Ara

Düşünen Sâhip Olduğu Nimetin Farkına Varır

Nuriye Eycan Îsâ aleyhisselâm bir ağacın altında duâ eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen, gözleri görmeyen, bedeninde de baras hastalığı bulunan bir kötürüm adam olduğunu anladı. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi duâ ediyordu. “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikrâm eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun.” Hazreti Îsâ (as) kötürüm adama yaklaştı. “Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği hâlde sana verilen nimet?” Kulaklarıyla sesin geldiği yana yönelen adam dedi ki: “Efendi! Allah bana öyle bir kâlb vermiş ki, o kâlble O'nu tanıyorum. Öyle bir dil vermiş ki, o dille de O'na şükrediyorum. Hâlbuki dünyânın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kâlbinde O'nu tanıma sevinci, dilinde de O'na şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör olan ve bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsân eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasîb eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyorum. ‘Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun’ diye teşekkürden kendimi alamıyorum.” diyerek cevap verdi. Kafa gözü kapalı da olsa kâlb gözü açık olan bu adama yaklaşan Îsâ aleyhisselam “Ver şu elini öyle ise” diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler Allâh'ın izniyle ânında açılır. Karşısındakinin Îsâ aleyhisselâm olduğunu görünce heyecanlanan adam, "Sen Allâh’ın izniyle şu ölüleri dirilten, hastalara şifâlar bahşeden mucizelerin sâhibi Îsâ Peygamber değil misin?” der. "Belli olmuyor mu?" deyince, ‘gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil’ der. Tebessüm eden Hazreti Îsâ (as) ‘Sen hele bir ayağa kalkmayı dene’ deyince kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerinde dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur: “Ey Allâh’ın Nebîsi, sendeki bu mucizeler karşısında, izin ver de geç kalmayayım, Yüce Allâh'a bir şükredeyim” diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyarak der ki “Rabbim! Seni tanıyan bir kâlble, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan âcizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin, artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında.” Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı Hazreti Îsâ (as)’ın elini öpmek isterler. Ama Allâh’ın Nebîsi işâret eder, "Benim değil, secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün." Derler ki : ‘Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sâhibiz. Ama hiç böyle mutluluk duymadık.’ “Öyle ise tefekkür edin, siz de düşünün” diyerek sözünü şöyle bağlar Allâh’ın Nebîsi : “Düşünen, sâhip olduğu nimetin farkına varır, düşünmeyen ise kendisini nimetten mahrûmiyette sanır.”   Resûlullâh (sav) ” Bir kul hastalanınca Allah ona iki melek göndererek ‘bakın bakalım, kulum ne diyor’ diye tâlimat verir. Eğer hasta “Elhamdülillâh” derse bu sözü melekler tarafından Allâh'a ulaştırılır, ‘O’ zâten bilir ya! O zaman Yüce Allah buyurur ki “bu kulumun eğer canını alırsam onu kesinlikle cennete yerleştireceğim ve eğer ona şifâ verirsem etini daha semiz etlerle, kanını daha yarayışlı bir kanla değiştireceğim gibi günahlarını da muhakkak sileceğim.” Hastalık gibi üzüntü ve kedere yol açan her türlü olayı aslında en çok Peygamberler, velîler ve sonra olgun kişiler yaşamıştır. “Hz. Eyyûb tam yedi yıl belâya sabretti, râzı oldu, Allâh’ın gönderdiği misâfiri hoş tuttu” diyen Hz Mevlânâ başımıza gelen belâları birer misâfir gibi kabûl etmektedir. Onlar Hakk’tan geldikleri için, yine Allâh’a geri döneceklerdir. Misâfirler, Allâh’a mânevî bir dille hoş tutulduklarını beyân etmeleri hâlinde, Allah da misâfirlere ev sahipliği yapmış olanlardan fazlası ile râzı olacaktır. Dolayısıyla hastalık hâlini de bize geçici olarak uğrayan değerli bir misâfir olarak kabûl ederek, misâfirimizi şikâyet etmeden karşılamamız gerekmektedir. Bütün olgun insanların tavrı bu şekilde olmuştur. Şüphesiz bu dünyâ imtihan yeridir. Allâhû Teâlâ çok mal veya fakirlik vererek yahut hep sıhhat veya hastalık vererek imtihan eder. Her işimiz imtihandır. İmtihana karşı uyanık olmaya çalışmalıyız. Hepimiz mutlaka her an “Kulum ben sana şu nimetleri verdim, nasıl kullanıyorsun?” diye Allâhû Teâlâ tarafından imtihâna tâbiyiz. Onun için varlıkta, darlıkta, hastalıkta, sağlıkta, başarıda veya başarısızlıkta olsun, bunların birer sınav olduğunu unutmamamız gerekir. Rabbimiz! Bizleri, verdiğin sayısız tüm nimetlerinin, öncelikle de alıp verebildiğimiz her nefesin şükrünü edâ edebilenlerden eyle…

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak