Ara

Kalp Pusulamız Falcılar Değil Kur’ân Olsun

Kalp Pusulamız Falcılar Değil Kur’ân Olsun
efrhj6   Nuriye Eycan   Enes bin Malik’den (ra) rivâyetle, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim büyücüye (kâhine) gelir onun dediklerine inanırsa, Muhammed’e (sav) indirilen Kur'ân’dan uzaklaşmış olur. Kim de inanmadığı halde yine büyücüye giderse kırk gece kıldığı namaz kabûl olunmaz.” (Taberâni) Falcılık, büyücülük, yıldızlardan, burçlardan haber alma, geleceği bilmek isteme merâkı, insanoğluna verdiği onca zarara ve kötülüğüne rağmen insanlık târihinde hep bir yer edinmiştir. Bu sebeple de sürekli olarak sahtekârların kazanç kapısı haline gelmiş ve hâlâ da bu şekilde devâm etmektedir. Günümüzde de insanlar iş sâhibi olmak, çocuklarının kısmetlerini açtırmak ve daha buna benzer birçok istekte bulunmak için büyücülere, falcılara hattâ biraz daha ileri giderek kendilerinin hoca olduklarını iddia eden yalancıların kapılarına giderek hem mânevî hem de maddî anlamda büyük darbeler almaktadırlar. Kişilerin inanç boşluğundan ve huzûru başka başka yerlerde aramalarından kaynaklanan falcı ve büyücülerin kapılarına gitmelerinin netîcesi ise içler acısıdır. Çünkü bu basit gibi görünen davranış, kişilerin öncelikle îmanlarını kaybetmesine, eşlerin birbirlerine karşı güvensizliğine, âilelerin dağılmasına, kardeşlerin birbirine düşman olmasına; kısacası toplumun her kademesinde çok büyük yıkıntılara ve huzursuzluğa sebebiyet vermektedir. Oysaki Yüce Allah Kur’ân’da falcılığın şeytânın pisliği olduğunu şu âyette açıkça belirtmektedir: “Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allâh’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”(Mâide, 90-91)   Maalesef ki Müslüman olduklarını söyleyen bazı zavallılar da âdeta âyetleri ve hadisleri görmezden gelerek falcılara gitmenin her türlü kılıfını hazırlar ve fakat kendilerince buna inanmadıklarını söylerler ve uydurdukları “fala inanma falsız da kalma” deyimini dillerine dolayarak bunun sâdece bir oyun ve eğlence olduğunu iddia ederler. Aslında falcının fala bakması, büyücünün büyü yapması ne kadar günahsa bir Müslüman’ın herhangi bir sorunun çözümü için büyücülere gitmesi, onlardan medet beklemesi, gaybten haber almaya çalışması aynı şekilde günahtır ve Allâh’a ortak koşmak anlamına gelmektedir. Hâlbuki gaybı yalnız Allah Teâlâ bilir. Peygamberler ve melekler bile kendilerine vahyedilmedikçe gaybten haber veremezler. Nitekim yüce Allah başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur: “De ki; göklerde ve yerde, gaybı Allahu Teâlâ’dan başka kimse bilmez.” (Neml, 65.) İslâmiyet öncesinde, Hristiyanlığın hak din olduğu dönemde geçtiği rivâyet edilen şu kıssa bizlere; tüm sihirbazlar, büyücüler ve şeytânî güçler bir araya gelse de sağlam bir îmâna sâhip olan kişinin irâdesinin ne denli kuvvetli olduğunu anlatmaktadır.

Zamanın birinde insanların kendisine taptığı bir pâdişah ve onun da bir sihirbazı vardır. Sihirbaz bir gün: “Padişahım, artık ihtiyarladım. Bana bir genç verseniz de ona sihir öğretsem” der. Padişah ona bir genç buldurur ve ona yollar. Gencin eviyle sihirbazın evi arasında bir râhip yaşamaktadır. Genç zamanla ona da uğramaya başlar. Sohbet ederler. Râhibin anlattığı gencin hoşuna gider, arkadaşlıkları devâm eder ve genç onun dînine girer. Onunla berâber olduğu müddetçe zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve dolayısıyla sihirbazın yanına gitmekte hep geç kalır. Sihirbaz da kızar, kızmakla kalmaz dövmeye de başlar. Genç durumu sonunda râhibe anlatır. Rahip de gence, ‘sihirbazdan korktuğunda "Evimizdekiler alıkoydu", âilenden çekindiğin zaman da "Sihirbaz bırakmadı" dersin’ öğüdünde bulunur. Bu hâl üzere hayli zaman gidip gelir genç. Bir gün önünü yırtıcı bir hayvan keser ve kendi kendine “Sihirbaz mı daha üstün, yoksa râhip mi bugün öğreneceğim” der. Bir taş alır ve “Yâ Allâh, ihtiyarın işi sana sihirbazın işinden sevimli ise şu hayvanı öldürüver” der. Taşı atar ve vahşî hayvan ölür, genç durumu olduğu gibi râhibe anlatır. Râhip: ‘Bugün sen benden üstün haldesin, eğer bir belâya uğrarsan benim ismimi söyleme.’ der.

Delikanlı çok ilerleme kaydeder, birçok hastalığa şifâ verir hâle gelir, körlerin gözlerini açar. Pâdişâhın kör bir arkadaşı da bunu duyar ve birçok hediyeyle berâber gencin yanına gelerek: “Gözlerimi açarsan bu hediyelerin hepsi senindir” der. Delikanlı “ Ben kimseye şifâ veremem, şifâyı ancak Allah verir. Eğer Allâh'a îmân edersen, Allâh'a duâ ederim, O da sana şifâ verir.” Hasta derhal îmân eder, gözleri açılır. O sevinçle hemen pâdişâhın yanına gider. Pâdişah sorar “Gözlerinin görmesini kim sağladı?” “Rabbim” der. Pâdişah “Senin benden başka bir Rabbin mi var?” “Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır” diyen arkadaşına hükümdar çok kızar, işin aslını öğrenene, delikanlının ismini alana kadar arkadaşına işkence ettirir. Genç hemen huzûra getirilir. Padişah: “Sihrin körleri bile iyileştirecek seviyeye ulaşmış, herkese şifâ veriyormuşsun.” “Ben hiçbir derde şifâ veremem, şifâyı ancak Allah verir” der genç. Pâdişah delikanlıya da râhibin ismini verinceye kadar işkence eder. Râhip huzûra getirilir. Pâdişah râhibe “Dîninden dön” der. Râhip de teklifi reddeder ve derhal başı kesilir. Delikanlı getirilir, "Dîninden dön" teklifini o da reddeder. Pâdişah onu en yakın adamlarına vererek “Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın, dîninden dönerse serbest bırakın, yoksa aşağı atın” der. Yola girerler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda dağın tepesine ulaşırlar. Genç “Allâh’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar” diye duâ eder. Dağ sarsılır. Delikanlının dışında hepsi yuvarlanıp gider. Delikanlı dönüp pâdişâha gelir. Hükümdar sorar: “Seninle beraber gidenlere ne oldu?” “Allah beni onlara karşı korudu.” Pâdişah bu sefer onu bir başka gruba teslim eder ve: “Bunu bir gemiye bindirin, denizin ortasına götürün, ayağına taş bağlayın, dîninden dönerse serbest bırakın, yoksa denize atın” der. Genç: “Allâh’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar” diye duâ eder. Gemi onlarla berâber altüst olur. Delikanlının dışında hepsi boğulur. Padişah: “Seninle birlikte gidenlere ne oldu?” “Allah beni onlara karşı korudu.” Delikanlı pâdişâha: “Sana söyleyeceğimi yapmadıkça beni öldüremezsin.” der. “Nedir o?” “Halkı geniş bir meydana toplayacaksın, beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına yerleştir, daha sonra "Delikanlının Rabbi olan Allâh'ın adı ile" de ve at. Sen böyle yaptığın takdirde beni öldürebilirsin” der. Halk meydana toplanır, pâdişah halkın gözü önünde denildiği şekilde yapar, ok atılır ve delikanlı rûhunu teslîm eder. Bütün bunlara şâhit olan halk “Delikanlının Rabbine îmân ettik” derler. Pâdişahın adamları gelerek “Pâdişâhım çekindiğin oldu, halk îmân etti.” derler. Pâdişah: “Hemen hendekler açın, içinde ateşler yakın, kim dîninden dönmezse ateşe atın.” Emir yerine getirilir, birçok kişi ateşe atılır ve sonunda sıra kucağındaki çocuğu ile birlikte bir kadına gelir. Kadın ateşe düşmemek için bir an durur, sendeler. Kucağındaki çocuk dile gelir: “Ey anneciğim sabret. Çünkü hak din üzerinesin.” Çocuğun konuşmasıyla berâber kadın ‘Rabbim Allah’tır’ diyerek çocuğu ile ateşe atlar.

Nitekim Allah Teâlââyet-i kerîmede:“İnsanlar onlara ‘düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun’ dediklerinde, bu, onların îmânını artırdı ve şöyle dediler: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 173.) buyurmaktadır. Bu kıssadan çıkarmamız gereken en büyük hisse, îman kuvvetine sâhip insanların zorluklar ve eziyetler karşısında ne denli kuvvetli olduğu, sâdece yüce Allâh’a kulluk edilmesi gerektiğidir. Yüce Allah yine bir başka âyet-i kerîmede: “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56.)buyurmaktadır. Kul olmak insanoğlunun en büyük vazîfesidir fakat günümüz şartlarında, sağlam inancını kaybeden, neye kulluk yaptığının farkına varmadan yaşayan bir nesille karşı karşıyayız.Bunun en büyük sebebi ise Kur’ân ahlâkından uzaklaşmış, dünyevî arzuları amaç hâline getirmiş, para, makam ve şöhrete odaklanarak Allah’tan başka her şeye kulluk yapmayı öğütleyen bir eğitim anlayışı ve âile yapısıdır.

Oysaki insanoğlu özgürleştiğini zannettikçe farkına varmadan başka başka şeylere kölelik etmektedir. Câhiliye döneminde madden güçlü ve ayrıcalıklı, asil bir ırktan geldiğini düşünen kişiler o dönemde kendilerinden maddî olarak zayıf ve yalnız buldukları kişileri bileklerinden zincirlere vurarak köleleştirirken; bugünün medenî insanları kendileri nefsî ve dünyevî arzuların kölesi hâline gelmektedir.

Onlar, mutmain kalple îmân edenler, kazâ ve kaderin Allah’tan olduğuna inanarak ve Allah’tan başkasına boyun eğmeyerek yaşamaları sâyesinde bileklerindeki ve ruhlarındaki zincirlerden kurtuldular.

Bizlerin yapabileceği en güzel şey ise görünen ve görünmeyen tüm şerlerden Rabbimize sığınmayı öğrenmek, Kur’ân’dan duâları yüreğimize ve hayâtımıza âyet âyet nakşederek yaşayabilmektir. Ey kâlpleri dilediği gibi evirip çeviren Allâh’ım! Yarattığın şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden Sana sığınırız! Kâlbimizi ve ayaklarımızı dînin üzere sâbit kıl! Âmîn.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak