Ara

Batmayan Güneş 2

Sahip olduğu bütün teknolojisine rağmen İsrail'in başarılı olamadığı, CIA ve KGB'nin işbirliğiyle Dudayev'in şehadetinin tüm Çeçenliği Dudayev kıldığı, CIA-MOSSAD ortaklığıyla Lübnan'ı Suriye'den ayırmayı amaçlayan İsrail'in operasyonunun ters yüz olduğu İlahi rahmetin solunduğu günlerdeyiz. Kafirler iman ateşiyle kavrulan gönüllerin yurdunu, yuvasını, ailesini tarumar etse de yüreklerindeki teslimiyete dokunamıyorlar. Tarih sahnesinde pek çok peygamber gibi, Peygamberimiz (sav)'in ve ashabının da müşrikler tarafından bir takım ezâlara maruz kalmalarına rağmen, inançlarından taviz vermediklerini hepimiz biliyoruz. Zahirde küfür galip görünse bile imanları ile Mü'minler mağlup değillerdir. Lenin'in, "Müslümanlığı yok edemezsiniz, buna gücünüz yetmez. Fakat onları ahlaksızlıkla dinlerinden habersiz, sadece kimliğindeki Müslüman ibaresiyle yetinen kimseler haline getirin." sözü dikkate şâyândır. Müjdeler olsun saadet asrı geliyor, biz buna ümitvarız. Abdullah İbn Mes'ud (ra), ilahi mesajı kafirlere okuduğunda bütün müşrikler üzerine çullanmıştı. İbn Mes'ud (ra)'un:"Kafirleri güçsüz ve mağlup gördüm. Ben ufak tefek bir kimse olduğum için kafirlerden birinin bile bana gücü yetebilirdi. Ama güçsüzlermiş ki hepsi birden hücum etti." buyurduğu gibi bugün de Batılılar'ın dünyada nerede bir Müslüman varsa onu avlamakta yek vücut oluşları, onların zaaflarını, mağlubiyetlerini bize haber vermektedir. Bizlerin vahdetini temin için bir ömür boyu çalışan, insanlığı kardeşlik ateşinde Allah için sevgi ve buğza çağıran gönüller sultanı, güzellikler ummanı Sami Efendimiz'i ziyaretimizden daha önce de bahsetmiştik. Sultanımızın torunlarının düğün merasimine iştirak etmiştik. Akşam yemeğini müteakip sohbet olacaktı. Hacı Hasan Efendimiz ve biz Erenköy'de Müderris Abdullah Develioğlu'nun hanelerinde ikindi sonu kitap mütalaa edilirken, Üstadımız, "Gönlüm sıkılıyor, devlet hanemize gidelim." buyurdu. Meğer Sami Efendimiz bahçelerinde sohbete başlamışlar. Biz de iştirak ettik. İkramlarla ayağa kalkarak Üstadımızı yanlarına aldılar. Kardeşlik konusunu anlatırken, hesap gününde bir haseneye muhtaç birinin ana babasından medet beklemesinden onların da, kendilerinin haseneye muhtaç olduklarını öne sürerek onu çaresiz bırakmalarından bahsetmişlerdi. Çaresizlik bağrında çırpınan bu zâta Rabbimizin, "Senin Allah için bir dostun da mı yok?" nidasını Efendimiz bizlere haber verdiğinde, bulunduğumuz mekanın havası birdenbire değişti. Tüyleri ürperten gönüllerin coşkusu, bizleri sanki cennet bahçelerinin saadet iklimine taşımıştı. Sami Sultanımızın mübarek sesleri ağlamaklı olmuş, cemaathep birden ayağa kalkmış, ağıtlar, göz yaşları, feryatlar ortalığı doldurmuştu. Mana aleminin saadet ve huzur bulutlarını gönüller taşıyamaz olmuş, göz yaşları pınarlardan fışkıran rahmet deryasına dönüşmüştü. Üstadımız bahçe duvarına kapanmış, sesli bir şekilde ağlıyordu. Herkes kendi gönül aleminde tefekkür yolculuğuna dalmıştı. Akşam namazı için bir kısmımızın camiye gitmesi buyruldu. Namazdan sonra sohbet hanelerinde devam etti. Bahçenin her tarafı cemaatle doluydu. Yemekte her yerden dua sesleri geliyor, hafızlar Kur'ân okuyordu. Yaşlı başlı insanlar, bembeyaz sakallı halleriyle ellerinde tabaklar, ekmek ve çatallarla hizmet ediyorlardı. Bu davete hemen hemen her vilayetten görevli güzide insanlar gelmişti. İmam Hatip Okulu 5. sınıf talebesiydim. Alim Bekir Hafız Efendi gibi birçok değerli insanı hatırlıyorum. Tanışmalar, görüşmeler oluyordu. Bu büyük merasimde üstadımız dikkat çekiyor, tanımayanlar, "Bu zât kimdir?" diye birbirlerine soruyor, ellerine kapanıyorlardı. Sami Efendimiz'in odadaki sohbetini izlemek için cemaat pencerelere kapanmış durumdaydı. Daha gençtim, odanın içerisinde insanların iç hali görülmeye başlandı. Bu hale şahid olan üstadımız, "Oğlum! İnsanları nasıl gördün?" demişlerdi. Evliyanın huzurunda insanın iç hali dışına aksediyor, nedâmet hissi meydana geliyor. Sohbetin bitiminde Sami Efendimiz'in ellerini öperek ayrıldık. Her fırsatta ziyareti kolluyorduk. Kayseri'nin Develi İlçesi'nden bir dostla tekrar melek enis (meleklerin de iştirak ettiği) sohbete katıldık. Üç kişiydik, ikindi sonuydu. On dakika mühlet verilmişti. Yanımızda Konyalı ziyaretçi iki dakika önce izin istedi. Buna çok üzülmüştük. Belki razı oldukları iki dakika iki seneden hayırlıdır diye  gelenlerimizi teselli etsek de, bu hakkımızın elimizden alınması bize ağır gelmişti. Çünkü, "Onlarla oturup kalkmak, Allah ile oturup kalkmak gibidir. Onlara nazar, Kabe'eye nazardan üstündür." sözlerini Sami Efendimiz'in Ashab-ı Kirâm kitabından okuyorduk. Kayseri ilinin Yahyalı ilçesinin Dereköy kasabasından iki kişi bir hocanın eşliğinde ziyarete gideceklerdi. Yemek esnasında Üstadımız, sanki oradan isteniyormuş gibi, " Sen de gideceksin" buyurdular. Oysa ben çok kısa bir süre önce ziyaretlerinde bulunmuştum. Öyle gelişigüzel gitmek mümkün mü? Çekildik bir tarafa, istiğfara koyulduk. Eniştemiz Abdullah Hocayla, ömrümüzü büyüklerimize feda edelim diye, aşkla, muhabbetle yola koyulduk. Dereköylü iki kardeşimiz ilahi söylüyor, ağlıyor, sızlıyordu. "Bizim gibi günahkarlar o huzura nasıl çıkacak?" diye hayıflanıyorlardı. Ümit ve saadet kapısına bu duygularla başvurduk. Ne var ki görüşme kapanmıştı, görüşme yoktu. Görevliler buna imkanın olmadığını söylediler. Fakat biz Müfettih-ul Ebvâb (kapıları açan) Mevlâ'mızdan, Erenköy Zihni Paşa Camii'nde secdelerde velisiyle görüşebilmeyi diliyorduk. Gece yolculuğunun da etkisiyle uyuya kalmışım. Görevlilerden biri getirdiğim hediyeleri takdim bahanesiyle izin istememi söyledi. "Günahımızdan bu kapı yüzümüze kapandı." diye ağlaya ağlaya gidiyordum. Kapıya geldiğimde küçük bir kız çocuğuna kendimi tanıttım. Kız çocuğu müsaade için içeri girdi. Biiznillahi Teâlâ Yahyalı'dan bu hali seyreden Üstadımız, Rica-ül Gaybi (as)'ı hatta Hızır (as)'ı aracı olarak gönderir. Bildiğimiz görevliler başarılı olamayıp manevi görevliler devreye girince izin çıkmıştı. Hane-i saadetle görevli bu küçük, Sami Efendimizin, "Buyursunlar!" müjdesini verince yüreğimiz coşkuyla doldu. İçeriden hafif hafif Üstadımızın ayak sesleri duyuldu. Kapımızı açtılar. İçeri girdik. İsmimi sordu. En aşağıya oturmuştum. O da karşıma oturdu. Sohbete başladılar. Kandil gecelerini haber verdiler. Baktım sohbet uzayacak, "Efendim, bizimle gelenler var, müsaade buyurur musunuz?" deyince, "Bizi hiç görmüşler mi?" dediklerinde, görmelerine rağmen dudaklarımdan "Hayır" kelimesi çıktı. Çünkü onları Hakk'tan başkası göremez, bilemezdi. Bu anlamda "hayır" demiştim. Biiznillah bunu hissederek dışarıdakileri de çağırmamı emrettiler. İki elimle gelmelerini işaret ettim. Onlar da geldiler. Efendimiz akşama kadar sohbet buyurdular. Mübarek ellerini ismimi söyleyerek başıma koymuşlardı. Sohbetin tesirinden kendimizi zor tutuyorduk. Adana'da çiftlik yaptıklarından, Yahyalı'ya teşriflerinden, hayırlı insan olmamız için nelere dikkat etmemiz gerektiğinden ve benzeri birçok konudan bahsettiler. Hallerinden belli ki coşmuşlardı, bırakmak istemiyorlardı. Akşam nerede kalacağımızı, Pazar günkü sohbetin nerede olacağını haber verdiler. Huzurlarından ayrıldığımızda damatları Ömer Kırazoğlu, "Sizdeki bu aşk sünger gibi Sami Efendimizin içini size çekti." diyordu. Geri döndüğümüzde görenler sizde bir hal var diyorlardı. Hacı Hasan Efendimize görüşmemizi anlattıkça yüksek sesle "Allah" diyorlardı. Sami Efendimizin mübarek elleriyle şeker tabağını tutup, "Bir kendinize bir de babanıza alınız." buyurmasına Üstadımız, "Oğlum, size teveccüh etmişler." buyurdular. "Nakş-ı Medih, nakkaşa gider." Bir güzelliğe hayran olmak ona güzelliği bahşedene vasfetmektir. Bizlere o günlerde müşahade edilen haller hep Sami Efendimiz'den silsile halinde Peygamberimiz (sav) ve Cenâb-ı Hakk'tan geliyordu. Bu nimetlerden şimdi mahrum biri kendine ne pay çıkarabilir ki? Üstadımız, biz ve evimiz çarşamba günü Nevşehirli Lütfi Kocaklar Efendi ile Yahyalı'dan İstanbul'a hareket ettik. Erenköy'de damatlarından ziyaret için izin istedik. Bizim ziyaret etmemizi, Üstadımızın ise perşembe günü ikindi namazını müteakip görüşebileceklerini söylediler. Bir grupla hane-i saadetin girişinde tek tek mübarek ellerini öptük. Zahiren görmesi mümkün değildi. "Bir tane görüşmeyen var." buyurdular. O da ellerini öptü. Cemaatten biri, "Efendim, tayinim çıktı, nereye olsun?" dediğinde, "Ben bu işi bilmem. Hakkında hayırlısı olsun." buyurdular. Üstadımız'ın yanına geldiğimde, "Oğlum, şeklin şemailin Sami Efendimiz ile görüştüm diyor." buyurdular. Yine Ashab-ı Kirâm kitabında, "Günahtan hantallaşan bir topluluk onların huzurundan affolunmuş olarak kalkar." buyurulmaktaydı. Perşembe günü ikindi namazından sonra Üstadımız'ı huzura aldılar. Biz bahçedeyiz. Yalnız içimden bir ses, "Gel!" diyor, şiddetle bizi huzura çekiyor. Gitmemem mümkün değil. Biz de içeri girdik, baktım ki Sultanımız mübarek ellerini açmış, bizlere bakıyorlar. Günahkar dudaklarımla öpmeye cesaret edemeyip ellerini kokladım. Gösterilen yere oturdum. Ara sıra, "Hasan Efendi!" diyerek tebessüm buyurdular. Hacı Hasan Efendimiz, "Efendim, kabir bana kavurma gibi kokuyor." diye Mevlâ'ya olan özlemlerini ifade ediyorlardı. Konuşmalar esnasında Üstadımız, "Oğlum bize yardım ediyorlar." deyince, "Sohbette huzur duyuluyorsa hizmet etsin." buyurdular. Daha sonra da yalnız görüştüler. Bu kısmı satırlara dökmek ise mümkün değil. Huzurlarında pek belli olmadı. Ama ayrılınca ağıtlar başladı. Huzurdan ayrılınca hüngür hüngür ağladık. Bu kalbi sıcaklık aylarca devam ederdi. Görüşüp tekrar kavuşmanın hasretiyle yanıp tutuşurduk. Şimdilerde ise ruhaniyetleriyle avunuyoruz.

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak