Ara

Analar Hâcer Olmadıkça Gönül Kâbesi Yıkık Kalır

Ahmet Sacid Ekerim   İnsanlığın ruh dünyâsı çoraklaşmış, âdeta bir çöle dönmüş; kumları insanları ve de insanlığı yutuyor. Bitmek bilmez yangınlar irfan dünyâmızı yakmaya, îmânımızdaki depremler gönül kâbemizi yıkmaya devâm ediyorlar. Neden şehvetinde boğulan insanlık başka bir yol bulamaz kurtuluş yurduna? Neden? Enînler ve elemler medenî! çağımızda gökleri inletir durur. Çünkü anneler Hâcer olmadıkça gönül kâbesi yıkık kalır. Şefkatte, fedâda, sorumluluk ve hakkı edâda zirve olmadıkça ana; kalp kâbesini îmâr edecek nesiller gelmez hayâta.   İnsanlık âleminin gönül yarası büyüktür. Şehvetin kulu, servetin kölesi olan kara kalpli, merhametsiz ruhların açtığı devâsâ bir yara. Hatırla ey dost meleklerin yüreğini kanatan haberleri. Tuvalet borularına atılıp, üzerine sifon çekilmiş bebekleri, evde unutulup aylar sonra hatırlanan yavruları, dalından koparılıp, organları satılan tâzecik yürekleri. Nasıl bir anne yapar bunu, nasıl bir baba; nasıl bir insan bu… Hiç insan tanımadılar mı? Nasıl bir anlayışın sonucu bu?   Anneler Hâcer vâlidemiz gibi mütevâzı, mütevekkil ve yürekli, Meryem anamız gibi iffetli, Âsiye annemiz gibi cesur ve şefkatli, Hatice anamız gibi cömert ve sehâvetli olmadıkça; her şeyden öte Allâh’ı sevip O’ndan korkmadıkça çözülmeyecek bir kördüğüm bu.   Düşündükçe utanıyorum meleklerden, Miraç’da sürekli ağlayan yüzünü Hz. Peygamber’in (sav) güldürdüğü Âdem babamızdan, mubârek eşi Havva vâlidemizden utanıyorum. Böyle mi olacaktı insanlık, böyle mi olmalıydık? Kaçırılıp yıllar sonra kemikleri bulunan yavrucukların acılarını unutamayan, yıllar boyu kıvranan, tutuşan ebeveynin yüreğinin enginliği kadar utanıyorum. Ya utanmayanlara ne demeli? Hayâ îmandandır, hayâ insandandır demek yeter mi? Belki de cehenneme şükretmeli…   Anneler Meryem olamadıkça yıkık kalacak gönül kâbesi. Şehvette boğulan karanlık ruhlular Yaradanı bulmadıkça; yürek harâbeleri, ahlâk yıkıntıları altında çok nesil zâyi olup gidecek. Uçsuz bucaksız karanlık dehlizlerde erdemler yok olacak. Zafer insanlığın değil onun en büyük düşmanının olacak. Nefis tahta oturacak, insanlık kara bahta.   Peygamber (sav) dilinde anne Allâh’ın rahmetinin mikyâsıdır. Esir kadını göstermemiş miydi Allâh’ın en sevgili kulu, Can Ahmedi (as)? “Allah sizi işte yavrusunu delicesine bir arayışla arayan; bulunca velicesine bir kavrayışla tutup bağrına basan şu kadının çocuğuna olan sevgisinden daha fazla sevmektedir, O’nun rahmeti bu annenin merhametinden sınırsız, ölçüsüz daha fazladır” dememiş miydi?[1] ‘Hiç böyle evlâdına sâhip çıkan bir kadın onu ateşe atar mı?’ diye sormamış mıydı? Nerde böyle anneler, Anadolu’ya ismini veren analar, neredeler? Ya bugün yavrularının mâneviyatlarını yıkanlar, hayatlarını yakanlar, onları seküler dünyânın cenderelerine atanlar!?   Anneler Mûsâ bebeği, geleceğin muhterem peygamberini kucaklayan Âsiye anne olmadıkça gönül tahtına hep şeytan oturacak. Cadı hikâyeleri gibi üvey anne masallarıyla büyüyecek çocuklar ve Müslümanlar altın nesil hayalleriyle avunacak. Ah dost, Anne dediğin, kendi bebeği olmasa bile bir yavru için ölümü göze almalı. Firavunun karşısında da olsa ahlâk ve edeb hatırına kıyâma kalkmalı.   Hatırla ey dost; Nil’in sularına timsahların yılanların arasına kayık gibi tahta beşiğiyle Mûsâ bebeği bırakan kadını; bebek kâtili bir zâlimin elinden yavrusunu, üstün bir ilhamla kurtaranı. Derin sulara, timsaha, pitona rağmen Allâh’a ısmarlayarak bebeğini, uzaklaşan ciğerpâresine eşşiz bir hüzün ve tevekkülle bakanı. Ne timsah, ne yılan, ne kıtaları yutan Nil dokunmadı o bebeğe çünkü onun üzerinde annenin duâsı, Mevlâ’nın koruması vardı. Ya bu asırda yavrularını firavundan daha zâlim uyuşturucuya, sınırsız şehvete, alkole, extaziye teslim edenler; duâsızca, ışıksızca, nursuzca? Nil’in dokunmadığı bebekleri onlar yutarken seyredenler? Ey dost, her kişinin bir zaman bebek olduğunu unutma.   Asrın yetimleriyiz, anamızı yitirdik. Çok koştuk, durmadık birbirimizi bitirdik. Hatice anamızın vefâsı, sınırsız dipsiz sevdâsı yetişseydi Hira’dan inen Gül Muhammed’in (sav) evlatları gibi gül olur muyduk? Güler miydik acaba? Anneler Hatice olmadıkça kem tâlih değişmez. Ellerimiz yürekten birbirine bitişmez.   O halde gel ey dost yeniden “Anne”yi konuşalım. Yüreği sevgide deryâ, cesârette dağlar gibi olan, kerem ve cömertlik deyince yağmuru kıskandıran anayı. Adı Âmine, Havva, Meryem, Asiye, Hatice, Fatıma olan devâsâyı. Analar Ümmül kura Mekke gibi, Medine gibi bağrı yanık, kucağı açık olamadıkça bir millet dirilmez. İşte odur çocuğu değil geleceği doğuran, medeniyetleri büyüten, nennisi zikir, nasihatı fikir olan.   Özlediğimiz anneye ve bütün gerçek annelere bir sözüm var: Cennet sizin güzelliğinizi kıskanıyor. Dağlar gölgenizde kalıyor. Güller ışığınızla büyüyor… İşte Rehberimiz Efendimiz (sav) bu mânâda cennetin dört yüce kadınını, dört mukaddes anneyi anlatıyor: Cennet kadınlarının en üstünleri Meryem, Hatîce, Fâtımâ ve Âsiyedir.[2]   [1] Müslim, Sahih, c.4, h.2109 «لَلَّهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هَذِهِ بِوَلَدِهَا» [2] Ahmed bin Hanbel, c.5, s.113 قَالَ: " أَفْضَلُ نِسَاءِ الْجَنَّةِ أَرْبَعٌ: مَرْيَمُ بِنْتُ عِمْرَانَ، وَخَدِيجَةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ، وَفَاطِمَةُ ابْنَةُ مُحَمَّدٍ، وَآسِيَةُ ابْنَةُ مُزَاحِمٍ "

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak