Ara

Gıybet ve Bahaneleri

  Gıybet ve Bahaneleri Abdullatif Acar[1]  Gıybet, bir kimsenin gıyabında, onun hoşlanmayacağı şeyleri ifade etmektir. Bu insanla ilgili her konuda olabilir; fiziki yapısından, kılık kıyafetinden tutunda, diniyle diliyle, milletiyle, soyuyla- sopuyla, mesleğiyle, bütün davranışlarına kadar her konuyu içine alır.  Müslümanın zulmetmeyeceğini kardeşini zulme teslim etmeyeceğini, elinden ve dilinden bütün insanların emin olacağını, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi içinde istemesi gerektiğini emir buyuran İslam; insanın ne yüzüne nede arkasından, ne eliyle nede diliyle haksızlık edilmesine asla müsaade etmemiş, insanın hak ve hukukunu özel koruma altına almış, onu aşağılamayı, onunla alay etmeyi, gizli hallerini araştırmayı yasaklamış. Bu nedenle insanların incinmesine, onların haklarını ihlale götüren gıybeti de şiddetle yasaklamıştır. Gıybetle insanın haysiyet ve şerefine saldırı söz konusudur. Düşmanlıkların fitilini tutuşturan, huzursuzluklara yol açan, nice badirelere sürükleyen, ahirette müflisler arasına dâhil eden, hayatı zindan, ahireti heba eden yine gıybettir. Allah'ın yüce Resulü gıybetle ilgili ashabına: “Gıybet nedir bilir misiniz”? diye sordu. Ashap: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir dediler.” Resûlü Ekrem: “Gıybet kardeşini hoşuna gitmeyen şeyle anmandır.” buyurdular. Birisi: “Dediğim şeyler kardeşimde varsa ne buyursunuz”. Rasülü Ekrem:”Söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun eğer yoksa ona bühtan( iftira )etmiş olursun. Buyurdular (Müslim. birr, 70) Bir mümine düşen ayıpları açmak değil örtmek, yıkmak değil yapmaktır; dağıtmak değil toparlamaktır; düşmanlıklara zemin hazırlamak değil, sevgi tohumları atıp onları yeşertmektir. Nasıl ki bir insanın mahrem yerlerini örten elbise ne ise, o elbise ne kadar zaruri ise bununla beraber, bir insanın elbisesini yırtıp parçalayıp, ayıp olan yerleri açmak ne kadar gayri insani bir davranışsa, insanların eksik ve kusurlarını veya hoşlanmayacağı şeylerin meydana çıkarılması da en az onun kadar gayri ahlaki bir davranıştır. Elbette ki gıybeti sadece dil ile yapılan bir davranış olarak düşünmekte doğru değildir: Dil ile bir insanın arkasından onun hoşlanmayacağı şeyleri söyler ona zarar verirsiniz, Ancak kötülemek maksadıyla, bir işaret bir mimik hareketi, kaşınızın gözünüzün oynaması, yüzünüzün buruşukluğu, bazen bir şeyleri ifade için gülümsemeniz ya da yapığınız bir taklit daha etkilidir sözden, işte o davranışlarda gıybettir. Aişe validemiz anlatıyor: Bir gün Resûlullâh'ın yanına bir kadın geldi, o kadın çıkıp giderken, elimle çok kısa olduğunu işaret ettim, bunun üzerine Resûlullah beni: “Ya Aişe o kadının gıybetini yaptın” diye uyardı. (İbni Ebi Dünya) Yüce Allah gıybet çirkefliğini şu ayeti kerimeyle gözler önüne sermektedir: “Bir kimseniz bir kimsenizin(arkasından, hoşlanmayaca sözle) çekiştirmesin. Hiç sizden biriniz “Ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tikindiniz değil mi”( Hucurat, 12) Hayatımızda bir laşe gördüğümüzde yüzümüzü çeviririz, dayanılmaz bir koku sardığında ortalığı burnumuzu kapatırız, kulaklarımıza ulaşmayan hoş sedaların gayrısıylada hoşlanmayız, insan eti yemek mi tiksiniriz silkiniriz kalbimizin adeta ritmi bozulur, ölü kardeşimizin etini yemek mi adeta öfkemiz ipini sapını koparır değil mi? Şimdi bir düşünelim gayri insani gayri ahlaki bir davranış olan- inanan bir insan olarak- gıybet hususunda da aynı tepkiyi gösteriyor muyuz? Yanımızda olmadığında adeta ölü gibi olan bir Müslüman kardeşimizin gıybeti edildiğinde, başımızı döndürüyor, yüzümüzü buruşturup, kulaklarımızı kapatıyor muyuz, dilimizi tutup Allah'ın hoşlanmadığı o ortamdan hemen uzaklaşıyor muyuz? Maalesef aynı hassasiyetleri gıybet hususunda göstermiyoruz. Adeta hakîkati gözlerimizi kapalı bir şekilde yaşıyoruz, öyle bir duruma kendimizi atıyoruz ki orada imanımız, teslimiyetimiz sorgulanır duruma geliyor. Gıybeti eskiden münafıklar ederdi, bir Müslüman gıybet ettiğinde de onun pis kokusu her yerde hissedilirdi, bugün gıybeti maalesef herkes yapıyor. Namaz kılanı da kılmayanı da oruç tutanı da tutmayanı da, zikir yapanı da, teheccüte kalkanı da, şeytanla nefsiyle yaka paça olanı da “Aman iki kelimeden de ne olur” deyip düşüyor bu tuzağa. Bugün gıybetin o pis kokusu her tarafı sarmış ancak hissedemiyoruz pisliğin pisliğini, çünkü haram olan şeylere haramdır tepkisiyle bakamıyor, fahiş rezalet sözleri o çirkeflik ağırlığıyla duyamıyoruz. Nice maskelerle saklı gıybetin bugün saklandığına da inanmıyoruz. Çünkü gıybet zaman geçirmek oldu, iki lafın bilini kırmak adını aldı, hatta adı muhabbet diye anılır oldu, sohbet sofralarının ana yemeyi oldu. Evet günah bir insanın hayatında sıradan bir şeymiş gibi algılanırsa, o, Allah'ın nehyi karşısında ciddiyette aynı oranda azalır. Ciddiyetin olmaması da adeta o insanın nazarında her şeyi meşru bir hale getirir. Bu sefer yaptığımız gıybetlere bahaneler uydurarak, onları masum ambalajlara sararak, farklı kılıflar giydirerek, güya kendimizi rahatlatmaya çalışırız Allah'ın her şeyi görüp gözettiğini, ondan hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini, insanın gerçek niyetine aşina olduğunu unuturuz da başladığımız bir günaha Ya şimdi biliyorum günah olacak ya...”diye başlarız Aslında bu sözün arkasında bile bile günah işlemeye meyletme var. Bunun anlamı “ Biliyorum günah ama yinede işliyorum.” demektir. Buda, haşa Allah'a karşı açık bir şekilde başkaldırıdır. O'nun emrine karşı bilinçli karşı çıkmaktır. Allah'la ( haşa) cedelleşmektir. Böyle bir davranış da ameli meseleden ziyade imanın sınırlarının zorlanması söz konusudur. Bu gibi tehlikeli bir üslubun halk arasında kullanılan başka bir şeklide şudur: Bir insan birisini arkadan çekiştirirken, kendisine:” Gıybet ediyorsun.” dendiğinde: “Hayır, ben gıybet etmiyorum gerçekleri söylüyorum.” diyerek adeta Allah'ın emri karşısında ayak diretme yoluna girerek, Allah'ın haram kıldığı bir şeyi sankide helal sayma gibi bir durumu doğurduğunu görürsünüz. Onun için bu tür gıybet bahanesine, üslubuna, küfür e götürecek gıybet şekli denmiştir. En tehlikeli gıybet şekli olmasına rağmen, çoğu insan, böyle sözleri sarf eder bilerek veya bilmeyerek. Sonra Ben bunu yüzüne de söylüyorum...”der devam edersiniz günah solumaya Buda, gıybet ederken çok kullanılan bir sözdür. Gıybet zaten arkadan yapıldığında gıybettir. Yüzüne bir yanlışlığı söylemek, onu arkasından söylemeni haklı kılacak bir mazerette değildir. Buna aynı zamanda gıybetin engelsiz, serbest bir şekilde yapılmasını temin için de başvurulur. Bu gibi insanlar, bir insanı arkasından atar tutar; her şeyini döker. Öyle yaptığı işten lezzet alır ki saatler geçer bıkmaz, usanmaz, üzülmez sıkılmaz, yüzü de kızarmaz. Adına da 'koyu bir sohbet' der, derin derin konuşur; hızını alamaz: “Daha neleri var neleri” der. Belkide kim bilir, daha o neleri neleri de başka bir gün anlatır. Her şey bittiğinde de, o sohbet bitmesin, o lezzet son bulmasın diye olmayanları da anlatır, aynen olmuş gibi. Evet Allah muhafaza bu günahtan lezzet almaktır. Böyle insanlar kolay kolay tevbe etmeye de yanaşmazlar. Çünkü, tevbe pişmanlıktır. Bunlar ise yaptıklarından pişman değillerdir. Bakın bir gün İsa aleyhisselam şeytana rast gelir. Bir elinde bal, bir elinde kül tutan şeytana sorar: “Ey Allah'ın düşmanı! bu bal ve kül ile ne yapıyorsun.” diye. Lanetlenmiş şeytan Hz. İsa'ya cevap verir: “Külü fakirlerin, yetimlerin üzerine serpiyorum, ta ki insanların gözüne çirkin gözüksünler de yardım etmek fikrinden vazgeçsinler. Balı da, gıybet edenlerin, din kardeşlerini çekiştirenlerin dillerine çalıyorum. Taki, başladıkları dedikodudan ayrılmayacak kadar tat duysun, zevk alsın, birbirlerinden küsecek kadar işi ileri götürsünler”. “Gıybet olmasın ama...”  Bazende gıybet çirkefliğine bu sözlerle banıyorsunuz. Olmasın dediğiniz şeyi bizzat uygulamalı olarak 'olur' hale getiriyorsunuz. O, şuna benziyor: Elinize durduk yerde bir taş alıyorsunuz, “Sana zarar vermiş olmayayım ama!” diyor, taşı atıp adamın kafasını kırıyorsunuz. Hem o insana, kul hakkına girerek hem de kendinize zarar veriyorsunuz. Aynı şey, değişen Bir şey yok. İşlenen pis mi, pis günahla bir çok zarar gıybet ettiğinize verirsiniz sonra “Pis günahı başına olsun....” der, hiç bir şey yapmamış gibi, yada o çirkefliğin müsebbibi asla değilmişsiniz gibi kendinizi atarsınız bir kenara, ancak yinede: “Günahı başına olsun, günahını da aldık” diyerek teselli olmaya, kendinizi teselli etmeye çalışırsınız. Ancak ne yazık ki o günah alınmıştır. Yani geri dönülmez bir yola girilmiştir. Belki burada o günahın pisliği fark edilmiş, en azından dile yansımıştır. Ancak bu, o günahın zararını önlemeye yetmez, çünkü ilerisine gidilip gıybet engellenememiştir. Burada yine bilinçli bir gıybet şekli söz konusudur. Böyle bir söylemle genelde karşıdaki insanlara gıybet hususunda aslında bildiğimiz şeyler olduğunu, cahil olmadığımızı da anlatmak isteriz, ancak irademizin zayıflığını da gıybeti yaparak göstermiş, kendimizi daha aşağı bir duruma farkında olmadan düşürmüş oluruz. GIYBETE SÜRÜKLEYEN SEBEPLER Bir günahın işlenmesi mutlaka bir sebep nedeniyle olur. Sebeplerden yoksun gıybetten korunma algısı asla meselenin çözüm noktasında yeteli değildir. Belki o an gıybetin günahından korunmuş olabilirsin ancak problemin, hastalığın esas mebağına inmediğinden her defasında gıybete yeniden bulaşırsın bu sefer mücadelede yorgunluk yaşar, şeytan karşısında teslimiyet bayrağını çekersin. Bunun için günah illetine götüren hastalıkları iyi tesbit edip şeytanla mücadeleye oralardan başlanmalı. Gıybete iten bu sebepler bazen helal ve mubah şeyler de olabilir. Neticesi açısında bunlar çok tehlike arz etmektedir. Zira bu sebeplerin sadece kendilerine yoğunlaştığında orada doğrudan günah göremediğin için seni sürüklediği yerleri düşünemez, neticede günahların kucağına da kendini bulursun. Bazen de harama götüren davranışın kendisi haram olan bir davranış olabilir. Şimdi en fazla günahlara sürükleyen sebepler nelerdir onları görelim: Öfke: öfke duygusu az çok herkes de bulunur. Bazılarında kontrolü kolay olan öfke, bazılarında önü alınmaz bir hal arz eder. Bir insana karşı beslenen kin ve düşmanlık nedeniyle, hafif bir kıvılcımla meydana çıkan öfke ani bir refleks halinde yapıldığından sonuçları zararları, yıkımları pek düşünülmez. Atalarımızın, ”Gazap gelince akıl gider, öfkeyle kalkan zararla oturur” sözleri bunu ifade etmektedir. Akılla tartılmayan mantık süzgecinden geçmeyen, düşünce harmanında ayıklanmayan bir davranışın neticesi felakettir takdir edersiniz ki. Böyle bir atmosferde İslam'ın ve imanın adeta o insanda zaafiyet yaşadığı hengâmende yapılan davranışların helalliği ve haramlığı da doğal olarak hissedilemez de bu sefer öfke, gıybetle dedi koduyla dindirilmeye çalışılır. Öfkeyi kontrol etmenin çok zor bir davranış olduğunu vurgulayan yüce Resul, iradesinin hakkını verip bunu başaranları asıl pehlivan olarak nitelendiriyor ve buyuruyor ki: “Kuvvetli kimse,( güreşte hasımlarını mağlup eden) sırtı yere gelen pehlivan değildir hakiki kuvvetli öfkelendiği zaman öfkesini yenendir”( Buhari, edep, 102;Müslim birr,106) İntikam alma duygusu: Gıybete sürükleyen bir sebepte intikam alma duygusudur. Birisinin yapmış olduğu bir hata bu duyguyu tetikler. Hâlbuki başkasının yapmış olduğu bir haksızlık bizimde ona haksızlık yapmamızı meşru kılmaz. “o benim gıybetimi yaptı o zaman ben de onun üzülmesine, küçük düşürülmesine sebep olayımda neyi var neyi yok ortaya dökeyim düşüncesi asla tasvip edilir bir davranış değildir.” kir kirle değil, kir suyla yıkanır temizlenir” haklı olmak hakkın yanında olmayı gerekli kılmaktadır. Şahsımıza yönelen haksızlıkları mümkün olduğu kadar sinelerimizde yumuşatmaya, engin hoşgörümüzle eritmeye çalış malıyız. Zira Yüce Allah bizi bu hususta uyarıyor: “Bir topluluğun size karşı zalimane tavrı, kini, nefreti ve sizin de onlara karşı içinizde büyüttüğünüz öfke sizi adaletsizliğe sürüklemesin, adil davranın takvaya en uygun hareket budur( Maide 8) Haset: Haset bir insanın sahip olduğu bir takım nimetlere, kavuştuğu mazhariyetlere tahammül edememektir. Çekememezlik ve kıskançlık diye de anılan haset aslında Allah'ın verdiğine razı olmamaktır. Şeytanın Allah'ın dergâhından kovulması insana karşı hasedin sonucudur. Haset şeytani bir davranış ve kibrinde neticesidir. Durağan vaziyette olan bu iç hastalık zamanla müdahale şekline bürünür fiiliyata dökülürse zararları önlenemez bir hal alır. Hasetçinin şerrinden de emin olunamaz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:...ve haset edenin haset(ini) belli) ettiği zaman şerrinde Allah'a sığınırım.”(Furkan5) Haset sahibi bir insan haset beslediği insanın sahip olduğu nimetlerin elinden gitmesi için adeta her yolu meşru görür. Bütün davranışlarının yönünü hep o istikamete çevirdiğinden hedefini o insana zarar verme düşüncesine ayarladığından yeri gelir Allah'ın takdirini dahi sorgular. Bazen kahırla bedduayla kendini gösterir bazen yalan ve iftiralarla davranışlarını devam ettirir, büyük olmayı haset ettiğinin küçülmesine bağlar, onun kusurlarını araştırmakla gününü, ömrünü geçirir, her oturup kalktığında onun gıybetini eder. Su-izan: Başkalarının hata ve kusurlarını araştırmak olan tecessüzle adeta iç içe girmiş bulunan bir birleriyle yakın anlam ilişkisi içerisinde bulunan su i zan, Bir kimsenin, bazı davranış ve sözlerine bakarak, kesin bir hüküm elde etmek mümkün olmadığı halde, o insan hakkında olumsuz kanaate varmaktır. Bir defa, bir meseleye insanın yaklaşımı nasılsa, ne niyetle yaklaşıp, nasıl bir sonuç elde etme arzusu varsa, küçük bir ihtimalde olsa, diğer bütün ihtimalleri de göz ardı ederek, istediği kanaati kendince oluşturur ve insanlara öyle lanse eder. Çünkü burada, doğru sonucun elde edilmesi mümkün olmayan eğri bir bakış söz konusudur, ' şaşı bakan şaşı görür' gerçeği söz konusudur. Önyargıyla yaklaşılmış bir durum söz konusudur. Daha işin başında karar verilmiş bir hükmün; değişmesi- ne kadar sağlam deliller olursa olsun-pek mümkün değildir. Şöyle diyelim farklı bir ifade şekliyle: bir insana düşmanca bir bakış, her zaman süi zan-a zemin hazırlar. Böyle bir insan, düşman gördüğü insanın o davranışın da masum olduğuna inansa bile, bunu onun aleyhine kullanır, kesinmiş gibi insanların kanaatlerinin oluşturulmasına çalışır. Bu emeli onu gıybetin kucağına atar. Hoşgörüyle kuşanmış müminin bakışları hep iyi niyetli bakışlardır. Çünkü mümin bir insanın hal ve hareketlerine bakarken temenni ettiği şeyleri görmek ister, kendi hataları başkalarının hatasını görmeye mani olur. Evet, gıybete sebebiyet veren sü-i zandan kaçınmamız gerektiğini emreden yüce Allah bir ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey îmân edenler, zandan çok sakının, çünkü zannın bir kısmı günahtır, birbirinizin kusurlarını araştırmayın.( Gıybet etmeyin). Biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun, şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok acıyandır”.(Hucurat.12)   Zamanı öldürme isteği: Zamanı geçirme isteği gıybete sürükleyen en önemli sebeplerdendir. Zamanını Allaha ibadet ve itaatle geçirmesi gerektiğini bilmeyenler, bunu bir türlü anlamayanlar, onu adeta fazlalık olarak gördüğünden, hep geçirmenin kaygısını ve telaşını yaşarlar. “Gelsende iki kelimenin belini kırsak, iyiki geldinde oturup sohbet ettik, sen gelmesiydin nasıl zaman geçerdi, başka türlü de zaman geçmiyor” gibi sözlerle. Peygamberimiz insanların b zaafiyetine dikkatleri çekerek buyuruyorki: “İnsanların çoğunun faydalanma hususunda aldandığı iki büyük nimet vardır. Bunlar sağlık ve boş zamandır.(Buhari) Evet, insanın en fazlaca aldandığı, hemencecik tuzağına düştüğü şey, dilini muhafaza edememesi ve zamanının kıymetini bilememesidir. Konuşmanın kolaylığı, koyu sohbetlere dalındığında günahlara banıldığının anlaşılmaması, adeta o günahla zaman geçirebilmenin meşru Bir şey algısını doğurmuştur. Zamanın insanlara verilen bir emanet olduğunu, onun mubah şeylerle bile boşu boşuna heba edilmesinin, hesabının sorulacağını bilmeyen, anlamayan bir mümin, gıybet, dedikodu, yalan, iftira koğuculuk gibi haram olan şeylerle bile, zamanı geçirmenin, zamanı değerlendirmek şeklinde olduğunu zannederek gününü sonlandırabiliyor maalesef. Kibir: Kibir ve gurur, insanın kendini büyüklemesi, başkalarını küçük görmesidir. Kibrin zıddı tevazudur. Alçak gönüllü olmayı ifade eden tevazü sahibi olmak bir erdemliliktir. Kibir kabalığın yetişememezliğin, hayal perestliğin bir tezahuru iken, tevazu, insanlığın efendiliğin, gerçekçi olmanın bir alameti, olgunluğunda meyvesidir. Kuran-ı kerimde tevazu övülmüşken, kibir şiddetle yerilmiştir, kibir, kötülüğün, şerrin sembolüdür. Zira her kötülüğün mayasında, hamurunda, özünde mutlaka bir şekilde kibir vardır. Her günahta kibre giden bir yol olduğundan Peygamberimiz “ kibir sahibi cennete giremez” diye buyuruyor. Çünkü kibir cennetin önüne çekilmiş bir perdedir. Kibirli insanlar, bu perdeyle, cennetin bütün kapılarını kendilerine kapatmışlardır. Başkaları karşısında büyük görünme, insanlar arasında farklı biri olma, onlar tarafından övülme, kibirli insanların hayatının en önemli hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için, her şeyi meşru görür böyle bir insan. Adeta insanların sırtına ayaklarıyla basarak, ben buradayım, beni de görün, diye yırtılırcasına bağırırlar. Başkalarının huzursuzluklarını, sıkıntılarını, eksiklerini, kusurlarını kullanırlar. taki kibirleri, gururları yaşatılmış olsun. Ellerine geçen hiçbir fırsatı es geçmeden değerlendirirler. Bunca gayrete rağmen kendilerini ifade edemediklerinde de başkalarının gıybetlerini yaparak, bundan nemalanmaya çalışırlar. Âlim olduklarını, başkalarının cehaletiyle ifade ederler. Zenginliklerini, başkalarının fakirliklerini ileri sürerek, güzelliklerini “ başkalarının çirkinliklerini dillerine dolayarak, göstermek isterler. Başkalarının kusurlarını dillerine dolayarak, kendilerinin gözükmesini, ön planı çıkmasını sağlamaya çalışırlar. Gurur ve kibirlerini yaşatmaları söz konusu olmadığında da gıybet etme gereği duymazlar. GIYBETE MÜSADE EDİLEN YERLER Gıybet çok irkin bir davranış olmasına rağmen bazı durumların istisna edildiği söz konusudur. Bunların hassasiyetle irdelenmesi gerekir ki gıybet hususunda gevşekliğe mahal verilmiş olmasın. Bunları şöyle sıralaya biliriz: Zulme maruz kalmak: Zulme uğrayan bir insan, o zulmü üzerinden kaldırmaya gücü yetmediğinde ilgili mercie şikâyette bulunabilir. Bu minvalde ilgili şahsın o konuyla ilgili kusurlarını sayıp dökmek gıybet sayılmamıştır. Peygamberimiz bu hususta buyuruyor ki: “Allah ağır ve çirkin sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka”.(Buhar, İstikraz,12; Müslim, Müsakat, 33) Buradaki hassas olan nokta, zulme, haksızlığa konu olan şeyin dışına çıkmamaktır. Fetva sormak maksadıyla: Fetva sorulmak istendiğinde bazen gıybete başvurulmak zorunda kalınabilir. Şöyleki fetvanın verile bilmesi için ilgili insanın o konuyla alakalı hata ve kusurunun, eksik taraflarının söylenmesi gerekiyordur. Bu hususta asrısaadetteki şu örnek bize yol göstermesi açısından önemlidir. Bir gün Hint B. Utbe peygamberimize gelerek kocası Ebu Süfyanın cimri birisi olduğunu kendilerini darda bıraktığını, ondan habersiz para alıp alamayacağını sordu. Peygamberimiz de : “Makul ölçüde kendine ve evladına yetebilecek kadar alabilirsin” buyurdu(Buhari, Büyü, 95). Burada dikkat edilmesi gereken gıybette kifayet miktarını aşmamak mümkünse üçüncü şahıslar üzerinden isim vermeden sorulara cevaplar aramaktır. Müslümanı şerden korumak: Kötülüğü, şerri dokunacak olan insandan Müslümanı korumak maksadıyla gıybete başvurulabilir. Diyelim ki bir müşteri bir mala talip oldu, ancak o maldaki kusuru, ya da o malı satanın kendisini aldatacağını bilmiyor. Bize düşense o malı alacak olanı usülüne göre uyarmaktır. Yine evlenecek insanlarla ilgili bazen bizim bilgimize başvurdukları zamanlar olmuştur böyle durumlarda yine bildiklerimizi söylemeliyiz. Ya da mahkemede adil bir karara varılması hususunda bildiklerimizle adaletin tecelli etmesine yardımcı olmalıyız. Bunlar gıybet olarak mütaala edilmemiş. Fatma kays isimli bir hanım sahabi, kendisiyle evlenmek isteyen iki kişi hakkında Peygamberimizden bilgi istediğinde Peygamberimiz birisi için “Malı olmayan” öteki için ise” omuzundan sopasını eksiltmeyen” diyerek durumlarını ifade etmiştir. Buda gösteriyor ki bu gibi durumlarda gıybet etmek caizdir. Arkadaş ortamına ayak uydurma: Cehenneme giren mücrimlere sorulduğunda cevaplarının arasında biride ..”bizde batıla dalanlarla beraber dalıyorduk” olacak(Müddessir 47) Evet, belki razı değilizdir günah soluklatan o pis atmosferden. Ancak yine de çoğu zaman arkadaşlığımızın arkadaşlığını, dostumuzun dostluğunu tercih ederiz. Belki bilmeden Atarız Allah'ın dostluğunu bir kenara, unuturuz O'nun rızalığını, onun razı olmadığına razı oluruz.” Şimdi gıybet edilen şu ortamda birşeyler yapsam etmeyin yaypmayın işlediğiniz büyük günahtır desem, yada çekip gitsem dışlanırmıyım. Arkadaşlarımı, dostlarımı kayıp ederim korkusuyla. O günaha başımızı sallar doğruluğunu tasdik ederiz, menmunuyetin ifadesi olarak gülümseriz, önemli olduğu görüntüsüyle dikkatle dinleriz. Bazen, “Evet öğlemi? Allah, Allah onu öyle bilmezdim” der bizzat o günahın bir tarafı oluruz. Ancak olduğumuz bu taraf asla Allahın razı olduğu bir taraf değildir. Peyganberimizin :” kişi arkadaşının dini üzeredir öyleyse herbiriniz kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin”(Ebu Davut Edep,16; Tirmizi Züht,45) tavsiyesini kulaklarımıza küpe etmeliyiz, gıybete sürükleyen bu ortamlardan hızla uzaklaşmalıyız. Fasığın günahını açıkça icra etmesi: Fahri kâinat efendimiz buyuruyor ki: “Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurlarını örterse Allah'ta kıyamet günü o kimsenın ayıp ve kusurunu örter”( Buhari, Mezalim,3;Müslim, Birr,58)Müslim). Ancak bu başkalarının kusurlarını örtemekle alakalı bir lütüf. Ya kendi kusurlarını, nefis arabasıyla pazar pazar sokak sokak dolaşıp pazarlayanlara, sohbet meclislerinde teşhir edenlere ne demeli, işte burada başlıyor asıl ızdırap, insanın insanlığının kırılma noktası insanın insan gibi olamamanın resmidir bu. Evet, saçımızdaki dağınıklığa üzüldüğümüz gibi, dilimizdeki dağınıklığa üzülmüyorsak, pantolumuzdaki bir yırtığa müteessri olduğumuz kadar kalbimizde ki koskocaman boşluğa müteessir olmuyorsak, üzerimizde ki lekeyle gezmekten ar ettiğimiz gibi günah lekeleriyle gezmekten ar etmiyorsak, insanla hayvanı ayıran arasındaki hayâyla hayâsızlık, edeple edepsizlik, isyanla teslimiyert arasındaki sırlar kalkmış insani, islami özelliklerimiz kayıp olmuş demektir. Böyle oluncada maalesef işlenen günahlar sıkılmadan utanmadan kızarmadan ballandıra ballandıra anlatılıyor; içilen içkiler, oynanan kumarlar vurulanlar kırılanlar daha niceleri... Böyleleri için yüce Resül buyuruyorki: “Kimki haya perdesi gözünden atmışsa gıybeti yapılabilir”(Beyhaki, Sünenül- Küpra, 10-210) Bir kötülüğü ortadan kaldırmak:Peyganberimiz bir hadis-i şerifinde: “Bir kötülük gördüğünüzde o nu elinizle düzeltin, buna imkanınız yoksa dilinizle düzeltin, bunada gücünüz yetmiyorsa(o şeye taraf olmadığınızı göstermek için) kalbinizle buğzedin.” diye buyurarak kötülükler karşısında müslümanın yol haritasını çiziyor.(Müslim, İman,78;Ebu Davut, Salat,232) Bir müslüman asla vurdum duymaz tavırlar içerisinde olamaz. Bana deymeyen yılan bin yıl yaşasın müslümana ait bir söz değildir. Asıl olan başkalarını kendine tercih etmedir, başkaları için kendini heba edercesine kötülüklerle mücadele etmektir. Bir kötülüğün ortadan kaldırılması o kötülüğe bulaşanı ondan men etmenin islamdaki önemine bakınki bunu başarabilmek için çok çirkin bir günah olan gıybet etmeye bile Müsaade edilmiş. Aslında bu münkeri nehiy manasında bir sorumluluktur aynı zamanda.  Tarif maksatlı: Bir insan bir yerde lakabıyla yaptığı işle tanınmış, kendiside bunlarla anılmasından menmunsa zaruret halinde o lakabı veya yaptığı işi ifade edebiliriz bu gıybet olmaz. Bunları da tahkir maksatlı değil, tarif maksatlı kullanmaya dikkat etmeliyiz. Bu özelliklerin de en hafif olanını ve onu en güzel şekilde ifade etmeliyiz. Gıybetin cevaz verildiği durumlara dikkat ederseniz, çok hasas davranılması gerektiğini görürsünüz. Günahların sınırında adeta gezip durduğunuzdan, o günahlara hemen düşme ihtimaliniz söz konusudur. Dikkatinnizde ki hafif bir dağılma, hassasiyetinizde ki basit bir sapma sizi gıybetin tam ortasına çeker. Çünkü buralardaki haram, helal ayrımı çok ince bir çizgiyle ayrılmıştır. Bazen de nefsinizin ipini gevşettiğinizden, buralardaki bazı bahanelerin rahatlığına kendinizi atarsınız da elinizde ruhsat var diye gıybetlere dalarsınız.(Allah muhafaza)   [1] Mahmut Sami Ramazanoğlu Camii İmam Hatibi  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak