Ara

Nimetin Kıymetini Ancak Kaybeden Anlar!

Nuriye Eycan Ayakkabıcı yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi. Adam ayakkabıların en güzelini ön tarafa koyunca küçük çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı hem de güçlükle. Adam ona bir kez göz attı, çocuğun üstündeki pantolonun sol kısmının dizinin alt kısmı boştu. Bu yüzden de pantolonun boş paçası sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar sanki onu kendinden geçirmişti, bir müddet öyle durdu. Çocuk daldığı hülyâdan çıkıp yola koyulduğunda adam dükkândan dışarı fırlayıp “Küçüüük!” diye seslendi. “Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!” Çocuk, ona dönerek: “Gerçekten çok güzeller!” diye tebessüm etti, “ama benim bir bacağım doğuştan eksik.” “Bence önemli değil!” diye atıldı adam. “Bu dünyâda her şeyiyle tam insan yok ki, kiminin eli eksik kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdânı.” Küçük çocuk bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: “Keşke vicdânımız eksik olacağına ayaklarımız eksik olsa idi.” Çocuğun kafası iyice karışmıştı, bu sefer adama doğru yaklaşıp “Anlayamadım!” dedi. “Neden öyle olsun ki?” “Çok basit!” dedi, adam. “Eğer vicdânımız yoksa cennete giremeyiz, ama ayaklar yoksa problem değil. Zâten orda tüm eksikler tamamlanacak.” “Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler.” Küçük çocuk bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar hafiflemiş gibiydi. Adam vitrini işâret ederek: “Baktığın ayakkabı sana yakışır!” dedi. “Denemek ister misin?”  Çocuk başını sallayıp: “Üzerinde 30 lira yazıyor, almam mümkün değil ki!” dedi. “İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!” dedi adam,  “bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.”  Çocuk biraz düşünüp: “Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!” dedi, “Onu kim alacak ki?” Amma yaptın ha!” diye güldü adam. “Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.” Küçük çocuğun aklı bu sözlere yatmıştı. Adam devâm ederek: “Üstelik de öğrencisin değil mi?” diye sordu. “İkiye gidiyorum!” diye atıldı çocuk, “Üçe geçtim sayılır.” “Tamam işte!” dedi adam. “5 lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!” Ayakkabıcı çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi ve çıkarttığı eskiyi göstererek “benim satış işlemim bitti” dedi. “Sen de bana bunu satsan memnun olurum.” “Şaka mı yapıyorsunuz?” diye kekeledi çocuk, “Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?”  “Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş...” dedi adam, “Antika eşyâlardan haberin yok herhâlde, bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden senin eski ayakkabın bence en az 30-40 lira eder.” Küçük çocuk, ardarda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyâda olmalıydı, hem de hayatındaki en güzel rüyâ. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra 10 liralık banknotu adama geri vererek:  “Bana göre 20 lira yeterli.” dedi. “İndirim mevsimini başlattınız ya!” Adam onu kıramayıp parayı aldı ve bu arada onun yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer dükkânındaki bütün mallarını bir günde satsa böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk yavaşça yerinden doğruldu sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip. “Babam haklıymış! Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek olmadığını söylemişti” diyerek, büyük bir mutluluk ve şükürle oradan ayrıldı. Bu öyle acı bir tecrübedir ki nimetin kıymetini ancak kaybeden anlar. Gençliğin kıymetini ihtiyarlar, sağlığın kıymetini hastalar, zenginliğin kıymetini yoksullar, boş vaktin kıymetini ise birçok sorumluluğu ve meşgûliyeti olup da zaman yetiremeyenler bilirler. Oysa yüce Allâh’ın verdiği nimetler o kadar çok ve sonsuzdur ki bizler bunun farkına varmadan an gelir elde edemediğimiz birçok şey için üzülürüz, an gelir isyân ettiğimizin bile farkında olmadan, elimizde kalanların kıymetini bilmeden, kaybettiklerimize ah vah ederiz. Âyet-i Kerîme’de: “Allâh’ın nimetini sayacak olsanız sayıp bitiremezsiniz.”(1) buyurulmaktadır. Hz. Abdullah b. Abbas (ra), Peygamber Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Beş şey gelmeden evvel şu beş şeyi ganîmet bilip değerlendir: “İhtiyarlık gelip çatmadan evvel gençliğin, hastalıktan evvel sıhhatin, fakir düşmeden evvel varlıklı olmanın, meşgûliyetten evvel boş zamanın ve ölüm gelmeden evvel hayâtın kıymetini bil, bunların hakkını ver!”(2)   Süfyan-ı Sevri Hazretlerinin şu güzel sözü mutluluğun aslında hiç de zor olmadığını öğütlemektedir bizlere: “İnsanların en mutlusu kâlbi ilimle dolu, bedeni sabırla süslü olup elindeki ile yetinendir.” Rabbimiz bizleri şükredebilen kullardan eylesin inşâallâh. 1- İbrahim, 34 2-Hâkim, Müstedrek

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak