Ara

Sivil İtâatsizlik ve Siyâsal Sonuçları

Sivil İtâatsizlik ve Siyâsal Sonuçları
Siyâset felsefesinde sivil itâatsizlik fenomeni çok sofistike incelenmesi ve anlatılması gereken bir konu olmasına rağmen, bulunduğumuz zemînin bir akademik nitelik taşımaması ve konunun okur kitleleri nezdinde anlaşılabilmesi için gündelik hayâtımızdan ve yaşadığımız siyâsal atmosferden vereceğimiz örneklerle, konunun daha sarih olarak anlaşılmasına katkı sunmaya çalışacağız. Hindistan, bağımsızlığını Gandhi’nin önderliğinde ve Sivil İtâatsizlik yöntemiyle gerçekleştirmiştir. Târihte benzer ve farklı uygulamaları olmakla birlikte, yakın zamanda Sırbistan’da Slobodan Miloseviç’in siyâsî iktidârına son verme girişimi olan Otpor Eylemi’nde sivil itâatsizliğin önemli payı olduğu dile getirilmiştir. Kezâ Mısır’da diktatör Mübarek ve Sisi’ye karşı İhvan’ın verdiği mücâdele yine yüzyılın benzersiz Sivil İtâatsizlik eylemlerinden birisidir. Henüz başarıya ulaşmasa da Mısır halkının erdemli, İslâmî ve kahramanca direnişini târih altın harflerle yazacaktır. Âdil ilişkilerin az olduğu, devletin varlığını ve/ya resmî ideolojisini baskı esaslı yasalarla zorla devâm ettirdiği ülkelerde pasif bir isyan türü olarak karşımıza çıkan Sivil İtâatsizlik, bireylerin aynı amaç etrâfında kollektif vicdânî karşı duruşunu temsîl eder. Aslında söz konusu kuram, insanoğlunun doğasında bulunan ‘İsyan’ ve ‘İtâat Etmeme’ duygusunu tahrik ve manipüle etmekten geçmekte ve bunu toplumsal bir dalga hüviyetine kavuşturarak otoriteyi tesirsiz kılma, hükmettirmeme, zayıflatma gibi amaçları taşımaktadır. Sivil İtâatsizliğin olması gereken en önemli tarafı sağlam bir ‘ahlâkî zemîne’ dayanıyor olmasıdır. Etik boyutu eksik, ne amaca hizmet ettiği belli olmayan, eylemin gerçekleştiği toplumun çıkarlarını koruyamayan ve yine toplumun değerlerinden bağımsız her eylem türü kitleselleşemeyecek, taban bulamayacak, işlevsiz kalarak bitecektir. Hâricî güçlerin kumpasıyla, telkini ve tertibiyle hayat bulacak, popüler çıkış ve argümanlarla kalabalıklar toplayacak ama nihâî amacı toplumun özgürleşmesine ve kalkınmasına katkı sağlamayacak eylem türleri ise ilgili topluma kaos dışında alternatif bir yol bırakmayacaktır. Yaşadığımız şu günlerde Ukrayna’nın otoriteye başkaldıran kitleler tarafından nasıl yakılıp yıkıldığını ve durumdan vazife çıkaran Rusya’nın Kırım’ı nasıl oldubittiyle ilhâk ettiğini görüyoruz. Türkiye’de kamu kurumlarından dışlanan, üniversitelerde okuma hakları ellerinden alınan ve toplumda ötekileştirilen başörtülü kızların destansı mücâdelesi kaynağını İslâm’ın cihâd ruhundan alan sivil itâatsizliğin anıtlaşmış örnekleri arasındadır. Hatırlarsanız 1997 yılında İstanbul Üniversitesi önünde dört ay süren, her gün 1 saat oturma eylemi yapılmıştır. Ekim 1998 yılında yapılan “Özgürlük İçin Elele” eyleminde ise Türkiye’nin pek çok yerinde insan zincirleri oluşturulmuştur. Yakın Türkiye târihinde başörtülü kızların inançları için verdikleri sivil itâatsizlik örnekleri her türlü takdirin üzerindedir.  TÜRKİYE KATILIMCILIK ve SİVİL İTÂATSİZLİK Türkiye’de muhtelif siyâsî ve sosyal çevrelerde katılımcılığın pekiştirilmesi ve yeni bir sivil toplumun inşâsı ile ilgili bir tartışma uzun süredir yapılagelmektedir. Katılımcılığın kökleşmesi adına yapılan bu tartışmalara son zamanlarda daha uygun bir zemin oluştuğunu söyleyebiliriz. Türkiye ki sistem kendine özgü gerekçeleri olan, resmî ideolojinin korkularıyla şekillenmiş bir paradigmaydı. Ulusalcı, Militer ve Laikçi özelliğiyle ön plana çıkan bu resmî görüş, katılımcı bakışın gelişmesiyle gerçekleştirilen hamlelerle eskisine nazaran daha hukuka uygun bir devletin güçlenmesini sağlamıştır. Böylece devletin kavgalı olduğu üç sosyal ve siyâsal kesim olan Dindarlar, Kürtler ve Alevilerle anlamlı bir barış ortamı doğmuş, “Devletin Halkı” yerine “Halkın Devleti” gerçeği oluşmaya başlamış, bu da meşruiyet temelli yeni Türkiye’nin doğmasına kapı aralamıştır.  İçe kapatılmış ve ceberut bir yönetim ile ülkenin tüm kaynakları belli sınıfların ve ülkelerin emrine verilmiş militer Türkiye panoramasından, demokratikleşmiş, kalkınmış ve kadîm târihi ile barışmış bir Türkiye gerçeğine giderek yaklaşmanın, küresel ve bölgesel sonuçları olmuştur. Özellikle bölgeyi Siyonist emellerine göre şekillendirmek isteyen İsrail’in yakın tehdit alanına girdiğimiz bir gerçektir. Sosyal bir katman olarak berraklaşan Orta sınıf ekonomik yaşamı canlandıran temel sâik rolüne gelirken, orta sınıftan nemalanan küresel Faiz Lobisi ve yerli ortakları, mâkûl kârlarla yetinmeyip geçmişte istikrarsız ekonominin meydana getirdiği yüksek fâiz oranlarının beklentisiyle ‘istikrâra’ ve ‘kalkınmaya’ pusu kurmuşlardır. Aynı Siyonist emellerle mevcut yönetime darbe girişimleri yapılmış,  kurgusu önceden düzenlenmiş ve kodları belirlenmiş bu sosyal kalkışma, başlangıçta çevre duyarlılığını esas alan bir çıkış noktası benimsese de, gelişen olaylar durumun bu kadar mâsum olmadığını göstermiştir. Ülkenin cadde ve sokaklarının yakılıp yıkılmasını, kamu binâlarının, araçlarının tahrip edilmesini, ambulanslardan bile öfkesini esirgemeyen cinnet hâlindeki kitlelerin kontrolsüz hâllerini basit bir çevre duyarlılığı ile izah etmek safdilliktir. İstemleri hükümferma olmayan küresel aktörler, sokak eylemleriyle ülkenin yönetilemez hâle getirilmesini planlamışlardır. Tipik vandalizmle açıklanacak bu sosyal kalkışmaya motivasyon veren güçlerin; eski Türkiye’nin özlemi içinde olan kesim ve bunlara uluslararası mecrâlarda destek veren küresel Faiz Lobisi olduğuna dâir ciddî istihbârat raporları vardır. Öyle ki, ülkenin ekonomik kaynaklarının eski düzenin devâmını isteyen kesimlere tekrar aktarılmasını hedef alan ve bölgesel güç vizyonundan Türkiye’yi mahrum bırakmak isteyen bu çevreler, barış ilân ettiği kesimlerle devleti tekrar kavga ettirmeyi amaçlamışlardır. Özce; istikrarsız, iç kavgadan başını kaldırmayan, mâlî kaynakları istedikleri güçlerin elinde olan bir Türkiye, beklentileri tamâmen karşılayacak bir ölçeklendirmeydi. Toplumun vandalizme destek vermemesi ve iktidârın ülke için çizdiği perspektife inancın devâm ettiği yönünde alınan güçlü sinyaller sonucu aktif sokak hareketleri bastırılmıştır. Kamu düzeni yeniden tesis edilmiştir. Önemli ölçüde özgürlüklerin hüküm sürdüğü Türkiye’de bu sefer Sivil İtâatsizlik eylemleriyle seçilmiş iktidârı ve otoriteyi sarsmak, etkisiz kılmak ve görevden uzaklaştırmak için bir dizi eylem planlandı. Duran adam, Koşan Adam, Oturan Adam vs. Yukarıda Sivil İtâatsizlik eyleminin, dayanması gereken sağlam ahlâkî boyutunun olması gerektiğine vurgu yapmıştık. Yüksek ahlâk bilinci ile inşâ edilmeyen her eylem, başarılı olsa da sonu hüsrandır. Ülkenin 11 yılda elde ettiği özgürlük ve ekonomik kazanımlarını hedef alan, ülkenin bölgesel güç olma vizyonunu kaybettirme niyetli ve eski Türkiye’nin özlemi içinde olanların amacına hizmet edecek bu kalkışmanın ahlâkî boyuttan tümüyle yoksun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Seküler yaşam tarzının tehlikeye girdiği zırvasıyla ayaklanan komprador burjuvazinin, ithâl/lüks araçlarla yollarda klakson çalarak protesto ettikleri sivil iktidar aslında onların konforlu yaşamlarının temel güvencesiydi. Ticârî mekânlarda alkol satmanın belirli saatlerle sınırlandırılması, yine sağlıklı nesillerin devâmı için alkollü içeceklerin özendirilmemesi Batı toplumlarında da geçerli olan yasalardı. Bütün bunlar otoriterleşen bir Türkiye fantezisi çizmeye çalışan eski Türkiye sevdâlılarının kurguları ve ajitasyonlarıydı. Nitekim tutmadı. Sivil İtâatsizlik bağlamında sosyal medyada yaygınlaştırmaya çalıştıkları Duran Adam eylemi sembolik birkaç deneyim dışında anlam kazanmadı. Kitleselleşemedi. İşlevsiz kaldı. Çünkü kamu vicdânı bu konuda yeterli kanâate sâhip değildi. Kitleler, duygularının kullanıldığı, ülkenin geçmiş karanlık günlere tekrar çekileceği korkusuyla sözü geçen aktif ve pasif eylemleri sonlandırmışlardır.Aslında yapılan bu barbarlığın Sivil İtâatsizlik olduğu da kuşkuludur. Meşrû otoritenin tamâmen ortadan kalkmasını amaç edinen bu girişim Sivil İtâatsizlik ile bağdaşır mı? Siyâset felsefecileriyle tartışmak lazım. Gezi’den bu yana Türkiye’nin yaşadığı süreçler, bu mâsum tepki rûhundan yoksundur. Küresel aktörleri vardır ve sistematik kuşatmayla devleti ele geçirmeyi ve seçilmiş siyâsal iktidârı işlevsiz bırakmayı amaçlamaktadır. İçinde Mücâdele Ahlâkı olmayan bir davranışla seçilmiş hükümet ve taraftarları hedefe alınmıştır. Ancak Derin Millet olarak adlandıracağımız toplumun sağduyulu kesimi irâdesine sâhip çıkarak, sivil iktidâra meydanlarda ses getirecek desteği vermiştir. Sivil İtâatsizlik eylemiyle sokaklarda istediklerini alamayan güçler, son kozlarını oynayacak, tezvirat, iftirâ, montaj, şantaj her türlü ahlâksızlığı içinde barındıran bir kumpasla iktidârı kamuoyu önünde yıpratacaklardı. 17 Aralık bürokratik darbe planı buydu. Faiz Lobisi’nin paralel uzantıları devleti, âdeta devletin silahıyla vurmaya teşebbüs edecekti. Güvenilerek devlette istihdâm edilmiş kişiler, düğmeye basılmasıyla canavarlaşmış bir duyguyla kendi devletinden intikam alma yoluna gidiyor, yaşadığı ülkenin hükümetini ve Başbakanı’nı hedefe koyuyordu. Ne adına, kim uğruna.? Gerek eylem ahlâkı, gerekse mücâdele ahlâkı olmayan bu zümrenin olası başarı kazanması hâlinde ülkeyi getirecekleri aşamayı Ukrayna örneğinde yaşayarak gördük. Aktif eylemle başlayan, pasif eylemle (Sivil İtâatsizlik’le) devâm eden ve devleti içeriden vurarak süren eylem biçimleri, yasal yönetim erkini tümüyle pasifize etmeyi amaçlamıştır. Ülkeyi küresel bir aktör olma misyonundan geri bırakmayı hedeflemiştir. Kendi zümresel çıkar ve üstünlükleri için vatanını gözden çıkaran bu insanlar, toplumumuzun sonuna kadar dışlayacağı ve öfke duyacağı kesim olacaktır. Konuyu özetlemeye çalışırsak hilafsız bir reaksiyon özelliği taşıyan Sivil İtâatsizlik, sâhip olduğu ahlâk ve amaçladığı hedef istikâmetinde kitleselleşir ve anlam kazanır. Her toplumun sâhip olduğu değerler sistematiği ve mücâdele rûhu bu Sivil İtâatsizliği sürükleyen veya durduran faktörlerdir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında diktatörler tarafından korkuyla terbiye edilmiş kitleler, kollektif eylem yapamaz hâle getirilmişlerdir. Fakat Arap Baharı, pasif direniş rûhuyla yine benzersiz bir Sivil İtâatsizlik örneğidir. Özellikle Mısır’da diktatör Hüsnü Mübarek’i saltanatından indiren Tahrir Meydanı, bu konuda önemli ve ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ancak Mısır’ın geleceğini, kendi saltanatları için tehlikeli gören yakın komşu ülkeler ve İsrail, yüzyılın en büyük ahlâk ve erdem eylemine savaş açmıştır. Halkın özgür irâdesiyle seçtiği Mursi ve yakınları tutuklanmış, Mısır tekrar içe kapatılmış, ekonomik fakirleşmesinin devâmı istenmiş, Siyonizmin ehlîleştirdiği sâdık bir ortak hüviyetine dönüştürülmüştür. Özgürlüğün meydanı Tahrir, darbecileri destekleyen bir Utanç Meydanı’na dönüşmüştür. Sivil İtâatsizliğin yeni merkezi Rabia Meydanı aylarca Mısır Halkı’nın özgürlük seslerine sahne olsa da, jenositi andıran kanlı baskınlarla Mısır Halkı’nın özgür irâdesine gem vurulmuştur. Mısır ve Mursi’nin direnişi yine Gandhi’den sonra dünyâ insanlığının gördüğü en erdemli ve ahlâklı Sivil İtâatsizlik örneğidir. Tek farkı, şimdilik Mısır’da nihâî başarı kazanılamamıştır. Küresel aktörler inisiyatif alarak Ortadoğu’da İsrail’in stratejik çıkarlarını ve güvenliğini Türkiye’den sonra tehdit edecek yeni bir güce izin vermemişlerdir.  Toplum kesimlerinin hakkı üstün tutmak ve adâletli bir sosyal yapı inşâ etmek adına, târih boyunca sürmüş bu Sivil İtâatsizlik eylem türünü canlı tutacakları bir realitedir. Dış faktörlerden bağımsız, ülkenin değerleriyle barışık, kalkınmayı, özgürleşmeyi ve halkın barışını, güvenliğini esas alan her eylemin meşrûiyeti vardır.  Yahya İlker Şatana

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak