Ara

el-Alîm (cc)

el-Alîm (cc)

el-Alîm (cc): Her şeyi hakkıyla ve tüm detaylarıyla bilen. İlminin her mâlûmâtı ve mevcûdâtı kuşattığı mutlak âlim, var olanı varlık hâlinde de, var olmadan da, yok olduktan sonra da bilen ve takdîr eden, göğüslerin içinde sır olanları bile tüm detaylarıyla ve ilmiyle kuşatan, ilminin hiçbir şeyi dışarıda bırakmadığı mutlak ilim sâhibi anlamında, Allah Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâ’sından biridir. el-Alîm ismi, sıfat-ı müşebbehe kalıbında kullanılmıştır ki Allâh’ın (cc) ilminin sonsuzluğunu, detaylara vukûfiyetini ve devamlılığını ifâde eder. Yüce Allah mutlak âlim olduğu için ilme çok önem vermiş ve Kur’ân’da 900’den fazla âyette ilim kelimesini ve türevlerini kullanmıştır. Yüce Allah 13 âyette Kendisinden Âlim diye bahsetmiştir. Allâh’ın el-Alîm ismi Kur’ân’da 161 âyette geçmektedir. Bu kadar çok kullanılmasının hikmetleri, araştırmaya ve üzerinde çalışmaya değer. Bizim kanâatimize göre bu hikmetlerden biri; Allah tikel ve tekilleri bilmez diyen yaygın felsefî anlayışa evrensel bir cevap olmasıdır. Ayrıca müşriklerin yontularına ve câhil tanrı anlayışlarına karşı sonsuz ilim sâhibi Allâh’ı ilmiyle tanıtmaktır. Peygamber Efendimiz de, el-Alîm ismini esmâ-i hüsnâ içerisinde saymıştır. (Tirmizî, Daavât, 82.)

Allah Teâlâ, tüm denizler mürekkep ve ağaçlar kalem olsa, bir o kadarı da yeniden eklense dahi ilmi yazmakla tükenmeyecek olan sonsuz ilim sâhibidir.1 İlmiyle mahlûkâtı karanlıklardan nûra çıkaran, hidâyet veren, ilim sıfatının tecellîsi olarak vahiy ve kitap gönderendir. İlmin zıddı cehâlettir ki Allah Teâlâ hakkında düşünülemez. “Allah sâdece tümelleri bilir; tikelleri ve tekilleri bilmez.” diyerek O’na cehâlet atfetmek küfürdür. Allâh’ı ilk muharrik kabûl eden rasyonalistler ve deistler böyle bir sapkınlığa erken dönemlerde düşmüşlerdir. Allah Teâlâ’nın ilmi kendindendir. Mahlûkâtın ilmine benzemez ve kesbî değildir. O’nun ilminde nisyan söz konusu olamaz. İnsan şu âyeti okuyunca Allâh’ın ilmi karşısında acziyetini fark etmektedir: “(Yaratılmışların algı ve idrâk sınırlarının ötesinde bir âlem olan) gayb’ın anahtarları O’nun elindedir; O’ndan başka hiç kimse gaybı bilemez. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilmektedir. O’nun bilgisi dışında, ne dalından bir yaprak düşer, ne de toprağın derinliklerine bir tohum. (Evet, canlı-cansız), yaş-kuru hiçbir şey yoktur ki varlık kânunlarının yazılı bulunduğu apaçık bir Kitapta kaydedilmiş olmasın.”2 Âyeti gözümüzde somutlaştıracak olursak ne derin anlamlar ifâde ettiğini anlarız. Düşünün ki dünyâdaki herhangi bir ormandaki bir iğne yapraklı ağaçtan bir parça bile ilâhî müsâade olmadan yere düşmüyor. Bunun anlamı, Allah Teâlâ tekilin tekilini bile tüm ayrıntılarıyla bilir. İşte bu âyete hakkıyla îmân eden bir Müslüman, her türlü ideolojiyi -başta deizm olmak üzere- yerle bir eder. Aristo felsefesindeki tanrı anlayışının ne kadar çarpık olduğunu kavrar. El-Alîm isminin, el-Habîr, es-Semî’, el-Latîf, el-Hakîm, el-Basîr, el-Muhît, el-Vâsi’ esmâsıyla anlam yakınlığı vardır.

Müslüman bir kimsenin Allâh’ın el-Alîm isminden alması gereken nasip; sürekli ilim öğrenmeye tâlip olmak ve bu uğurda yılmadan çalışmaktır. İlimde derinleşmek, bildikleriyle amel etmek, öğrendiklerini paylaşmak ve ilmi gizlememek de kulun ilim sıfatından alması gereken payla ilgilidir. Allâh’ın el-Alîm isminden gerekli nasîbi alan bir kimse ilmini istikamet üzere kullanır. İlmiyle peygambere vâris olur. Âlim olmanın sorumluluğunu yüklenerek ümmetin önüne düşer ve onları küfürden, şirkten, nifaktan, zulümden, fısktan ve her türlü ideolojik kirlenmeden korur. Ümmetin sorunlarını ictihâdî birikimiyle çözer ve Müslümanları boşlukta bırakmaz. İlmini hiçbir zaman firavun saraylarının ve zâlim siyâsetin tahkîminde kullanmaz. Müslümanları her türlü kötü sözden; iftirâdan, gıybetten, yalandan, argo ifâdelerden ve felsefî mekteplerin din karşıtı söylemlerinden sakındırır. Onların yedikleri ve içtikleri konusunda ümmeti aydınlatır. Vücûda zararlı yiyecek ve içecekleri, uyuşturucu türlerini Müslümanlara anlatarak onların uyanmasına vesîle olur. Âlim olan okuyup öğrendikçe Allah Teâlâ’nın ilmi karşısında kendi acziyetini anlar ve tevâzuu artar. İlmini az bir geçimlik uğrunda pazarlık konusu yapmaz. İlim öğrenip gerekli nasîbi alan birisi bilgisi nedeniyle kibirlenmez ve ilim öğrenmenin nihâyete erdiğini kabûl etmez. Öğrendiklerini tahrif ve tebdilden uzak tutar. Bilgiyi paylaşırken toplumun dilini ve psikolojik yapısını iyi bilir. İlmi kimden aldığına dikkat eder ve liyâkatsiz kimselerden ilim öğrenmez. Öğrendiklerinden mülhem kalıcı eserler vermeye gayret eder. İlimden nasîbini alan bir âlim, ferd ve toplumdan kopuk olmadığı gibi insanlık için yararsız konuları fildişi kulelerde paylaşmak gibi bir hatâya düşmez.

Allâh’ın el-Alîm isminden gereken nasîbi alan bir Müslüman, maddî ve mânevî ilimleri öğrenmenin farz olduğunu anlar. Onun için fıkıh ile fizik, kelâm ile kimyâ, hadis ile matematik, tefsir ile geometri, tasavvuf ile tıp, ahlâk ile astronomi vb. farziyet olarak birdir. Ümmet bu ilimleri tahsîl etmezse sorumlu olur. Terâzinin bir kefesi yerde olup biri yukarıda kalırsa denge bozulur; Müslümanlar ikisinden birinde geri kalırlar. Hâlbuki Yüce Allâh’ın el-Alîm isminden gerekli payı alan Müslümanlar dünyâda ilmî gerilik yaşamazlar. Mutlak âlim Allah olduğu için Müslümanlar her çağda tüm insanlık için ilmin merkezi olmak zorundadırlar. İlmen gerileyen, bilimsel çalışmalardan mahrum yaşayan, başkalarına muhtaç olup ilimle berâber ecnebî kültür ve hayat tarzlarını ülkelerine ithâl eden, ilmî özgünlük yerine bilgiye kompleksli yaklaşan, ilmî sonuçları kâfir siyâsasının emrine veren anlayışların, Allâh’ın el-Alîm isminden aldıkları zerre kadar pay yoktur.


Dipnotlar

1 Kehf 18/109, Lokman 31/27

2 En’am 6/59

Ekim 2020, sayfa no: 32-33-34

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak