Ara

Arif Keskin Mart

Haziran 2013’te İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Ortadoğu’da dengeler yeniden değişti. Başta Suriye sorunu olmak üzere her konuda bekle-gör ya da ‘itidal’ hâkim oldu. Bu seçimleri bu kadar önemli kılan neydi? Yeni Cumhurbaşkanı Ruhani neyi temsil ediyor? Bu gelişme Ortadoğu’da neleri değiştirir? İran-Türkiye ilişkisinde neler değişecek? Bu soruları İranlı Ortadoğu Uzmanı Arif Keskin’e sorduk.   İran’da Hasan Ruhani Cumhurbaşkanı seçilince aynı anda hem ABD hem de Suriye olumlu mesaj verdi. Piyasa kavramıyla söylersek bu değişimi Batı da Ortadoğu’da satın aldı. Ruhani’yi bu kadar kıymetli yapan gerçek nedir?   Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Hasan Ruhani ismi çok öne çıkmasa da 1979’dan bugüne kadar rejimin kilit isimlerden biridir. Hatta Humeyni’ye ilk kez ‘İmam’ diye seslenen siyasetçi olduğu söylenir. Devrimden 10 yıl sonra kurulan Milli Güvenlik Konseyi’nin günümüze kadar aralıksız üyesi oldu. Bana göre Hasan Ruhani İran rejiminin kara kutularından birisidir. Ruhani’yi ülkedeki diğer aktörlerden ayıran bir özelliği de rejim içi tüm taraflarla ilişki içinde olan bir isim olmasıdır. Molladır ama kendisini hukukçu olarak tanımlıyor yani çok çeşitli şapkaları var. Başta İran’ın dini lideri Hamaney olmak üzere tüm yönetici kadroları ile diyalog içinde olduğunu biliyoruz ama onun yapmak istediklerini anlamak için özellikle Rafsancani’ye bakmamız lazım.   Neden Rafsancani? Ruhani her zaman Rafsancani’nin en yakınında olan bir isim. Ruhani’nin güç kaynağı, bir anlamda Humeyni’den sonraki ikinci adam olarak bilinen ve 1989’da Cumhurbaşkanı olan Rafsancani olmuştur. O yüzden Rafsancani’nin hedeflerini ve yönelimlerini anlamak bir anlamda Ruhani’nin bugün yapmak istediklerini anlamak olacaktır. Ruhani, Rafsancani’nin öğretilerine belli katkılar koyarak ilerliyor. Rafsancani, “Biz devrimi yaptık. Devrim bitmiştir.Bundan sonra ideolojik söylemleri hem iç politikada hem de dış politikada bir tarafa bırakmamız gerekiyor” diyerek hem Batı ile hem Doğu ile ilişki geliştirilmeli dedi. Otoriter bir kalkınmacı anlayışa sahip. Ekonomik kalkınmayı hedefliyor, bu hedefi gerçekleştirmek için de ülkede kısmi siyasi reformlar istiyor. Neo-liberal bir ekonomiyi savunuyor. Devletin küçülmesini istiyor. Buna paralel olarak dünya ekonomisiyle entegre olmasını istiyor. Bu görüşleriyle birlikte yürüdüğü muhafazakârlardan ayrılıyor. Bu alan İran rejiminin en önemli çatışma alanlarından biridir.   Çatışma alanı diye tarif ettiğiniz bu bölümü açalım isterseniz. Bu çatışmada Ruhani muhafazakar mı, reformcu mu? Bunun cevabını almak için biraz geriye gitmek lazım. 1979-81 arası rejim kendisi gibi olmayan, düşünmeyen herkesi temizledi. 1981 yılından sonra rejim içinde günümüze kadar devam eden iki ana eksen ortaya çıktı. İslam devletinin temel argümanı “sosyal adalet olmalı” diyen kesim Humeyni üzerinde de güçlü etkisiyle 1989 yılına kadar iktidarda kaldı denilebilir. Bunlara İran siyaset yelpazesi içinde ‘sol’ deniyordu. Diğer ikinci gurup ise İslam dininde ticaretin varlığını savunan iş dünyası içinde olan mollalardı. Hasan Ruhani bu dönemde Rafsancani ile birlikte ‘sağ’daydı. Rejim içindeki bu guruplar 1997’den sonra belli derecede ideolojik değişim geçirerek muhafazakâr ve reformcu olarak karşımıza çıktı. Sağ muhafazakâr oldu, sol ise reformcu.   O zaman Ruhani’ye muhafazakâr mı diyeceğiz? Hayır. Çünkü bu süreç içerisinde sağ da ikiye bölündü. Biri ticari burjuvazi (Çarşı) diğeri de sanayi burjuvazisi. Ruhani, sanayi burjuvazisinin safındaydı. Ahmedinecad’ın iktidarıyla birlikte tasfiye edilen sanayi burjuvazisi reformculara daha yakınlaştı. Ruhani, sanayi burjuvazisi ile reformcuların ortak adayı olarak seçildi diyebiliriz. Bildik anlamda reformcu değil. Rafsancani’nin daha önce ortaya attığı ‘itidal’ söylemini devletin temel söylemi haline getirmeye çalışıyor. Özetlersek; rejim içerisinde çok farklı eğilimler var. Bu ilişki çatışmalıdır. Bu çatışma devlete zarar veriyor. Bu yüzden deniyor ki hem iç politikada hem dış politikada kurtuluş ‘itidal’, orta yoldur. Ruhani, Bakanlar Kurulu’nu hem muhafazakar hem de reformculardan oluşturdu. Her iki tarafın radikallerini yönetimden uzak tuttu. İtidal söylemi Ruhani’nin hem iç politikasını hem de dış politikasını anlamamızı sağlar. İçeride her tür radikalizme karşı çıkarken dışarıda entegrasyonu savunuyor. İran’ın ekonomik potansiyelini biliyor ve dünyanın ilk on ekonomisinden biri olması için çaba sarf ediyor. İran’ın rejim içerisindeki kronik sorunlarını süreç içerisinde uyumlulukla çözmeye çalışıyor. Rejimi köklü değişimlere yöneltmiyor. Söylemleriyle gerginlik yaratmıyor. Ruhani, devletin içinden geliyor, tüm dengelerin farkında. Geçmişte yapılan yanlışlıkların deneyimi de mevcut.   Bu yönelim dini lider Hamaney tarafından da benimseniyor mu? Türkiye’de ‘dini lider’ deniliyor ama yanlış bir tanımlama. Siyasetin tam içinde ve süreci tüm yönleriyle yürütüyor. İran’daki siyasi gerilim 1979’dan bu yana hep cumhurbaşkanı-lider arasında yaşanıyor. Tecrübe şunu gösteriyor ki cumhurbaşkanı hep yenilmiştir. Ruhani bunun farkında. Ruhani biliyor ki devlet şu anda elinde tuttuğu bürokratik aygıt değil. Devlet başka yerde ve onunla iyi ilişkiler içinde olmalı. Türkiye’de ‘devlet politikası’nın karşılığı İran’da ‘Nizam’dır ve bu Hamaney’in âdete kod ismidir. Nizam politikaları devlete yön verir. O ne yapmak istiyor, nerede engel olacak bunların hepsi önemli.   O zaman başta ABD ilişkileri olmak üzere Hamaney’in ruhani politikalarına yol verdiğini söyleyebilir miyiz? İran Devrimi’nden hemen sonra ABD ile diyalog hep oldu. Sokakta ‘Amerika’ya Ölüm’ denilirken de gizli görüşmeler oldu. Rejim içeride ve dışarıda politikasının ana eksenini ABD karşıtlığına oturttu ama diyalogdan vazgeçmedi. ABD düşmanlığı rejimin ömrünü uzatmak için bir tür araç oldu. Dış düşman algısıyla toplum içerisinde hep olağanüstü bir seferberlik durumu yaratıldı. Gelinen noktada ise rejim hiçbir temel sorununu çözemedi. Bu nedenle artık ABD karşıtlığının toplumdaki inandırıcılığı kayboldu. ABD karşıtlığı İran’da artık sadece hak gaspının bir aracı olarak algılanıyor. Bu nedenle ülkeyi yönetenler bile artık açık olarak ‘ABD ile ilişki kuralım’ diyor. Dışişleri Bakanı ABD eğitimli. Ekonomiden sorumlu yardımcısı Nahavandiyan’ın Green Kartı olduğu iddia ediliyor. Solcuların ciddi bir kısmı bile ABD karşıtı değil. Devrimde 30 milyon olan nüfus şimdi 70 milyon oldu. Hepsi iş istiyor, özgürlük istiyor! Dünya ile kurdukları ilişkinin sorunlu olduğu kabul ediliyor. Bu rejimin krizidir ve buna çare       arıyor. Bir taraftan bu istekleri karşılayacak, Batı ile ilişki kuracaksın diğer taraftan da devrimin ülkülerinden ayrılmayacaksın. İran Devleti’nin açmazı budur. Ruhani de Hamaney de buna çözüm arıyor.   YÖNETİLEBİLEN DEĞİŞİM Ruhani iktidara geldiğinden bu yana değişime yönelik adımlar attı mı? Bu kadar kısa bir sürede çok fazla bir şey yapamaz. Ama duruş ve söylem itibariyle böyle bir yönelime girdiği açık. Yavaş, tedrici, rejimin bekaasına zarar vermeyecek, kontrol elinden çıkmayacak şekilde gerçekleştirmek istiyorlar. Yönetilebilen bir değişim planlanıyor. Bazı noktalarda reformcuların yapamadıklarını bile yapar noktaya geldi. Örneğin nükleer sorununu Hatemi çözemedi. Ama Ruhani bunu başardı. Örneğin etnik ve dini anlamda azınlıkta olanlarla ilgili söylemi çok farklı. Şu ana kadar pratik bir adım atmasa bile söylem düzeyinde bir farklılık yarattı. Yurttaşlık Bildirgesi yayımladı. Ruhani, fevri her türlü davranıştan kaçınıyor, az konuşuyor, toplumu geren açıklamalarda bulunmuyor. Bürokratik akla saygı duyuyor. Siyasi farklılıklardan dolayı tasfiyeye gitmiyor. Kurumlar yeniden inşa ediliyor. Devletin dünyevi, seküler bir akılla yönetilebileceğinin farkında. 1979’dan bugüne kadar bir şekilde tahrip edilmiş kurumları yeniden farklı bir anlayışla dizayn ediyor.   Bu değişim Ortadoğu’ya nasıl yansıyacak? İran’ın bu yeni yönelimi Ortadoğu’da dengeleri değiştirecektir. İran güçlenecek ve etkisini artıracak. Hasan Ruhani iktidara gelmemiş olsaydı, ABD Suriye’de operasyon düzenleyecekti. Ruhani’nin iktidara gelişi Suriye denklemini değiştirdi. Şu anda Esad gitsin denilmiyor. Ortadoğu’daki sorunların diyalogla çözülebilir olduğuna Batı dünden daha fazla inanıyor. Batı yeni bir Ortadoğu’yu İran üzerinden şekillendirmek istiyor. Bu da Ruhani’nin Ortadoğu’daki gücünü biraz daha artırıyor. 11 Eylül sürecinden sonra Sünni İslamist hareketlerin Batı için daha büyük tehdit olduğu algısı var. Dolayısıyla İran eksenli bir hareket artık birinci tehdit pozisyon değil. Devrim öncesi körfezin jandarması olan bir İran yeniden doğuyor.   Bu söylediğiniz tam olarak ne ifade ediyor? Çok pozitif bir anlamı yok sanki. Bu durumun Ortadoğu’da ilişkileri daha da karmaşık hale getireceği kesin. Özellikle Suudi Arabistan gibi ülkeler için İran daha büyük korku ve sorun haline geliyor. Şu an İran-Suudi Arabistan ilişkileri tarihte olmadığı kadar kötü. Bir savaş gerilimi yaşanıyor. Lübnan, Suriye ve Irak bu gerilime kaynaklık yapmaya devam ediyor. Suudilerin ‘ABD bizi yarı yolda bıraktı’ açıklaması da bu durumu özetliyor aslında. Şii-Sünni çatışması ya da gerilimine ilişkin bir iki rakam vermek istiyorum. 1 milyar 200 milyon civarında Müslüman var. Bunların sadece 200 milyonu Şii. Ama Basra Körfezi'nin yüzde 70’i Şiilerden oluşuyor. Petrol onların kontrolünde. Suudi Arabistan, Bahreyn, Yemen, Katar, Kuveyt tüm bunlarda Şii nüfusu var. Batı İran denklemine karar verirse Basra’daki güvenlik dengesi altüst oluyor. Sadece Bahreyn gibi küçük bir ülkede iktidar değişirsebile Basra Körfezi’ndeki denge değişiyor. Petrol çıkışları İran ve İran etkisi altına giriyor. Batı İran’ı ortaya çekerek aslında kendi varlığını da bu coğrafyada perçinleştiriyor. Batı ile ilişkilenebilen, ekonomik ve askeri anlamda güçlü İran başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı ülkeler için ciddi sorun. Bu da yeni çatışma alanları, terör saldırıları anlamına gelebilir. Lübnan, Irak, Mısır bu çatışma bölgeleri olabilir. Rusya da tedirginlik duyuyor. İran’ın Batı'ya yakınlaşması Rusya’nın hem Ortadoğu hem Orta Asya politikalarında zaafa uğramasına yol açar. Sadece Ermenistan’ın Batı'ya entegrasyonunun İran üzerinden yapılması bile Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğine darbe vurur.   İran’ın Batı ile ilişkileri bazı sorunları bitirebilir ama yeni sorunlar yaratacağı da çok açık. Ama sonuçta belirleyici olan İran’ın yönelimi ve ne yapmak istediğidir. İran da Batı-Rusya arasında tercih yapma noktasına gelirse Hamaney bile Batı der. Çok güvenmiyorlar Rusya’ya. Özellikle reformcu kanadın içinde ciddi biçimde anti-Rusya’cı bir damar var.   AMBARGO TÜCCARLARI TEMİZLENİYOR Biraz da aktüel konulara geçelim isterseniz. Türkiye’de yapılan yolsuzluk operasyonun benzeri İran’da yaşandı. Oradaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de Rıza Zarrab’ın içeri alınmasından hemen sonra Babek Zencani de gözaltına alındı. 17 Aralık operasyonun hemen ardından aynı tartışma İran’da başladı. İran hükümeti de bu gurupları tasfiye etmek istiyor. Ruhani, yapısal bir değişiklik yapmak, ekonomik anlamda düzenleme yapmak istiyorsa şeffaf bir ekonomik sistem gerekiyor. Uluslararası ambargolar kalkıyor ve artık yasa dışı şebekelere gerek yok. Ayrıca bu şebekeler ambargo sürecini kötü kullandı. Onlara ‘ambargo tüccarları’ ismini veriyorlar. İran’ın Batı ile kötü ilişkilerini kullanarak devletin, halkın malını kendi çıkarları için kullandıkları düşünülüyor. Babek Zencani’nin 14 milyara yakın servetinin önemli bölümünü ambargonun en katı olduğu son üç yılda elde etti biliniyor. Rafsancani, bir açıklamasında “Zencani’nin yolsuzluğu buzdağının görünen yüzüdür” dedi. Türkiye’deki tartışmanın çok daha derini İran’da yaşanıyor. Sadece Türkiye ilişkileri değil, Tacikistan ile de bu ilişkiler var. Üç milyar dolar İran devletine ödeme yapıldığına dair sahte belgeler var ama ortada para yok. Ahmedinecad ekibini besleyen bu kadroyu tasfiye etmek istiyorlar. Konjonktür ve kadro bunu gerektiriyor. Davos’da kapımız tüm dünyaya açık derken bu ilişkilerden arınması lazım ekonominin.   İRAN’IN TÜRKİYE’YE İHTİYACI AZALDI Türkiye-İran ilişkileri son dönemde sıkıntılı devam ediyor. Başbakan Erdoğan’ın ziyareti çözücü oldu mu? AKP iktidara gelince İranlılar çok sevindi. AKP’nin ideolojik geçmişi, Davutoğlu’nun sıfır sorun yaklaşım vs gibi konularda İran’ın reformcuları AKP’den öğreneceğimiz çok şey var diyordu ama bu süreç adım adım çöktü ve çöküşün zirvesi 'Arap Baharı' oldu. 'Arap Baharı’na kadar kardeş Erdoğan’dı sonra ise İsrail’in Truva atı. Aşağılayıp küçümsediler. O ana kadar Türkiye Ortadoğu’da devlet-devlet ilişki modelini yürüttü. 'Arap Baharı' sonrası Türkiye Ortadoğu’da rejim değiştirmeye çalışan ülke olarak algılanmaya başlandı. Suriye kriziyle bu düşünce tescillendi. Suriye kriziyle birlikte Şii-Sünni çatışmasının parçası oldu. Gelinen noktada İranlılar'ın Erdoğan’a eski güveni yok. Başbakan Erdoğan’ın bu ziyareti de beklentinin çok altında geçti. Stratejik Kurul kurulacaktı, Yüksek İşbirliği Konseyi kurulacaktı onlar da olmadı. Her şey Ruhani’nin Türkiye’ye gelişine bırakıldı. Sorun sadece Suriye değil. Irak, radar sistemi, enerjideki problem... Her iki ülkenin iyi ilişkiye ihtiyacı var. İhtilaf çok derin ve çeşitli. Şu anki arayış ihtilafların ikili ilişkiye en az zarar vererek doğru yönetilmesi. Ruhani gelmeden önce İran için Türkiye hayatiydi. Ama artık değil. Türkiye’nin arabuluculuğuna ihtiyacı yok. Batı sermayesi gelmeye başladı. Suriye’deki gelişmeler İran’ın yanında. Artık İran Türkiye için daha önemli haline geldi.    

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak