Ara

EVLİYÂ İPEK HOCAMIZ

Babaları, Yahyalı’nın müderrisi, Kayseri’nin “Melik Gazi” Medresesi’nin mezunu H. Mustafa Efendi (r.h.a)’nın (1869-1932) talebesi Hafız Veli Hoca (r.a) (1882-1950)’dır. İstanbul’da da ilim tahsiliyle meşgul olmuştur bir süre. Yahyalı’da bir müddet öğretmenlik yapmış; hat ve tezhip sanatında ileri seviyeye ulaşmıştır. Mana âleminde seyr ü seferi esnasında zorlanır; imdadına H. Hasan Efendi (k.s)’miz yetişir. Bir rüya üzerine Üstazımıza intisap eder Hafız Veli Hocamız. Anaları, edep ve haya timsali Mine Hanımdır. Hocamız böyle bir güzide bir ortamda yetişir. İpek Hocamız İlim Erbabıydı: Hocalarına çok sorular sorar ilim halkasında. Bir kısmı bu tavrından rahatsızlık duyarak okutmazlar onu. Bu derdimizi Üstazımıza açınca Üstazımız (k.s.):“Seni de Allah okutsun Hasan Hoca.” buyururlar. En ağır tefsirden okumaya başlar himmetleriyle Üstazımızın, çok kısa bir zamanda da ilim-irfan sahibi olur. Bağında bahçesinde, tarlasında çift sürerken hep ilimle meşgul olur. Yatağının hemen yanı başında lambaları vardı. Geceleri kalkar kitap mütalaasıyla vakitlerini ihya ederdi. 1926 yılında Yenice Mahallesinde dünyaya gelen Hocamız, 1953 yılında imamlığa başlar. 1959 yılında da vaizlik görevini alır. 1982 yılında da emekli olur. Emekliliğinden sonra Allah (c.c.) yolunda kendisini hizmete daha çok verir. Âlimdi ama bir başkası gibi âlim değildi. İlimde “rüsuh” sahibi, bildiğini ve bilmediğini ayırt edebilen, bildikleri sayesinde bilmediklerinin değerini anlayabilen bir ilim erbabıydı. Gönlüne Cenâb-ı Hakk’ın nûr verdiği kimselerdendi. Sanayi Camii’nde:“Elbiseni artık temizle Habibim.” (74/4) ayetine manalar vermişti. Üstazımız: “Oğlum! Hocamızın ilmi, ledünnî, Hak tarafından ihsan edilen bir ilim olmuş.” buyurdular. Kalender Camii'nde, Arş-ı Âzam’ın gölgesinde gölgelenen yedi sınıf insanı anlatırken, maddeleri sıralamadan gölgeyi anlatarak vakti tamamladılar. Başladığı bir konuyu neticelendirdiği pek görülmemiştir malumatının çokluğundan. Vaazları tatlı olmakla birlikte, sohbetlerine hiç doyulmazdı. “İfk” (Hz. Âişe (r.anha) annemize yapılan iftirayı anlatan) sohbeti hiç hatırımızdan çıkmaz. İlahiyat Fakültesinden bir hocaya, letâifler üzerine yaptığı konuşma hakikaten dinlemeye değerdi. Bir mesele için gelen, ondan aldığı fetva ile gönül huzuruyla ayrılırdı. Evine giriş-çıkış çok rahattı. Kapıda nöbetçiler yoktu. Gece yarısı bir müşkil iş için rahatsız ettiğimizde, yatağından kalkar, giyinip kuşanır, yüzünde hoşnutsuzluk belirtisi olmadan misafirlerini karşılardı. Yolcu ederken gelenlerini, çocuk da olsa yollara çıkardı. Misafirlerini muhakkak yolcu ederdi. Hazırlayıp da bastırmaya fırsat bulamadığı eserler, sıradan birer kitap değildi. Notlarını incelemelerinde üniversite profesörleri bile hayranlıklarını ifade etmiştir. Sami Ramazanoğlu (k.s.)’nun sohbetlerinin bastırılamadığı günlerde, elle yazılan eserleri, güzel hattı ile kaleme alırdı. Üstazımızın vaaz notlarını, tebrik ve mektuplarını hocamız yazmışlardı. Yahyalı ve civarından gelen talebeler, hocamızın medrese gibi olan evinde talim görerek; imam, müezzin, vaiz ve müftü olmuşlardır. İlmi kendisini tevazuya götürmüş, meyveli ağaç gibi dalları yerde, alçak gönüllü bir insan olmuştu. Dervişliği galipti, kibretmezdi. Ne diyelim, güzel ahlak numunesi bir velî idi. Hasan Hocamız Hakk’a mutî bir kuldu. İlmi sayesinde İlâhî korkusu artan Hocamız, hiçbir zaman teheccüd namazını geçirmemiştir ailesinin anlattığına göre. Felç geçirdiği son anlarda bile, gece olduğunda tepeden tırnağa giyinip seccadenin üzerine oturur, hanımı:“Tekrar soyunup yatacaksın, neden kendine bu kadar eza ediyorsun?” deyince:“Hanım! Azamet sahibi Rabbimin huzuruna çıkacağım.” der. Kaza namazı olmadığı halde, kaza namazları kılıyordu. İbadette aşırılığı sevmez, ölçülü olmayı tavsiye ederdi her fırsatta. İstişare ederdik bazı konuları kendileriyle. Evlerine vardığımızda, odanın baş kısmını bize bırakır, kendisi karşımıza diz çöker otururdu, ne kadar haya etsek bile. Bize dedi ki:“Siz kardeşlerimize demir elbise giydiriyorsunuz, bu kadar ağır görevler verilmez.” Dedim ki: “Demir değil, çelikten elbise giydiriyoruz.” Yazdığı duaları, eserleri, düşkünleri tutup kaldırmalarıyla eli, yıllarca yaptıkları vaaz ve sohbetleriyle dili, güzel ahlakıyla halkın gülü olan Hasan Hocamız, her haliyle ibadet ve taatteydi. Hocamız Güzel Ahlak Sahibiydi: Her kesim onu severdi. Gönlü şendi, meclisini de neşelendirirdi yaptığı güzel latifelerle. Küçüklerle küçük, büyüklerle büyük olurdu. Bir asker cenazesinin programında karmaşa yaşanır. Hocamız cemaati tatlı bir ikazla yatıştırınca, askeri bir yetkili onu hiç tanımadığı halde: “Bu ipek gibi zat kim.” der. Zaten tabiatının güzelliğinden halk onu İpek Hoca diye tanır. Üstazımıza ilk intisap ettiği yıllarda adı, Melek Hoca’dır. Ağabeyi, marangoz A. Latif Amcanın yanında çalışır. Nasıl olduysa Melek Hoca öfkelenir. “Melekte öfkelenir mi?” dediklerinde: “Ben de öfkeli meleğim.” der. Üstazımız şu hatırasını ara ara naklederlerdi: Develi’nin Din Adamları Lokali’nde otururken herkese çay ikram edilir. “Tekrar içen var mı?” dediklerinde, İpek Hocamız:“Bir daha çay verirseniz iki teşekkür ederim.” der. Bu söz cemaatin neşeli neşeli gülmesine sebep olur. İpek Hocamız İrfan Mektebinin Halis Müdavimlerindendi: İhsan mektebinin talebesi olmak için geldiği ilk günlerde:“Sünnet-i Seniyye’ye uygun su içme tarzını anlatayım Efendime.” der. Daha oturur oturmaz Üstadımız:“Hasan Hoca! Besmele ile üç yudumda, anadan süt emer gibi, sonlarında da hamdele ile içilir su.” buyururlar. Üstazımızı Cuma günleri ziyaret ederdi. Bir ziyaretinde, çok yakınına oturmuştu. Sohbet esnasında, rengi attı, dudakları titreyerek ağlamaya başladı. Çay getirdik içemedi göz yaşlarından. Üstazımızın ayaklarına kapandı, hâlâ ağlıyordu.” Bu yolun esası muhabbettir buyurdu.” Efendimiz (k.s.) Hocamız:“Efendim! Bu muhabbeti nasıl temin edeceğiz?” deyince, Üstadımız(k.s.):“Edep, Sünnet-i seniyye’ye riayet ve rabıta. Mürşid-i Kamil’in kalb-i saadetinin altına gönlü koyup, Hakk’ın feyzinden kana kana içmektir muhabbetin kaynağı.” buyurdular. Üstazımızı ziyarete bir başkası gibi gelmezdi Hocamız. “Bana birkaç gün müsaade edin, bir hazırlık yapayım madden ve manen.” derdi. Gönül arsasını manevi tohumun atılmasına hazır bir hale getirir, çok müstefid, istifade ederek ayrılırdı sohbetten. Yunus Emre (k.s.)’ler, İbrahim Edhem(k.s.)’le gibi, bu Hak kapısında hizmet etti Hocamız. Üstadımızın, gaz lambasını içine çekip, zikir halkasını kurduğunda nurlara battığını, bahçemizde yemek yenirken, gönlüne pompalanan füyuzatın, manevi coşkunluğun sebebinin ne olduğunu düşünürken, başını kaldırım baktığında, Üstadımızın balkondan mübarek gözlerini yumup teveccüh ettiğini, (manen kalplere yöneldiğini) engin bir ruh haletiyle anlatırdı bizlere. Üstadımızın Ahirete yürümelerinden sonra bizi en güzel teselli eden Hasan Hocamızda. Mahzun mahzun otururken, İpek Hocamız:“Niçin gerilerde bulunuyorsun? Hacı Babanın yerine, baş köşeye otur. Seni bize o emanet etmedi mi?” deyince gönlümüze bir sürûr, bir neşe geldi. Onda hasetlik yoktu. Sanayi Camii’nde Üstadımız, coşkun vaazlar ediyor, halk lebalep dolduruyordu mescidi. Hasan Hocamız vaazlarında cemaatin azlığını görünce, kürsüden inerek:“Haydin arkadaşlar, Efendimin sohbetine gidelim.” der. Üstazımızdan zahiren uzak kaldığımız ilk günlerde bir rüya gördüm. H. Hasan Efendimiz (k.s.)’in yanlarında bir boşluk vardı. Oraya birilerinin oturması gerekiyordu. Hasan Hocamız da çok yakın bulunuyordu o boşluğa. Bu esnada Üstadımız, bizim elimizden tutup oturttu yanlarına. Bu kadar yakındı Üstazımıza Hasan Hocamız. Teslimiyette Bir Taneydi O: Efendimizden sonra evimizde otururken İpek Hocamız, “H.Hasan Efendimiz (k.s.)’e elimden geldiği kadar hizmet ettim, bu Efendime de hizmet nasip olur mu acaba?” diye yakınır Mustafa Salep kardeşimize. Evlatlarını, etrafını, talebe ve yaranını hep bu kapıya yönlendirirdi ıslah için. Küçük oğulları Sami Efendiye:“Muhabbetini artır Üstazına oğlum.” der. Büyük oğulları, sevgi duyduğumuz Veli Efendiye de:“Seni Efendimin rüyası kurtardı.” biiznillah der. Gördüğüm rüya şu idi: Kardeşimizi, birilerinin peşine gitmesine üzülerek:“Gel bu tarafa.” diye göz yaşlarıyla çağırıyordun. Veli Efendi insanları kötülüklerinden kaçındırmak için bir takım insanlarla bulunurdu. Yoksa onda kötü bir niyet yoktu. Misafir olarak gittiğimiz yerlerde, ev sahibine şöyle bir talimat verir öyle otururdu:“Efendimin altına minder verin, etrafını yastıklarla besleyin.” Bayramlaşmalarda, diğerleri gibi sıraya girerek üstünlük taslamazdı. Biz onun bu halini görünce, hemen en başa alır, ellerini öpmeye çalışırdık. Büyüklerimiz bizden tazim istemezler fakat, kişi tavrıyla kendi değerini ortaya kor. “Elimden gelse H. Hasan Efendi’nin idam sehpasında ipini ben çekerim.” diyen kimseye:“Bak adam, şu sakalını kazır, hocalığı da bir tarafa kor, elime silahı alır seni vururum.” der. Üstazımızdan gördüğü kerametlerin ancak binde birini anlatırdı bize. Gelin bu menkıbeleri onun dilinden dinleyelim: Ev yaptırıyordum, param da azdı. Bir ara Efendim geldi:“Hasan Hoca! Borçsuz, harçsız yaptırırsın İnşallah.” dedi. Bir kat yaptıracağım evi, iki kat yaptırdım, hiç de darlık görmedim elhamdülillah. Hanımım çok hasta idi. Vücudu serum kabul etmiyor, tansiyonu da sıfırlardaydı. Doktor, tıbben imkanın kalmadığını söyledi. O anda gözüm yumuldu, baktım iğnelerle bizi hacıya müdahale ediyorlar. Doktor:“Hocam! Hasta diriliyor.” dedi. Sonra sırrını gizleyen Efendim, hastanın hatırını sordu. Almanya’da bir şehre sohbet için gitmiştim, geç kalmışım. Müsaade alıp dışarı çıktığımda, Alman gençleri etrafımı sardı, kendi dillerince:“Öldürün öldürün bunu.” dediklerini duydum. İçime bir korku girdi. Bu anda Efendimin:“Korkma Hasan Hoca!” dediğini duydum. Sonra gençler etrafımdan dağılıp gitti. Hayatlarında anlatılmasına müsaade edilmeyen birkaç manevi, rûhi halini ıslahımız için nakledelim: Bir tarihte Hacc’a adam götürdüm. Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mescid-i Saadet’lerine geldiğimde, İki cihan güneşi Fahr-i Âlem (s.a.v.) Efendimiz, mübarek kollarını açarak:“Buyur Hasan Efendi evladım.” dedi. O heyecanla hacıların parasını, dokuz bin riyali olduğu gibi dağıtmışım sadaka olarak. Üstazım elimden tutup, bana bir pencereden bakmamı söyledi. Tarifi mümkün olmayan bir nur gördüm, Allah (c.c.)’in Cemâlini seyrettim. İpek Hocamızın Letâif derslerini, nefy ü isbat ve murakabelerini, Allah (c.c.)’ın her an bizi müşahede ettiğini, sonsuz kudret ve tecellilerini tefekkür etme derslerini talim etme hizmeti de bu fakire nasip oldu elhamdülillah. Bu köleliğimiz sayesinde şefaatine mazhar oluruz diye ümit ediyorum Rabbimden. İpek Hocamızın Son Günleri: Son birkaç senedir rahatsızdı Hocamız. Ramazan-ı Şerif umresindeyken felç geçirdiğini duydum, gönlüm pek yandı. Ara ara bu rahatsızlık devam etti. Sivas’ta bulunan kerimelerine Efendimiz (s.a.v.):“Babanı biz tedavi ettik.” buyururlar. Sıhhatli anlarında, hemen hemen bütün Cuma namazını Kalender Camii’nde kılarlardı. Rahatsızlıklarında da, kardeşlerimizin kolları arasında teşrif buyururlardı mescide. Namaz kılmak için ayağa kalktığımızda:“Ben Efendimle namaz kılacağım.” dedi ve en son görüşmemiz de bu oldu. Bu sene Hacc dönüşünde Kayseri tıp fakültesinde yoğun bakımda olduğunu duyduk Hocamızın. Ailecek  ziyaret ettik onu. Kırk gün sonra da bir Perşembe günü, on bir otuzda Dâr-ı Bekâ’ya yolcu olduğunu duyduk. Yolda karşıladık, teçhiz, tekfin işlerinde bulunduk ve Cuma namazını müteakip büyük bir katılımla cenaze namazını kıldık. Meydan adeta huzurla dolmuştu. Cenazeye sanki melekler ve ârifler de katılmış gibi bir hal geldi bize. Daha sonra öğrendim ki, Fahr-i Âlem (s.a.v) de iştirak buyurup, Hocamız da kendi cenaze namazlarını kılmışlar. Vefatından üç gün önce de Üstazı H. Hasan Efendi (k.s.), ruhen ve manen arıtmışlar onu vâsıl-ı illallah olması için. Sâlâyı verdirirken, Allah’ın velisi, H. Hasan Türkmenoğlu diye ilan edin demiştik kardeşlerimize. İrtihalinden önce pek çok rüyalar görülmeye başlandı. Yahyalının deniz olduğunu, hocamızın o gemiye bindiğini anlattılar. Yalnız, bu gemi ârifler, âşıklar gemisi, Kendileri de hayatlarında böyle bir geminin hazırlandığını haber vermişler. Kalender Camii’nde evsafından konuşurken Hocamızın, cemaatten bir kardeşimiz şunu anlattı bize:“Ben Rabbimizi gördüm, o huzurda İpek Hocamız da bulunuyordu.” Dostlardan biri de, kabirler görür rüyasında. Bir kabir var ki, onun ortasında Beyt-i Muazzam’a, Kâbe var. Bu kabir İpek Hoca’nın kabri, bu kabristan da Cennetü’l Mualla, derler. İpek Hocamız, Cennetten çok anlatır ve içinden de çıkamazdı. Hocam! Bahsinde içinden çıkamadığın Cennet’te ebedi kalır ve Rabbimiz (c.c.)’in Cemâlini de seyredersin İnşaallah.

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak