göstermesi açısından son derece önemlidir. Nefs konusunu da ‘insan merkezli’ anlayışları çerçevesinde değerlendiren sûfîlerin bu tavrı Allah Teâlâ’nın tecelligâhı olarak gördükleri insana verdikleri değeri gözler önüne sermesi bakımından da dikkat çekicidir. Dipnotlar: [1] Fecr 89/27. Abdullah Tüsteri âyeti şu şekilde tefsir etmiştir: ‘Ey huzura ermiş nefs ifâdesinde, tabiat nefsinin hayatının kendisine bağlı olduğu ruh nefsine hitap edilmektedir. Mutmainne ise Allah’ın mükâfat ve cezasını tasdik eden nefis olup kendisinden istenen, hem Allah sâyesinde Allah‟tan razı olarak hem de Allah‟la sükûnet bulduğu için Allah rızasına ermiş olarak âhiret yoluyla Rabbine dönmesidir.’ Tüsterî, Tefsîru’l-Kur’ân, Matbaatü’s-Saâde, Kahire1908, s.184. Bu ayetin yorumuyla ilgili farklı bir bakış açısı için bkz., Murat Sülün, Nefs-i Mutma’inne Ayetine Yeni Bir Yaklaşım, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 50:1 (2009), s.1-24. 2 Ebu Davud, Edep 110; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.V, s.42; Suyuti, Câmiu’s-Sağîr, c.I, s.58. 3 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.90-91. 4 M. Ali Aynî, İslâm Tasavvuf Tarihi, s. 117-120. Necmmüddin Dâye Te’vilât-ı Necmiyye adlı eserinde nefs-i mutmainne mertebesiyle ilgili şu dikkat çekici yorumlara ver yermiştir: ‘Menzil ve makamları kat ettikten sonra [bir damlanın deryaya karışarak onda fâni olması misali] Rabbinde fâni olarak O’na dön; yani, hem Allah’a doğru gerçekleştirdiğin seyr u sülûkün [manevî yolculuğun] sonuçlarından razı olarak hem de O’nun giydirdiği bekâ [kalıcılık] giysisiyle O’nun rızasını kazanmış olarak. Ben’de ve Benim sıfatlarım ile bekâ bulmuş olan kullarımın arasına gir; kendi zatından ve benliğinden fâni olduğun için Benim zat cennetime gir.’ İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Eser Neşriyat, İstanbul 1389, c.X, s.433. 5 Sûfîler, kulun kulluğunda devamlı olmasını manevî ilerleme için ön şart olarak görmüşlerdir. Abdülehad Nûrî-i Sivasî bu konuda şu önemli tespitlerde bulunmuştur: ‘Abd, ubûdiyetini izhâr ve isbât etmedikçe, Mevlâ ona lâyık tecelliyât etmez. Makâm-ı ubûdiyetten her hangi makama terakki ederse, ona lâyık ve münasip tecelli ile şeref-yâb eder.’ İbrahim Baz, Abdülehad Nûrî-i Sivâsî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) Ankara-2004, s.299. 6 Dâvut el-Kayserî, Risâle fî ilmi’t-tasavvufi, tahkik: Mehmet Bayraktar, AÜİFD, c. XXX, Ankara 1988, s. 206. Şeyh İslam nefs-i mutmainne mertebesine bir şiirinde şu şekilde değinmiştir: Fesâdnı tilemişde emmâre ol/ Nedâmet ketürmişde levvâme ol/ Hidâyetga tevfîk bolur mülheme/ Velî mut’mainne tama’nîne ol. Şeyh İslam, Mu‘înü'l-Mürîd, Hazırlayanlar: Recep Toparlı, Mustafa Argunşah, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 2008, s.144. geniş bilgi için bkz., Adem Çatak, ‘Şeyh İslam’ın Mu‘înü’l-Mürîd Adlı Eserindeki Bazı Tasavvufi Kavramlar’, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/2 Spring 2012, s.279-303. 7 Ramazan Muslu, ‘Muhammed Sâdık Efendi ve Nefis Mertebeleri Çerçevesinde İnsana Bakışı’ Üsküdar Sempozyumu IV, s.533. 8 Necmüddin Kübra, Tasavvufi Hayat, Dergâh Yayınları, İstanbul 1996, s.62. 9 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s.116; İsmail Erdoğan, ‘Şeyh Safiyüddin Erdebîlî’ye Göre Ruh – Beden İlişkisinde Hayvanî Ruhun Yeri’, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15:1 (2010), s.9. Bektaşilikte de benzer değerlendirmelere yer verilmiştir: Bektaşi düşüncesinde nefsi mutmainne topraktır. Hak Teâlâ Cennet’i onun üzerine bina eylemiştir. Toprak, Âdem Safiyyullaha nispet eder. Toprak şah-ı merdândır. Onun için ismine Ebu Turâb bir ismine Ebu Talib dediler.’, Adil Ali Atalay, İmam Cafer Sadık Buyruğu, İstanbul, s.48. 10 Ali Yıldırım, ‘Renk Simgeciliği ve Şeyh Gâlib’in Üç Rengi’, Millî Folklor, 2006, Yıl: 18, Sayı: 72, s.134-135. 11 Bali Efendi, Atvâr-ı Seb’a, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, Nu: 2927, vr. 11a-b; M. Nuri Şemseddin Efendi, Risâle-i Murâkabe, Es’ad Efendi Taşbasımevi, İstanbul 1248, s.7-8; Ramazan Muslu, ‘Seyr u Sülûk Metotları’, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.354-355. 12 Bâlî Efendi, Atvâr-ı Seb‘a, vr. 12b. Gazaliye göre bu mertebeye bu isim şehvetlere karsı koyması sebebiyle emir altında sükûna erip serkeşliği kaybolduğundan dolayı verilmiştir. Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.III, s.4. 13 Pervin Ergun, ‘Hacı Bektaş Veli’nin Makalat-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye Adlı Eserinde Arınma’, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011, s. 18. 14 Mehmed Zahid Kotku, Nefsin Terbiyesi, Vuslat Yay., İstanbul 2010, s.253. Eşrefoğlu Rumi ise mutmainnede sâlikin cömertlik, şecaat, tevazu, yumuşak huyluluk, iyilik severlik, sabır ve şükür gibi hasletlere sâhip olması gerektiğini belirtmiştir. Eşrefoğlu, Müzekki’n-Nüfûs, Metin Yay., İstanbul Tarihsiz, s.59. 15 Receb-i Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi Bölümü, Nu: 1836. s.3a. Şeyh Gâlib de nefs-i mutmainne sâhibinin sâhip olduğu özellikleri saydıktan sonra (sıfat olarak kâmil insan, tasfiye-i kalb, İslam’da kuvvet ve bunlara tabiiyet, vücudun tasarrufu, nefsi hayra yöneltme, ilâhî ahkâm, Allah’ın emirlerine itaat, cömertlik, tevekkül, tahammül, hakîkat, rıza, şükür) sâlikin görebileceklerini şu şekilde dile getirmiştir: ‘Göklere yükselmek, meleklerle sohbet, yeryüzünü dolaşmak, yaratıklarla konuşmak, Kur’ân, peygamberler, padişahlar, müftüler, kadılar, imam ve hatipler, ulema, suleha, Kâbe, Medine, Kudüs, sancak, alem, ok, yay, top, tüfek vb.’ Yıldırım, Renk Simgeciliği ve Şeyh Gâlib’in Üç Rengi, s.135. 16 Necmüddin Dâye, Mirsâdü’l-İbâd mine’l-mebde’ ile’l-meâd, Çeviren: Halil Baltacı, MÜİF Yay., İstanbul 2013, s.290. 17 ‘(Acı ve tatlı) iki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar’ Rahman 55/19. 18 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, s.3a-3b. 19 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, s.3b. 20 Ramazan Muslu, ‘Seyr u Sülûk Metotları’ s.356.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak