Ara

Gelin, Yeniden Biat Edelim!

Gelin, Yeniden Biat Edelim!

Gelin, Yeniden Biat Edelim!
Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

Genç sahabi Cabir b. Abdillah (ra) anlatıyor:
- Yâ Rasûlallah! Sana biat ediyoruz, dedik. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
- “İstekli de olsanız, isteksiz de; (Allah ve Rasûlü’nün emirlerini) dinleyip itâat edeceğinize,
- Fakir de olsanız zengin de; malınızı (Allah yolunda) harcayacağınıza,
- İyiliği emredip kötülüklere engel olacağınıza,
- Allah yolunda kınayanın kınamasına aldırmadan, Allah için hakkı söyleyeceğinize,
- Beni destekleyeceğinize; ben size geldiğimde canlarınızı, eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de koruyacağınıza söz verip bana biat edeceksiniz.”1

İkinci Akabe Biatı2

Yıl Milâdî 622 Haziran ayı... Hacc Mevsimi... Kurban Bayramı günleri... Mina gecelerinden birinde... Gece karanlığında... Akabe tepesinde... Cemre-i Akabe (halk tâbiriyle Büyük Şeytan) denilen yerde iken yüzümüzü Mekke’ye döndüğümüzde Büyük Şeytan’dan yüz metre ileride sağ tarafımızda kalan iki tepenin arasında... Bugün üstü açık, sarı boyalı, eski, metrûk bir mescidin bulunduğu yerde...

Âlemlerin Efendisi, Allâh’ın Sevgilisi, Nebîler Nebîsi, Sevgili Peygamberimiz (sav) son derece gizli bir toplantı yapmıştı. Hem Medîne’den gelen diğer hacılardan hem de Mekke müşriklerinden habersiz yapılan bu gizli toplantıya Medîne’den gelen ikisi kadın 75 kişilik Müslüman bir grup katılmıştı. Toplantıda Mekkelilerden sâdece Efendimiz’in henüz İslâm’la şereflenmeyen amcası Abbas bulunmuştu.

Medîneli Müslümanlar, Allah Rasûlü’nün artık Mekke’de korku içinde yaşamasına tahammül edemiyorlar, O’nu Medîne’ye dâvet ediyorlardı. Toplantıda ilk söz alan Efendimiz’in amcası Hz. Abbas (ra) oldu. Hz. Abbas (ra), bu görüşmenin önemini ve bu ittifâkın sorumluluğunu anlattı. Ardından Efendimiz (sav) söze başladı. Önce tatlı sesiyle Kur’ân okudu. Sonra kısa ve özlü ifâdelerle İslâm’ı anlattı.

Medîneli Müslümanlar bu nebevî tavsiyeleri büyük bir samîmiyet ve hayranlıkla dinlediler. Efendimiz’e (sav) hemen biat ettiler, emir ve tavsiyelerine aynen uyacaklarına dâir söz verdiler. Bu toplantı bir önceki yıl aynı yerde Medîneli 12 Müslümanla yapılan ilk sözleşmeden sonra yapılan ikinci sözleşme olduğu için, târihe İkinci Akabe Biati (sözleşmesi) adıyla geçti.

Efendimiz (sav), Medîneli Müslümanların her biriyle ayrı ayrı musâfaha ederek onların biatlerini kabûl etti. Grubun ileri gelenleri çok açık ve samîmî ifâdelerle Efendimiz’e olan sevgi ve bağlılıklarını dile getirdiler.

Hanımların biati ise “sözlü” oldu. Peygamberimiz (sav) ne o gün ne de daha sonra -biat sebebiyle bile olsa- hiçbir yabancı hanımla tokalaşmadı. Çünkü, nikâh düşen hanımlarla tokalaşma, “elin zinâsı”3 ifâdesiyle nitelendirdiği, çirkin ve haram bir davranış idi.

İkinci Akabe biati Medîne’deki çekirdek İslâm cemâatinin îman, ihlâs, azim ve cesâretinin bir göstergesi oldu. Bu biat; îman, sevgi, samîmiyet ve güven duygularının hâkim olduğu mânevî bir atmosferde gerçekleşmişti. Bu biat, Medîne İslâm devletinin ilk temel taşı idi.

Kur’ân’ın diliyle “Ensar” (yardım edenler, destekleyenler) adıyla anılan bu seçkin şahsiyetler, bu sözleşmede Rasûlullâh’a verdikleri sözü tutmuşlar, bu biatin “itâat, fedâkârlık, tebliğ, cesâret ve yardımlaşma” şeklinde özetlenebilecek beş temel maddesine dâimâ sâdık kalmışlardır.

Aslında bu biat, Ensarla Efendimiz arasında yapılan geçici anlamda bir sözleşmeden ziyâde, onların şahsında kıyâmete kadar gelecek bütün mü’minlerle yapılan bir îman ve itâat sözleşmesi idi. Efendimiz (sav), sâdece karşısındaki 75 kişilik gruptan değil, bütün mü’minlerden bu hassâsiyeti ve anlayışı bekliyordu.

Genç sahâbî Cabir b. Abdillah (ra)’in tamâmını naklettiği; Ebu Hureyre (ra), Ubâde b. Samit (ra), Ka’b b. Mâlik (ra) gibi zâtların da rivâyetlerinde bâzı cümlelerini paylaştığı yukarıda belirtilen beş temel madde, İslâm toplumunun temel dinamiklerini ortaya koymakta, İslâm toplumunun canlı ve dinamik kalması için gerekli ilkeleri vermektedir.

  • Önce İtâat

- “İstekli de olsanız, isteksiz de; (Allah ve Rasûlü’nün emirlerini) dinleyip itâat edeceğinize söz vereceksiniz.”

İtâat, samîmiyetle inanmak, gönülden bağlanmak, severek kabûllenmek, sözünü dinlemek ve uygulamak demektir. Îman sözleşmesinde ilk istenen şey “itâat" sözü vermektir... Allah ve Rasûlü’ne kayıtsız şartsız itâat. Hoşumuza gitse de gitmese de itâat. Dinç olduğumuzda da bitkin olduğumuzda da itâat. İstekli olduğumuzda da isteksiz olduğumuzda da itâat.. Tereddütsüz, kuşkusuz, tam bir teslîmiyetle itâat.. Mü'minlerden Allah ve Rasûlü’nün emirlerine ve buyruklarına gönül vermesi, bu emirleri tartışmasız kabûl etmesi ve uygulamaya koyması istenmektedir.

“Allâh’a itâat edin... Rasûl’e itâat edin...”4 ifâdesi Allâh’ın Kitâbı’nda önemine binâen pek çok defa tekrar edilmektedir. Îman, itâati gerektirdiği için îmanla şereflenen mü’minlere bu durum hatırlatılmakta, dünyâsını ve âhiretini cennete çevirmekle yükümlü mü’minin bu konuda tâvizsiz olması emredilmektedir.

Akabe’de üzerinde vurgu yapılan itâat konusu; hangi şart ve durumda olursak olalım, târihî, coğrafî, sosyal, siyâsal, psikolojik ve ekonomik şartlar ne olursa olsun, mutlaka ama mutlaka Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uymalıyız, şeklinde anlaşılmalıdır.

Hadîsin ifâdesiyle istekli de olsak, isteksiz de; dinç de olsak, bitkin ve yılgın da olsak itâat5 emredilmektedir. Hadîsin bir başka rivâyetinde ise hoşumuza gitse de, gitmese de itâat6 emredilmektedir.

Allah ve Rasûlü’nün emirleri kendi anlayışımıza uysa da uymasa da, çağın gereklerine uygun olsa da olmasa da, bizim gelenek ölçülerimize uygun olsa da olmasa da itâat etmemiz istenmektedir. O’nun (sav) sünnetine bağlılık gerçek mü’min olmanın şartlarından biridir:

“Hayır, Rabbine yemîn olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Sen’i hakem tâyin etmedikleri müddetçe; sonra da Sen’in verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslîmiyetle teslim olmadıkları müddetçe gerçek mü’min olamazlar.”7

  • Allah Yolunda İnfak: Maddî fedâkârlık

“Fakir de olsanız zengin de; malınızı (Allah yolunda) harcayacağınıza söz vereceksiniz.”

Biatin ikinci maddesi: Allâh’ın bize emânet olarak verdiği malımızın bir kısmını, Allah yolunda harcamak şeklindedir. Gönlümüzün hırs, açgözlülük, tamahkârlık, çıkarcılık, bencillik, kıskançlık gibi mânevî hastalıklardan arınması, malımızın haramlardan temizlenmesi, Allâh’ın sevgisine ve rızâsına erişebilmemiz için, Allâh’ın bize rızık olarak verdiği mallardan bir kısmını -zekât ve sadaka olarak- Allah yolunda harcamamız istenmektedir.

Son derece cömert, ikramsever, iyiliksever, fakir, yoksul ve kimsesizlerin can dostu, dul ve yetimlerin yardımcısı bir Peygamber olarak Efendimiz’in (sav); “Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu, mü’min kulun Cennete varıncaya kadar hayır işlemeye doymayacağı” şeklindeki tavsiyelerini hayâta geçirmek zorundayız.

Zengin ve imkân sâhibi Müslümanın infâk etmesi îmânının ve ihlâsının gereğidir. Ancak hadîsimizde fakir de olsa, bir başka ifâdeyle yeterli imkâna sâhip olmasa da her Müslümanın Allah yolunda infakta bulunması istenmektedir. Her durumda ve her konumda mü’minlere Allah için maddî fedâkârlık emredilmektedir. Bu hadîs-i şerîfi şâyet bugün ilk defa duyuyorsak, İslâm’ın buyruklarını işitir işitmez yerine getirmeye çalışan sahabeler gibi hemencecik bizler de bu infak emrini yerine getirmeliyiz. Cüzdanımızın durumu ne olursa olsun, vicdânımızın sesine kulak vermeliyiz.

İmkânsızlıklar içinde iken din kardeşlerini düşünmeyenler, bir takım imkânları elde ettikten sonra onları hiç düşünemezler. Sıkıntı içerisinde cüz’î yardımda bulunanlar, refah döneminde bu çeşit yardımlara devâm edebilirler. Maddî fedâkârlıkta bulunmadan, arzulanan ulvî hedeflere ulaşmak mümkün değildir.

  • İyiliği Emretme ve Kötülüklere Engel Olma

“İyiliği emredip kötülüklere engel olacağınıza söz vereceksiniz.”

İyiliği emretme ve kötülüklere engel olma (öz ifâdesiyle el-emr bi’l-ma’rûf ve’n-nehy ani’l-münker), Kur’ân’ın sık sık vurguladığı müstesnâ emirlerinden biridir. İslâm toplumunun mânevî dengesini koruyan, “hayırlı ümmet” olma özelliklerinden biri olan, şerli kimselerin başımıza çöreklenmesini engelleyen ve duâlarımızın kabûlüne vesîle olan bir emirdir.

“Nefsimi elinde tutan Allâh’a yemîn ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz ya da Allâh’ın size bir cezâ göndermesi pek yakındır. Sonra duâ edersiniz de duâlarınız kabûl edilmez.”8

Sâdece iyilikleri tavsiye etmek yeterli değildir. Bunun yanında kötülüklerin, çirkinliklerin, hayâsızlıkların engellenmesi görevi de vardır. Münkeri engelleme görevi elimizle mâni olma, buna gücümüz yetmezse dilimizle tavsiye etme ve son çâre olarak kalbimizle reddetme şeklinde imkân ve yetki nisbetinde üç kademe hâlinde uygulanmalıdır.

Bu İlâhî emir, -zannedildiği gibi- sâdece yöneticiler ya da irşad elemanlarının değil, sâhip olduğu imkân, fırsat, bilgi, yetki ve sorumluluğa göre her Müslümanın mutlaka yerine getirmesi gerekli mânevî bir görevdir.

  • Hakkı Söylemede ve Yaşamada Cesâret

“Kınayanın kınamasına aldırmadan Allah için hakkı söyleyeceğinize söz vereceksiniz."

Yeryüzünde sevgiyi, şefkati, adâleti, huzûru ve saadeti hâkim kılma arzusunu taşıyan mü’min; dâimâ hakkı söylemeli ve îman hakîkatlerini anlatmalıdır. Gâyet tabiî olarak şer yolunda yürüyenler, içki, kumar, fuhuş ve uyuşturucu tâcirleri, rüşvetçiler, sahtekârlar ve dolandırıcılar bundan memnûn olmayacaklardır. Çıkarları zedelenenler sonunda kendilerinin de mutlu olacağı ideal hayat anlayışını ilk planda benimseyeceklerdir.

Ama bütün bunlara rağmen hak yolda yürüyen kişi yoluna devâm etmeli, hakkı söylerken kendisini kınayanlara, hakka dâvet ederken kendisini ayıplayanlara aldırış etmeden korkusuzca gerçekleri anlatmalıdır. Bütün insanlığı dost bilen, herkesi hidâyete aday olarak gören bir anlayışla insanlığın saadeti için çırpınmalıdır.

  • Allah Rasûlü’nü Sevme, Canımız Gibi Savunma

“Beni destekleyeceğinize; beni canlarınız, eşleriniz ve çocuklarınız gibi koruyacağınıza söz verip bana biat edeceksiniz."

Allah Rasûlü’nü sevmek îmânımızın gereğidir. Gerçek mü’min olabilmek, O’nu kendi canımızdan, ana-babamızdan, evlâdımızdan, herkesten ve her şeyden çok sevmeye bağlıdır. O’na olan sevgimiz O’nun sünnetini yaşamakla anlam kazanır.

O şöyle buyurmuştu: “Sizden biriniz, Beni annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan fazla sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.”9

Sevgili Peygamberimiz’in (sav) sünneti ulvî prensipler manzûmesidir. O’nun hadîs-i şerifleri üstün hayat ölçüleri demetidir. O’nun hayâtı son derece nezih, ideal hayat tarzıdır. O, bizim baş tâcımız; O, bizim gönül rehberimiz; O, bizim şefâatçimizdir.

Efendimiz’e (sav) dil uzatılmasına fırsat vermemek, O’nun sünnetini her türlü yanlış anlayış ve kavrayışlardan uzak tutmak, O’nu savunmak zorundayız. Ne O’nu, Hristiyanların Hz. Îsâ'yı yüceltip ilahlaştırdıkları gibi aşırı derecede yücelteceğiz ne de “aman yüceltmeyelim” korkusuyla “sevgisizlik ve saygısızlık bataklığı”na düşeceğiz, itidâl ölçüleri içinde ama sonsuz sevgi ve bağlılıkla O’nun yolunda yürümeye devâm etmeliyiz.. O’nun hadîs-i şeriflerini ezberlemeliyiz. Mübârek ismini andığımızda “O’na salavât” getirmeyi ihmâl etmemeliyiz.

Gelin Yeniden Biat Edelim!

Yeniden biat etmeliyiz Allâh’ın Rasûlü'ne... Biatimizi tâzelemeliyiz. Medîneli Ensar da biat etmeden önce Müslüman olmuşlardı. Ama bir îman sözleşmesi gerekli idi yepyeni bir toplum inşâ etmek için... Medîne’de yeni yepyeni bir hayâtın başlaması için... Gül Muhammedimiz’in Medîne’de târihin en güzel neslini yetiştirmesi için... Misk kokan tâze güller açılması için gerekli idi bu biat. Bu sözleşme “itâat, fedâkârlık, tebliğ, cesâret ve yardımlaşma” ana maddeleriyle özetlenen bir îman ve güven tâzelemesi idi.

Bugün de bu sözleşmeyi, bu sünneti, bu anlayışı, bu ölçüyü hayâta yansıtmak zorundayız. Önümüzde dağlar gibi biriken, âcil çözüm bekleyen bir yığın âilevî, sosyal, ekonomik, psikolojik problemlerin ve krizlerin çözülebilmesi için Allah Rasûlü’nün “hakem”liğine, O’nun sünnetinin eşsiz ölçülerinin tatbîk edilmesine muhtâcız.

Gelin! Peygamberimiz’in (sav) değerli sahâbîleri gibi hep berâber haykıralım: “Yâ Rasûlallah Sana biat ettik! Biatımızı kabûl et!" diyelim. Gelin! Allâh’a, Allah Rasûlü’ne tekrar söz verelim.

Gelin kardeşler! Yeniden biat edelim...

Dipnotlar:
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/322,340; 5/325; İbn Hıhban, sâhih: 8/57 No: 6241; Hakim: Müstedrek: 2/625. Hadis sâhih li-gayrihî derecesindedir.
2 İbn Sa’d, Tabakat: 1/217; İbn Hişam, Sîret: 2/81; Taberî, târih 2/353; İbn Esîr: Kâmil: 2/95; İbn Kayyim, Zadü’l-Mead: 2/50; İbn Kesîr, Bidaye: 3/148; DİA: 2/211 “Akabe Biatları” md.
3 “el-Yedü Zinâhâ’l-Batş” (Elin zinası nâ-mahremin elini tutmaktır) Müslim: Kader 21; Ebu Davud: Nikâh 43; Ahmed b.Hanbel, Müsned: 2/343.
4 bkz. ÂI-i İmrân: 3/32, 132; Nisâ: 4/59; Maide: 92; Enfal: 1, 20, 46: Nur 54; Muhammed 33; Mücadele: 13; Tegabün: 12.
5 Hadisin orjinal ifâdesi: “Fi’n-Neşâtı ve’l-Kesel” şeklindedir. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/322,340; 5/325; İbn Hıbban: sâhih: 8/57 No: 6241; Hakim: Müstedrek: 2/625.
6 Bu rivayetlerdeki ifâde “fi’l-menşatı ve’l-mekreh” şeklindedir. Bkz. Müslim: İmare 34; Nesaî: Bey’at 1-5; İbn Mâce: Cihad 41; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/441.
7 Nisa: 4/65.
8 Tirmizî: Fiten 9. Hadis hasen derecesindedir.
9 Buharî: İman 8; Müslim İman 69; Nesaî: İman 19; İbn Mâce: Mukaddime 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/177.

Mayıs 2019, sayfa no: 38-39-40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak