Ara

Musa (as) I

Prof. Dr. İsmail Yiğit  Firavun’un İsrailoğulları’nın Erkek Çocuklarını Öldürtmesi Hz. Yusuf’un dâvetinin ardından Yakub (as) ile birlikte Mısır’a giderek oraya yerleşen İsrailoğulları, giderek nüfuslarının artmasıyla ülkede önemli bir unsur haline gelmişlerdi. İsrailoğulları’nın hâkimiyetlerini tehdit edebileceklerini düşünen firavunlar, onlara baskı uygulamaya başladılar, devlet işlerinden uzaklaştırdıkları gibi mal ve mülklerini ellerinden aldılar. Kendilerini Güneş tanrısı Ra’nın oğlu kabul eden firavunlar, kendilerini ilah tanımayan İsrailoğulları’nı ağır işlerde çalıştırdılar, inşâat işlerini bütünüyle onlara yüklediler.   II. Ramses, İsrailoğulları’na yapılan zulmü daha da artırdı; yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi için bir kanun çıkardı. İsrailoğulları’ndaki hamile kadınlar takip edilir, erkek çocuk doğurdukları öğrenilince, bu çocukları öldürmekle görevlendirilmiş memurlara ihbar edilirdi. Ayrıca ebelere de, bu çocukları öldürmeleri emri verilmişti. Firavun, diğer taraftan da İsrailoğulları’nın kız çocuklarını sağ bırakıp onları Kıbtî erkeklerle evlendirmek sûretiyle Kıbtî nüfusu arttırmayı hedefliyordu. Kur’ân’da bu uygulama hakkında şöyle denilmektedir:   “Gerçekten Firavun, bulunduğu ülkede büyüklenip zorbalığa kalkıştı. O yerin halkını, fırkalara böldü. İçlerinden bir fırkayı zayıflatıp eziyor, onların oğullarını öldürtüyor ve kızlarını sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan biriydi.” ( Kasas sûresi, 28/4).   Allah Teâlâ’nın Ezilmişleri Üstün Kılma İrâdesi XIX. Hanedan firavunlarından olan II. Ramses, bu zulmü sayesinde saltanatını ebedileştireceğini zannediyordu. Ancak gerçek güç sahibi Cenab-ı Hak ise, bu zâlimin saltanatını zayıf düşürüp, ezmekte olduğu İsrailoğulları vasıtasıyla ortadan kaldırmayı arzu ediyordu. Bu defa da her türlü hakları ellerinden alınmış zayıflar Allâh’ın yardımıyla, gurur ve kibir sahibi zâlim müstekbirlere üstün gelecekti. Bu gerçek, şöyle dile getirilmiştir:   “Biz ise istiyorduk ki, o ülkede ezilmekte olanlara lütufta bulunalım. Onları dinde önderler yapalım ve (Firavun’un güç ve kuvvetinin) mirasçıları kılalım. Ve onları yeryüzünde kuvvetli hale getirelim. Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, sakındıkları şeyi, o zayıfların eliyle gösterelim.” (Kasas sûresi, 28/5-6).   Musa (as) kıssası, bir bakıma bu iki âyette özetlenen hakikatin gerçekleşmesinin anlatımından ibarettir. Musa (as) ve kavmi, çileli ve sıkıntılı bir sabır sürecinin ardından Allah tarafından desteklenerek bu mutlu sona ulaştırılmıştır (A’râf sûresi, 7/137).   Doğumu ve Sandık İçİnde Nİl’e Bırakılması Kur’ân’da ismi en fazla zikredilen peygamber olan Musa (as)’ın ismi, 34 sûrede 136 ayette geçmektedir. Bu durum, ulü’l-azm olarak isimlendirilen 5 büyük peygamberden biri olan Hz. Musa’nın peygamberler içindeki önemini ve yürütmüş olduğu tevhid mücâdelesinin ehemmiyetini göstermektedir. Dünyanın en zâlim ve en güçlü hükümdarlarından birinin zulmü altında ezilen halkı hakka davet için gönderilmiştir. Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e hitaben, onun tevhid mücâdelesinin mü’minler için örnek bir mücâdele olduğunu bildirmiştir (Kasas sûresi, 28/3).   Yakub (as)’ın oğullarından Levi sıbtına mensup olan Musa (as), Allâh’ın kudretini ve kendisine verdiği değeri gösteren fevkalâde bir şekilde dünyaya geldi, Allah Teâlâ, onun doğduğunda öldürülmesini engellediği gibi, onun bizzat ileride düşmanı olacak Firavun tarafından sarayda büyütülmesini sağladı. Babası Imran ve hanımı, erkek bir çocukları dünyaya geldiğinde, Firavun’un adamları tarafından bulunup öldürülmesi korkusuna kapılmışlardı. Ancak ilâhî yardım imdatlarına yetişti. Allah Teâlâ, Musa (as)’ın annesine, bebeğini emzirmeye devam etmesini, öldürülmesinden korktuğu zaman ise onu bir sandık içinde nehre bırakmasını vahy/ilham etti. Ayrıca ona, çocuğu dolayısıyla korkmamasını ve üzülmemesini söyledi ve onu kurtarıp bir süre sonra kendisine geri göndereceğini ve onu ileride peygamber olarak görevlendireceğini haber verdi. Bu ilâhî bilgi sayesinde rahatlayan ve verilen tâlimâta uyan anne, küçük yavrusunu bir sandık içinde Nil nehrine bıraktı (Kasas sûresi, 28/7).   Allah Teâlâ, Musa (as)’ın annesine, ayrıca bebeğini zât-ı bârîsine ve bebeğe düşman olan birinin yanında büyüttüreceğini ve iyi bir şekilde bakılmasını sağlayacağını, bu maksatla onu sevimli kıldığını da müjdelemişti (Tâhâ sûresi, 20/38-39).   Fİravun Aİlesİnİn Musa (as)’ı Nehİrden Alması Nil nehrinin suları, Musa’nın içinde bulunduğu sandığı, Firavun sarayının bulunduğu yere götürmüştü. Sandık içindeki bebeği gören cariyeler, onu alıp hemen kraliçeye getirdiler. Kraliçe bebeğin güzel yüzünü açtığında, kalbinde ona karşı kuvvetli bir sevgi hissetmişti. Ancak bu sahipsiz bebeğin, İsrailoğulları’ndan bir aileye ait olduğunu tahmin eden Firavun, onu öldürmekte kararlıydı. Belli ki, anne-babası, onu daha fazla gizleyemeyince, belki biri sahip çıkar ve ona bakar diye, sandık içinde nehre bırakmıştı.   Ancak korkulan olmadı. Çünkü kraliçe, Allâh’ın büyütülmesini sağlamak için sevimli kıldığı bu bebeği çok sevmiş ve ona candan bağlanmıştı.[1] Kocası Firavun’a, “Onu öldürmeyip evlât edinelim, bizim çocuğumuz olarak büyüdüğü takdirde, umulur ki bize faydası dokunur.” dedi. Firavun, hanımı Âsiye’nin bu teklifini kabul edince, Musa adı verilen bebek ölümden kurtulmuş oldu.   Firavun ve maiyeti, ilâhî kaderin kendileri için gizlediği gerçeği, yani nehirden çıkarıp evlat edindikleri çocuğun, ileride kendileri için bir düşman ve üzüntü kaynağı olacağını, saltanatlarının onun elinde sona ereceğini nereden bileceklerdi! Neticede Hz. Âsiye’nin ısrarları işe yaradı ve bebek saraya alındı.   “Firavun ailesi, ileride kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak çocuğu bulup getirdiler. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı. Firavun’un hanımı, ‘Bu benim için de senin için de sevinç kaynağı bir çocuk. Onu öldürmeyin; belki bize faydalı olur veya onu evlât ediniriz.’ dedi. Onlar, işin farkında değillerdi.” (Kasas sûresi, 28/8-9).   Diğer tarafta 3 aylık bebeğini sandık içinde nehre bırakan anne, Allah tarafından kendisine teminat verilmesine rağmen, telaş ve acelecilikten, neredeyse durumun anlaşılmasına yol açacak davranışlarda bulunup oğlunu ele verecekti. Ancak Allah tarafından kendisine verilen dayanma gücü ve sabır sayesinde bu hataya düşmedi. Çocuğunu kimin aldığını öğrenmek için kızına, sandığı takip etmesini ve küçük kardeşini kimin aldığını öğrenmesini söyledi. Neticede kız kardeşi, bebeğin saraya alındığını gördü. Bir yolunu bulup saraya girdiğinde, küçük kardeşi için sütanne ve bakıcı arandığını bu maksatla bebek sahibi bazı kadınların saraya getirildiklerini, ancak kardeşinin bu kadınlardan hiç birinden süt emmediğini gördü. Bu sırada onu emzirebilecek bir kadın tanıdığını, bu kadın ve ailesinin bebeğe çok iyi bakabileceklerini anlattı. Onu dinleyenler, bahsettiği kadını denemekte bir beis görmeyince, bebeğe süt vermesi için gerçek annesi saraya getirildi. Deneme bu defa sonuç verdi, çünkü önceki kadınlardan süt emmeyen Musa, hemen onun sütünü emmeye başladı.   Buna çok sevinen Hz. Âsiye, tanımadığı bu kadını sütanne olarak kiralamaya karar verdi. Onun, evdeki çocuklarını yalnız bırakamayacağını, dolayısıyla bebeğe ancak kendi evinde bakabileceğini söylemesi üzerine buna da izin verdi ve bebeği aralarındaki yakınlığı aklından dahi geçirmediği, öz annesine teslim etti. Bu durum, şüphesiz ki, en çok Musa’nın ailesini sevindirmişti.[2]   Fİravun’un Sarayında Büyütülen Musa (as)’a Hİkmet ve İlİm Verİlmesİ Çocukluğunun ilk yıllarını, öz annesinin kucağında kendi evlerinde geçiren Musa (as), süt emme çağının ardından saraya alındı ve orada büyüdü. Kur’ân-ı Kerim’de, onun çocukluk ve gençlik yılları hakkında bilgi yoktur. Ancak kendisini emziren öz annesinin, aklı ermeğe başladığı günlerde önemli oğluna sırrını açıp ona kim olduğunu açıkladığı, zulme mâruz kalan kavmi ve kavminin dini hakkında bilgi verdiği anlaşılmaktadır. Çünkü gençlik dönemiyle ilgili ilk bilgiler, uzun bir süre gizlemek zorunda kalmakla birlikte, onun İsrailoğulları’na yapılan zulme yakından vâkıf olduğu, bundan büyük bir rahatsızlık duyduğunu göstermektedir.   Musa (as), Allâh’ın yardımıyla sarayın kokuşmuşluklarından uzakta kalmayı başardı. Gençlik yıllarında, güzel ahlâk ve üstün faziletleriyle temayüz etmiş, Allah tarafından mükâfatlandırılmaya lâyık muhsinlerden biri olmuştu. Bedenî ve zihnî açıdan gelişip rüşdüne erince, Allah tarafından kendisine, hikmet ve ilim verildi. Keskin anlayış ve hükmetme kabiliyetiyle donatıldı; hem dînî hem de dünyevî ilimlerle teçhiz edildi (Kasas sûresi, 28/14). Devam edecek…   [1]. Allah Teâlâ, Musa (as)’ın kurtuluşuna vesîle olan ve sonunda onun peygamberliğine îmân edip onunla birlikte kocasına karşı direnen ve sonunda inancı uğrunda işkenceler altınca can veren bu yüksek iradeli kadını Hz. Meryem ile birlikte îmân edenlere örnek göstererek Yüce Kitabı’nda övgüyle anmış ve onun hakkında şöyle buyurmuştur:      “Allah, îmân edenlere de, Firavun’un karısını misal gösterir. O, şöyle demişti: ‘Rabbim! Cennette, rahmetine yakın bir yerde bana bir ev yap. Beni, Firavun’dan ve onun kötü amelinden kurtar. Beni, şu zâlim kavimden kurtar!’ (Tahrim sûresi, 66/11). [2]Annesinin yaşadığı telaş ve heyecan, onun kalbinin pekiştirilmesi, kız kardeşinin küçük kardeşinin izini bulması, süt anne ilgili tavsiyesi ve ardından Hz. Musa’nın emzirilmek üzere öz annesine teslim edilmesi hakkında bk. Kasas sûresi, 28/10-13; Tâhâ sûresi, 28/40.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak