Ara

Nefsi Dize Getirme Yöntemleri: Riyâzet Usulleri

Abdullah Sivaslı   ‘Nefsin isteklerini kesmek, asgarîye indirmek ve nefse zor gelen şeyleri ona yaptırmak’ şeklinde târif edilen riyâzet konusu üzerinde sûfîler detaylı bir şekilde durmuşlardır. Mânevî hassâsiyetlere sâhip maddî bir bedene ulaşma arzusu sûfîlerin bu konuda hedefleri olmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de ifâde edildiği gibi nefs dâimâ kötülüğü emretmektedir1 ve sûfîler de nefsin bu tasallutundan kurtulup en azından ‘nefs-i mutmainne’2 makâmına ulaşmış bir hâl ile yaratıcılarına kavuşmayı arzulamaktadırlar. Bir dönüşüm ve değişimin sembolü olan riyâzet sürecinde sâlikin/dervişin nelere dikkat etmesi gerektiği, meselâ beslenmesi, konuşması, uyuması ve ibâdet yoğunluğu gibi konular farklı tarîkatlarda farklı miktarlar/oranlar dile getirilerek uygulanmıştır. Hepsinin temelde hedeflediği husus ise Hz. Peygamber’in (sav) tavsiye ettiği yeme, konuşma ve uyuma ile alâkalı âdâblara riâyet ederek rûhu canlı hâle getirerek nefsi rûhun emrine verebilmektir.3 Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de nefsini arındıran kimsenin yâni nefsini rûhunun emrine veren kimsenin temizlenip kurtulabileceği ifâde edilmiştir.4 Riyâzetle nefsini dize getiren birçok isim bu sürecin önemini vurgulamıştır. Örneğin Feridüddin Attar, ‘On iki yıl riyâzetle meşgûl oldum. Ve uzun yıllar riyâzetim sürdü. Nefsimle savaşı netîce itibâriyle kazandım ve nefsin cenâze namazını kılarak onun tasallutlarından kurtuldum’5 demiştir. Peşpeşe kırk erbain çıkaran Abdülehad Nûrî-i Sivasî6 ve kırk yıl riyâzetle ömrünü geçiren Abdülkâdir-i Geylanî de, riyâzet netîcesinde toprağa giren bir tohumun çürüyüp yeşillenmesi veya kozası içerisindeki bir tırtılın netîcede rengârenk bir kelebeğe dönüşmesi gibi dervişin de riyâzet netîcesinde ilâhî lütuflara ulaşabileceğini vurgulamışlardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı ise talebesi Avnikli Molla Halil’e ‘Ve daḫî riyâzet ve tehzīb-i aḫlāḳ itmege cidd ü cehd idesin. Yanī nefis muḳtezāsın virmeyüp açlıġa ve ṣusuzluġa ve uyḳusuzluġa ve sāir mekkāre-i bedeniyyeye taḥammül ḳılasın. Zīrā abdal abdāl olmadılar. İllā ki cū ve seher ve uzletle olmışlardur. Beyt:   Riyāżet-i āb [u] hevā ṣafāsını bulsun Göŋül küdūretini hep cilā idersin sen’ tavsiyesinde bulunmuştur.7 Hacı Bektaş-ı Velî, Horasan’dan Anadolu’ya gelişi esnâsında uğradığı yerlerde halvete girip çile çıkarmış, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî altmış üç yaşından sonra yeraltında kendine bir mezar kazdırıp ömrünün sonuna kadar burada çile ile meşgûl olmuş ve İmam Gazâlî içerisine düştüğü entelektüel krizden halvetle yâni riyâzet uygulamalarıyla kurtulmuştur.8   Sûfîlerin düşünce sistemine göre dünyâ lezzetinden/zevkinden Allah rızâsı için vazgeçen kimseye Allah Teâlâ daha kıymetli nimetlerin kapısını aralamakta ve onları rabbânî ilimlerle desteklemektedir.9 Mutasavvıfların bedenleriyle ilgili bu egzersizleri sâdece Allah rızâsı içindir10 ve netîcede ‘firâset’ ve ‘keşf’ denilen nimetlere kavuşma durumu söz konusudur.11 Sûfîler, keşfin ve gaybî tecrübelerin korunmuş olmadığını da ifâde etmiş ve istikâmeti tesis için Kur’ân ve Sünnet’e uymanın şart olduğunu belirtmişlerdir.12   RİYÂZET UYGULAMASININ FORMÜLÜ: ‘Kıllet-i Taâm, Kıllet-i Menâm ve Kıllet-i Kelâm’ Tasavvuf yolunda sâlikin/tâlibin, özelde belli bir süre genelde ise bütün hayâtını kuşatacak riyâzet sürecinde bir kontrol mekanizması geliştirebilmesi, bir başka ifâdeyle nefsine dur diyebilme alışkanlığı kazanabilmesi için çeşitli antrenmanlarla nefsinin terbiye edilebileceği vurgulanmıştır. Sûfîler nefisle mücâhedeyi/mücâdeleyi ifâde eden bu süreci ‘cihâd-ı ekber’ olarak görmüşlerdir.13 Sürecin önemini bu tesbitleriyle ortaya koyan sûfîler, bu süreçte sâlikin az yeme, az konuşma ve az uyuma ile ibâdetlere yoğunlaşmasını tavsiye etmişlerdir. Bu süreçte tefekkür ve tezekkür süreçlerini ihmâl etmemesini sâlike tavsiye eden sûfîler, bununla sâlikin kulluk şuurunun zirve noktasına ulaşmasını hedeflemişlerdir. İbrahim b. Edhem, sâlikin bu süreçte şu hususlara riâyet etmesi gerektiğini dile getirmiştir: ‘Sâlik ilk olarak nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmalıdır. İkinci olarak izzet (şan ve şöhret) kapısını kapatıp zillet kapısını açmalıdır. Üçüncü olarak rahatlık kapısını kapatıp cehd ve gayret kapısını açmalıdır. Dördüncü olarak uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını, beşinci olarak zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını, altıncı olarak ise emel (tûl-ı emel) kapısını kapatıp ölüme hazır olma kapısını açmalıdır.’14   ‘İnsanoğlu karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter’15 hadîs-i şerîfi gereğince sûfîlerin genel olarak az yemelerinin yanısıra uzlet/halvet süreçlerinde karınlarını doyurma konusunda daha da az miktarla yetindiklerine şâhit oluruz. İşrakî felsefenin önemli temsilcilerinden birisi olarak kabûl edilen Şeyh Sühreverdî’nin haftada bir gün yemek yemesi sûfîlerin bu konudaki tavrını yansıtan dikkat çekici bir örnektir.16 Hz. Mevlânâ’nın oruç tutmaktan renginin sarardığı ve ağzının suyundaki tadın midesine ulaşmaması için helile çiğnediği nakledilmiştir.17 Hz. Mevlânâ’nın ilk hocası Seyyid Burhâneddin Muhakkik-ı Tirmizî ise açlığın önemini şu cümlelerle dile getirmiştir: ‘Oruçtaki riyâzetler hepsinden de daha büyüktür. Geri kalan öteki riyâzetler buna nisbetle bir oyuncaktır. Burada, oruç husûsunda anlatılması îcâb eden şeyler var. Ama yavaş yavaş, hem de nefsin duymaması için hırsızlamaca anlatmak gerek. Her gün yenmesi âdet olan yemekten bir dirhemceğiz yahut biraz daha fazla, azar azar yiyeceği kısmakla mide boşalır, riyâzet meydana gelir. (Böylece) Allah için, hakkıyla savaşın hükmüne uyulmuş olur.’18   Uykuyu büyük ölçüde terkedip sâdece bedenin galebe çaldığı durumlarda uykuya teslîm olunması gerektiğini belirten sûfîlere göre uyuyarak Mevlâ’yı bulmak mümkün değildir. Sûfîlerin bu konudaki genel tavrını Nakşi Ali Akkirmânî’nin şu ifâdelerinde görmekteyiz: ‘Yatup hayvân gibi tâ subh olunca  Görünmez Hak nûru zâhid yatana.’19   Seriyyü’s-Sakatî ise bu konuda şu tesbitleriyle görüşlerini ifâde etmiştir: ‘Sûfî, hasta insanlar gibi yemek yer, suya batan kimseler gibi uyur ve mahcup kişiler gibi konuşur.’20   Şihabüddin es-Sivasî ise halvet/uzlet içerisinde bir anlayışı yaşam tarzı hâline getirmesi gereken tâlibe/sâlike bu süreçte şu hususlara riâyet etmesi gerektiğini söylemiştir: ‘a- Sâlik, bedeninin tamâmını guslü gerektiren şeylerden, âzâları hadesi gidermeyi gerektiren hususlardan ve nefsi isyân içeren günahlardan temizlemelidir. b- Halvete devâm edilmeli. c- Tâlib, Allâh’ı zikretmenin dışında konuşmayı terketmeli. d- Sâlik, sürekli oruç tutmalı. e –Tâlib, kalp huzûruyla güçlü bir şekilde dil ile Allah Teâlâ’yı zikre devâm etmeli. f- Sâlik, Allâh’a teslîm olmalı. g – Sâlik, bu süreçte kalbine gelen düşüncelere asla değer vermemeli. h- Tâlib, uykuyu terketmeli. k- Sâlik, helâlinden yemeyi azaltmalıdır.’21   Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse sûfîler, mânevî inşâ için maddî boyutta hassas dengeler gözetilerek hareket edilmesi gerektiği fikrinden hareketle riyâzet uygulamalarına önem vermişlerdir. Onlara göre, Allah Teâlâ kişinin/sâlikin/tâlibin halktan uzak kaldığı ölçüde açılacak gönlünü nurlarıyla ödüllendirilecektir. Yine sûfîlere göre sâlik, ilâhî lütuflara ulaşacağı bu riyâzet süreçlerini ibâdet, zikir, tefekkür, az yeme, az uyku, az konuşma ve ilmî faaliyetlerle daha etkili bir şekilde değerlendirmelidir. Bu usûlle birçok insanın maddenin esâretinden âzâde kılınıp mânâ âlemlerinin güvenli limanlarına ulaştırılmasına vesîle olan sûfîlerin bu hâllerinden günümüz insanının da çıkaracağı birçok ders olduğu kanaatindeyiz. Kişisel ve toplumsal anlamda gerçek bir huzur hâline ulaşmak isteniyorsa maddeye değil mânâya, sırf aklın değil kalbin de hoşnutluğunu ifâde eden îmâna, dünyevî beklentiler değil uhrevî hesaplar üzerine inşâ edilen bir anlayışın ifâdesi olan riyâzet sürecine ve bu süreçte Allâh’ın lütfettiği güzelliklere bir kez daha dikkatler çevrilmelidir.22 Çalışmamızı Eşrefoğlu Rûmî’nin sûfîlerin riyâzetle ilgili görüşlerini özetleyen şu çarpıcı ifâdeleriyle noktalayalım:   Nefsi zindan eylegil dâim riyâzethânede Kim halâs olup gidesin sen dahi ol hânede   Tak riyâzet zencirin boynuna nefsin aşk ile Tâ ki nefsin devlerin getiresin îmâne de   Bend edip nefsi bırak açlık susuzluk çâhına Zikr kılıcın ele al gir yola merdâne de   Evliyâ vü enbiyâ Hak yola böyle girdiler Nefslerin kahrettiler kıydılar hem câne de   Çünkü câne kıydılar küllî hevesden geçtiler Lâ mekândan da ileri gittiler seyrânede   Bend edip salmaz isen nefsi riyâzet çâhına Sen anın bendindesin hiç düşmegil gümâne de   Kim ki nefsi bağlayıp kılmadı kendüye mutî Nefse firkatte giriftâr oldu ol şeytâne de23   Dipnotlar: [1] Yusuf 12/53. 2 Fecr 89/27. 3 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 2004, s.11, 22. 4 Şems 91/9. 5  Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, Çeviren: Süleyman Uludağ, Mavi Yay., İstanbul 2002, s.177. 6  Abdülehad Nûrî, Mir’âtü’l-Vücûd ve Mirkâtü’ş-Şühûd, Süleymâniye Ktp. Hacı Mahmud Ef., Böl., nr., 2341, vr. 2a. 7 Ekrem Bektaş, ‘Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan Talebesi Molla Halil’e Öğütler’, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: VI, Sayı: XV (Aralık 2013), s.111. 8 Komisyon, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.233. 9 Aziz Nesefi, Hakikatlerin Özü, Çeviren: M. Murat Tamar, İstanbul 1997, s.103. 10 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili I, Mavi Yay., İstanbul 2006, s.205-206. 12 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Z. Kadiri Ugan, İstanbul 1990, c.I, s.271-273. 13 Muhammed Halim Şarkpuri, İmam-ı Rabbani, Konya 1978, Çeviren: Ali Genceli, s. I0. 14 Kuşeyrî, Risale, s.193. 15 Kuşeyrî, Risale, s.194. 16 Tirmizî, Zühd 47. 17 Molla Câmî, Nefâhâtü’l-Üns, Tercüme: Lâmiî Çelebi, Marifet Yay., İstanbul 1980, s.659;  Yusuf Ziya Yörükan, Şihabeddîn Sühreverdî ve Nur Heykelleri, Çeviren: A. Kamil Cihan, İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 119-120. 18 Mustafa Kaval, ‘Mesnevî’deki Nefis Kavramının Freud ve Din Psikolojisi Bağlamında Değerlendirilmesi,’ Kırgız-Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü Akademik Bakış Dergisi, Sayı: XXXVI, (Mayıs – Haziran 2013), s.9. 19 Seyyid Burhanettin Tirmizî, Maârif, Konya Mevlânâ Müzesi, Nu: 2118, s. 50. 20 Nakşî Ali Akkirmânî, Dîvân, (haz. Hikmet Atik), Ankara 2003, s. 149. 21 el-Kelâbâzî, et-Taarruf li-Mezhebi Ehli‟t-Tasavvuf, (tah. Mahmud Emin en-Nevevi), el-Mektebetu‟l-Ezheriyyetuli‟t-Turas, Kahire 1992, s. 28. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Öncel Demirbaş, ‘Riyâzet Eğitimi İle Gerçekleşen Mânevî Olgunluk’, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c: XI, Sayı: I, s.79 -90. 22 Şihâbüddin Sivasî, Risâletü’n-necât min şerri’s-sıfât, Süleymaniye Şehit Ali Paşa, No: 1391, 88b- 100a. 23 Zafer Erginli, ‘İç Dünyadan Hayata: Tasavvuf Günümüz İnsanına Ne Söylüyor?’, II. Bursa Tasavvuf Sempozyumu (Sempozyum Bildirileri), Bursa 2003, s. 91-110.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak