Ara

Da’vet Bir İbâdettir; İbâdete Karşılık Ücret İstenmez

Dr. Mehmet Sürmeli   Cihad; namaz, zekât, oruç ve hacca gitmek gibi farz bir ibâdettir. Diğer ibâdetlerin bile yapılması onun varlığına bağlı olması hasebiyle belki de hepsinden daha önemlidir. Çalışmamızın başında açıkladığımız üzere Hz. Peygamber’in elçilik göreviyle eşzamanlı başlayan cihad, Hz. Âdem’den beri bütün peygamberlerin ümmetlerine tebliğ ettiği en temel ibâdettir. Cihadı olmayan hiçbir peygamber olmadığı gibi; peygamberler arasındaki derece farkını belirleyen de cihadlarının büyüklüğüdür. Sahabe de insana şeref kazandıran ibâdetin cihad olduğuna inanmıştır. Süheyl b. Amr ve arkadaşları Halîfe Hz. Ömer’e (ra) gelip halîfenin yanında niçin değerlerinin olmadığını, hattâ Mekke’de zayıf bulup horladıkları Müslümanlar kadar bile neden ilgi göremediklerinin sebebini sormuşlardır. Hz. Ömer (ra), o zayıf gördükleri kimselere değer kazandıran şeyin cihad olduğunu söylemiş ve aynı konuma gelmeleri için cihad yapmaları gerektiğini belirtip onlara cepheyi göstermiştir. 1 Onlar da bu şerefi kazanmak için halîfenin tavsiyesi üzerine orduya katılmışlardır. Cihadın uygulanacak olan türünü değişen zaman ve şartlara göre rabbânî âlimler belirlerler. Nasıl ki diğer ibâdetlerde hükümleri ve ilmihâli kaynaklara mürâcaat ederek âlimler belirliyorsa, cihad fıkhını da onlar belirlerler. Ümmet, onların yaptığı fıkha uyar ve böylece keyfîliğe yer verilmez. İslâm’ın muhkem bir farzı olan cihad hakkında ilimsiz, fıkıhsız, metotsuz, ilkesiz, plansız, projesiz, kadrosuz ve ahlâksız konuşmak Müslümanlar için çözüm üretmez. Aksine, sorunlarının daha çoğalmasına sebep olur. Bu söylediğimiz ilkelerden bağımsız ve keyfî hareket edildiği için İslâm dünyâsında birçok yapay sorun üretilmiştir. Cihadla ilgili sorunları üretenler İslâm düşmanı kâfirler ve onların işbirlikçileridir. Üretilen bu yapay sorunlar sâyesinde neredeyse kimse cihaddan bahsedemez hâle gelmiştir. Kürsülerden ve ders kitaplarından cihad ibâdeti çıkarılmıştır. Bahsedenler de sâdece nefsi müdâfaa cihadından bahsedebilmişlerdir. Bu duruma en çok sevinenlerse kâfirler olmuştur. Çünkü onların bu çalışmaları sâyesinde Müslümanlar cihadı ve türlerini literatürlerinden çıkarmışlardır. Çeşitli soru ve sorunlarla karşılaşmamak, dinde olmayanları dindenmiş gibi vererek itici bir görüntü oluşturmamak; yaptığımız fıkıhsız davranışlarla İslâm ile insanların arasına engeller sokmamak için cihadı Hz. Peygamberin önderliğinde, sünneti çerçevesinde anlamak zorundayız. Cihad olmadan dînin bekâsının mümkün olmadığına îmân etmeliyiz. İnsan diğer ibâdetleri yaparken nasıl ki kimseden dünyevî bir değer ve ücret istemiyorsa, aynı hassâsiyeti cihad için de gösterip yaptığı bu yüce ibâdete karşılık ücret istememelidir. Bütün ibâdetlerin olduğu gibi cihadın sevâbını da yalnızca Allah Teâlâ verecektir. Hiçbir peygamber, yapmış olduğu cihada karşılık ücret almadığı için ümmetlerine ibâdetlerde ihlas konusunda örnek olmuşlardır. Peygamber Efendimiz de diğer peygamberlerin yolunu izleyip dâvet ve cihadına karşılık ücret istememiş ve bizlere model olmuştur. Daha açık ifadeyle, dâvete karşılık ücret/para almamak muhkem bir sünnettir. Îmanda sadâkatin en belirleyici kriteri olan cihad2 paraya dönüştürülecek olursa, İslâm toplumunun siyâsal yapısı istikrarsızlık kazanır. Zâlimler, siyâsî emellerini bir avuç insan üzerinden yürütürler, çünkü hakkı ayakta tutan cihad ücretle berâber belirli bir sınıfın hizmetine verilmiş olur. Bu anlayışın en kötü örneklerini, ümmetin tamâmının asker olduğu bir toplumdan devletin emrinde olan askerli topluma geçişin yapıldığı Emeviler’de görüyoruz. Görev, ehliyetsiz kimselere verilip imâmet saltanata dönüştürüldüğünde ve Hz. Hüseyin (ra) şehîd edildiğinde toplumsal desteğin zâlim siyâseti sarsacak boyutta olmamasının sebebi, Müslümanların mücâhid millet olma vasfını kaybetmiş olmalarıdır. Dâvete karşılık ücret istemek dînen meşrû olmadığı gibi, dâvet esnasında hak ve hakîkatı gizlemek de yasaktır. Kur’ân, dâveti gizleyenlerle ilgili şöyle buyurmuştur: “Göndermiş olduğumuz apaçık belgeleri ve (dosdoğru yola ulaştıran) hidâyeti –Biz onları ilâhî kitaplarda açıkça bildirmemize rağmen- (basit dünyevî çıkarları uğruna) gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de (bütün) lânet ediciler lânet ederler.”3âyetten anlaşılan; Allâh’ın dînini ve onun bildirdiği hükümleri kasıtlı olarak gizleyenlerin lâneti gerektiren bir günah işledikleridir.4 Bilgiyi gizlemek ve onu insanlarla paylaşmamak nasıl lâneti gerektiren bir suçsa; bilgiyi firavunların sarayını daha muhkem hâle getirmek ve onların iktidarlarını güçlendirmek amacıyla kullanmak da en büyük günahlardandır. Hz. Mûsâ (as) zamânında yaşayan Belam b. Baura, Allâh’ın âyetlerini ve ismi âzamı bilmesine rağmen bu ilmini Firavun’un saltanatının devâmına payanda yapmıştır.5 Belam üzerinden Yüce Allah, şu evrensel mesajı vermiştir: Bilgi emânettir. Sâdece Allah rızâsı için öğrenilir. Allah Teâlâ’nın dînini hâkim kılma yolunda bilgiden faydalanılır. Fir’avnî sistemlerin iktidârı için bilgiyi payanda yapmak Belam’ın lânetli davranışıdır. Âlimler hem firavunlara karşı olmak zorundadırlar, hem de kendilerini dünyevî çıkarlar uğruna zâlimlerin emirlerine teslim etmemelidirler. Gündemlerini Müslümanların ihtiyaç alanlarına göre bizzat kendileri belirlerler; yapay gündemlere müsaade etmezler. Onlar için aslolan Müslümanların bulundukları alandan bir üst makâma terakkî etmeleridir. Kısacası Rabbânî âlimler kafalarını, kalemlerini, ilimlerini ve haysiyetlerini kirâya vermezler. Cihada karşılık ücret alınmayacağına dâir âyetlerin çokluğu dâvetçilere kaynak olmalıdır. Azim sâhibi peygamberlerin ilki olan Hz. Nuh (as) 950 sene peygamberlik yapmıştır.6 Ömrünün her ânını dâvet etkinliği ile geçiren Hz. Nuh (as), dâvetine karşılık ücret istemediğini âyette şöyle haber vermiştir: “Ey kavmim! Bu (dâvetime) karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allâh’a âittir…”7Dâvete karşılık ücret almamak bütün peygamberlerin sünnetidir. Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb peygamberlerin dâvet ve tevhid mücâdeleleri verildikten sonra onların hepsinin ortak karârı Kur’ân’da şu âyetlerle bizlere bildirilmiştir: “Ben yaptıklarıma karşılık sizlerden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir.”8 Yukarıdaki kıssaların içerisindeki anlatılanlar usûl ilminde “şer’un men kablena” olarak değerlendirilir. Bu anlatılan olaylar; içerisindeki hükümlerin bizleri bağlamadığına dâir açık bir hüküm yoksa bizleri de bağlar. Yâni; ‘dîne dâvetten ücret alabilirsiniz’ diye apaçık bir karar yoksa, dâveti ücrete dönüştürmemek bizim için de bağlayıcıdır. İşin içerisine para girince târihte birçok kimsenin uzun tartışmalara girdiğini ve tezini ispatlamak için onlarca delil ortaya koyduğunu biliyoruz. Ortaya konan kaynakçalara da vâkıfız. Bizim burada önemle üzerinde durduğumuz konu; dâvet bir ibâdettir ve ibâdetler para karşılığında yapılmaz. Kıldığımız namaza, tuttuğumuz oruca ve haccımıza karşılık nasıl ücret istemiyorsak dâvetimize karşılık da ücret istememiz doğru değildir. Dâvet ve tebliğe karşılık ücret alınabileceğini savunan zevat ise aralarında sektör oluşturup dâvetin içini boşaltarak onu “şov”a dönüştürdüler. Anlatılanlar Kur’ân ve sünnetin genişlik boyutundan oldukça uzaktır. Konuşmaların içeriğinde tekliflerin olmayışı ve tekliften kaçan dinleyicilerin çokluğu, “medya vâizi” denilen bu kişileri her durumda popüler yapmıştır. Popüler olmanın karşılığına yüksek transfer ücreti alan ve “her şeyi bilen! hocalar” esefle belirtelim ki İslâm’ın itikat alanını canlı olarak ele almadıkları gibi; fâiz, bankacılık ve finans sektörü, fakirlik problemine çözümler, mâdenlerin zekâtları, lüks arabaların ve konutların zekâtı, işçi-işveren münâsebetleri, siyâsal velâyet ve alternatif siyâset, ideolojilerin dînî hükümleri, uluslararası emperyalizme İslâm’ın söylemi, gulat ideolojiler; sekülerizm ve laiklik, Alevilerin inançları ve bu inançların vahiy bağlamında değerlendirilmesi, hukuk önünde eşitlik, din eksenli anayasa denemeleri, çocuk eğitiminde yeni modeller, Amerika ve Batı Avrupa eksenli icâzetli siyâsete dînin bakışı, tesettür, tesettürün İslâm toplumlarının geleceği ile alâkalı vaatleri vb. konulara hiç yer vermemektedirler. İslâm düşmanlarının cenâze namazlarının kılınıp kılınmayacağı da hocalarımızın gündeminde olmayan konularındandır. Böyle bir dînî sunumdan dolayı hocalarımız(!) ne gençlere umut olabilmektedirler ne de sunulan dîn dünyâ sistemiyle hesaplaşacak bir dindir. Konuşmalarının çoğunda sahih kaynaklar kullanılmadığı gibi, bâzı konuşmacılar alanlarının dışına çıkmaktadırlar. Gerçi çoğunun ana kaynakları okuyabilecek donanımları da yoktur. Buna rağmen bir allâme edâsıyla herşeye cevap veren bu kimselerin bilgi hânelerinde herşey var. Bilmeme erdemi henüz literatürlerine girmedi. Hele bir de karşılarında modern bir kadın varsa hocalarımızı(!) tutana aşk olsun. Ayrıca bu hanımlar vâsıtasıyla İslâm’ın moderniteyle ilgili bir meselesinin olmadığı mesajı fetvâlandırılmaktadır. Bunları, sahih bir İslâm dâvetçisinin yapmaması temennisiyle ifâde ediyoruz. “Rabbani Âlimlerinin ve hahamlarının onları, günah sözleri söylemekten ve haram şeyleri yemekten alıkoymaları gerekmez miydi?”9âyeti bâzı âlimlere göre muhtevâsından en çok korkulması gereken âyettir. İbni Abbas (ra), Kur’ân’da bu âyet kadar âlimleri azarlayan bir âyetin olmadığını söylemiştir.10 Âyet, âlimlere iki temel konunun işlenmesini görev olarak yüklemektedir. İdeolojilerin propogandası dâhil her türlü kötü sözden ve düşünce kirliliğinden ümmeti temizlemek âlimlerin veya onlara vekâlet eden kimselerin aslî görevidir. Yüklenen bu görev sâyesinde hocalarımızın şunlara karşı Müslümanları uyarması şarttır: Şeytâna ibâdetten11, hevâya tapınmaktan12, monarkı/kralı kutsamaktan13, Meleyi/bürokrasiyi tanrılaştırmaktan14, ümmeti şirkin tüm çeşitlerine karşı duyarlılıklarını kaybetmekten15, nifaktan16, irtidâta düşmekten17, bilgiyi firavunların iktidârı için kullanmaktan18, sanemlere ve tağuta ibâdetten19, dâr’u-l harpte yaşamaktan20, falcılara, sihirbazlara inanmaktan21, politeist inançtan22, tabiat olaylarını ve zamanı hayâtın fâili bilmekten23, îmânı yüzdelemekten24, kâfirleri velî edinmekten25, dîne ekleme ve çıkarmalar yaparak aşırı gitmekten26. Uyarıcılık görevini nebevî bir duruşla ümmetin önüne geçerek yapmayan kimselerden ne âlim, ne de dâvetçi olur. Hz. Peygamber’in naklettiği şu kudsî hadis anlatmak istediğimiz meseleyi yeterince açıklığa kavuşturmaktadır: “Allah Teâlâ, meleklerinden bir meleğe târif ettiği bir şehri ahâlisiyle berâber helâk etmesini bildirdi. Melek ise (hikmetini öğrenmek için) o şehrin içinde göz açıp kapayana kadar bile günah işlemeyen bir adamdan dolayı tekrar Allâh’a müracat etti. Yüce Allah, meleğe şu cevabı verdi: “O kişinin ve beldenin yine de altını üstüne çevir. Çünkü o şahıs (işlenen isyanlardan dolayı) bir defa olsun benim rızâm için yüzünü bile ekşitmedi.” 27 Bizim medya vâizleriyle esas sorunumuz, onların çoğunun rızık konusunu kavrayamamaktan kaynaklanan kötü algılarıdır. Şunun çok iyi bilinmesi gerekir ki rızkı veren Allah’tır. Rızık, Kur’ân’da ve sünnette yalnızca Allah Teâlâ’ya izâfe edilir. Rızkın kaynağı insan değildir. Onun için “errızkualallâh” deriz. Biz Müslümanlar, Allâh’ın ekmeğini yiyoruz. Dolayısıyla, mutlak anlamda zâten gâvurun ekmeği yoktur. Artık para karşılığı gâvurun davulunu çalmaktan vazgeçilmelidir. Velev ki gâvurun kapısında işçi olsanız bile, bunun bir imtihan olduğunu bilip onların hatırına inancınızı fedâ etmemeniz gerekir. Dâvetçi Müslümanların bu yazılanları ciddîye alıp Allah rızâsını öncelemelerini ve maddî tekliflere karşı hassas davranmalarını tavsiye ederiz. Dilimizden düşürmememiz gereken kutlu söz; “Yaptıklarımıza karşılık kimseden ücret istemiyoruz. Bizim ücretimiz ancak ve ancak âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ’dandır.” Dipnotlar: [1] Mevdudi,Ebu’l A’la,Tefhm’ü-l Kur’an,(Terc:Komisyon),c.ll,s.223 2 Bak: Hucurat 49/15 3 Bakara 2/159 4 Ayrıca bak:Bakara 2/174 5 İbni kesir, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim,c.ll,s.253-4 6 Ankebut,29/14 7 Hud 11/29 8 Uara 26/109,127,145,164,180 9 Maide5/63 10 Taberi, Cami’u-l Ulum,c.ıv,s.638 11 Bak:Yasin 36/60 12 Bak:Furkan25/43 13 Bak:Şuara26/29 14 Bak:Mü’minun23/47 15 Bak:Nisa4/48 16 Bak:Münafikun63/1-11 17 Bak:Bakara2/217;Maide5/54 18 Bak:A’raf7/175-176 19 Bak:Maide5/90;Nisa4/60 20 Bak:hac22/41 21 Bak:Bakara2/102 22 Bak:Zümer39/29 23 Bak:Casiye45/23 24 Bak:Bakara2/208 25 Bak:Maide5/51 26 Bak:Nisa4/171;Maide5/77 27 Tabarani,Mucem’ü-l Evsat,Kahire, 1415, Had.no:7661 c.10  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak