Ara

ALLÂH’IN KOYDUĞU SINIRLAR: “HUDÛDULLÂH”

ALLÂH’IN KOYDUĞU SINIRLAR: “HUDÛDULLÂH”

İslâm’da îmânî, mânevî, ahlâkî, ictimâî, iktisâdî, idârî, hukûkî ve cezâî her konuda Cenâb-ı Hakk tarafından ana ilkeler, te­mel ölçüler, esas prensipler konulmuştur. İslâm’ın insanlığa sunduğu rahmet ve şefkat dolu ana mesajı çerçevesinde şekillenen bu temel ölçüler; zaman, zemin ve şartlara göre değişmeyen, değiştirilmeyecek ve hattâ değiştirilmesi teklif bile edileme­yecek olan, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu İlâhî sınırlardır. Genellikle “helâl” ve “haram” kavramlarıyla özetlenen Allâh’ın koyduğu sınırlar, hayâtımızda birlik ve berâberliğin, hu­zur ve barışın, İslâmca ve insanca yaşamanın temînâtıdır. Mü’min kul, bu ilâhî kurallara gönülden ve samîmiyetle bağlı olmak, bu kuralları korumak ve yaşamakla yükümlüdür. Mukaddes bir kurum olan İslâm âilesinde; Allâh’ın koydu­ğu ahlâkî, edebî, mânevî ve hukûkî sınırları koruma arzusu, di­leği ve inancı hâkimdir. Âilede evlenme, boşanma, nafaka, mi­ras gibi hukûkî konular yanında edebî, mânevî ve terbiyevî ko­nularda da İlâhî sınırlar gözetilir. Allah korkusu, sorumluluk duygusu, helâl lokma arzusu, karşılıklı anlayış ve samîmî işbirliği İslâmî âilenin ana çizgilerindendir. Temeli sevgi ve şefkat üzerine inşâ edilen İslâm âile­si, bu özelliklerin uygulanması ve yaşatılmasıyla huzurlu bir yuva olarak devâm eder. Sevgi ve şefkatten yoksun, sâdece maddî bağlarla ve zorakî ilişkilerle birbirlerine bağlı âile fertle­ri arasında hiçbir zaman arzulanan gönül birliği ve berâberliği kurulamaz. Bu sebepledir ki eşler arasındaki karşılıklı ilişkilerle ilgili âyetlerde “Her iki taraf Allâh’ın (koyduğu) sınırlarını koruyacaklarına inanıyorlarsa...” ifâdesi kullanılmıştır.2 Âiledeki temel kuralların “Allâh’ın sınırları” ifâdesiyle anıl­ması bu kuralların değerini ve önemini göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Âilesinde Allâh’ın çizdiği sınırlara uymayan ki­şinin iş hayâtında, meslek hayâtında, günlük hayâtında Allâh’ın sınırlarını koruması ve gözetmesi beklenemez. Âile hayâtında olduğu gibi sosyal hayatta da konulan ilâhî sınırlara saygı göstermek, toplumun huzur ve saadetini, birlik ve berâberliğini tehdit eden davranışlara fırsat vermemek emredilmiştir. ALLÂH’IN ÇİZDİĞİ SINIRLARI AŞMAK HAKSIZLIKTIR, ZULÜMDÜR Haddi aşmakla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de “i’tida, teaddi, bağy ve tuğyan” kelimeleri kullanılmaktadır. Genellikle i’tida, mübah ve helâllerde aşırı giderek haddi aşma; “teaddi” konulan ilâhî sınırları ve kuralları çiğneyerek haddi aşma; “tuğyan” azgınlık, sapıklık ve taşkınlıkta bulunarak haddi aşma anlamında kullanılmakta ise de bunların birbirlerinin yerine kullanıldığı da görülmektedir. Bu çeşit kavramlara yüzlerce âyette yer veren Kitâbımız’ın, haddi aşma konusuna büyük önem verdiği görülmektedir. Meşrû, mâkûl ve makbûl mâzeretler olmaksızın ilâhî sınırların çiğnenmesi, geçilmesi ve aşılması o kişinin hem kendisi hem başkaları için haksızlıktır, zulümdür. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de “Allâh’ın koyduğu sınırlar” (Hudûdullâh) ifâdesiyle tavsif edilen âile hukûku ve miras hukûku konularındaki ana ilkelere uyulmaması, bu sınırların çiğnenmesi “zulüm” olarak nitelendirilmiştir. Bakara sûresinde boşanma ile ilgili âyetlerin sonunda şöyle buyurulmaktadır: “Bunlar Allâh’ın (koyduğu) sınırlarıdır, onları aşmayın. Kim bu sınırları aşarsa, işte böyleleri zâlim­lerin ta kendileridir.”3 Talak sûresinde yine boşanmayla ilgili âyetlerin sonunda şöyle buyurulmaktadır: “Bunlar Allâh’ın (koyduğu) sınırlar­dır. Kim O’nun sınırlarını aşarsa kendine zulmetmiş olur.”4 Boşandıktan sonra eşine dönen, sonra tekrar boşanan, boşama ve boşanmayı ağızda sakız gibi çiğnenen ifâdeler olarak telakkî eden ve eşinin hukûkuna riâyet etmeyen kişiler hakkında Efendimiz (sav); “Bâzılarına ne oluyor ki Allâh’ın (koyduğu) sınırlarıyla oynuyorlar?”5 diyerek âile kurumunun yıkıl­ması anlamındaki boşanmanın basit ve önemsiz bir şeymiş gibi kabûl edilmesini “Allâh’ın koyduğu sınırlarla oynamak” gibi sert bir ifâdeyle tenkit etmiştir. Allâh’ın sınırlarını aşmanın dünyevî cezâsı yanında uhrevî cezâsı da bulunmaktadır. Nisâ sûresinde miras taksimi ile ilgili âyetlerin sonunda haddi aşmanın uhrevî cezâsı şöyle anlatıl­maktadır: “Bunlar Allâh’ın (koyduğu) sınırlarıdır... Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne isyân eder, O’nun sınırlarını aşarsa; Allah onu ebedî kalacağı Cehenneme koyar. O kimse için hor ve hakir edici bir azap vardır.”6 Bu açık ve kesin âyetlere rağmen Allâh’ın emir ve yasakla­rını önemsemeyenlerin, helâl ve haramları gözetmeyenlerin, Allâh’ın sınırlarını yok sayanların dünyâda ve âhiretteki durumu gerçekten çok acıklı olacaktır!  HADDİNİ BİLEN MÜ’MİN KUL, HADDİ AŞMAZ Mü’min haddini bilir. Hiçbir konuda haddini aşmaz. Mütevâzi, geçim ehli, muhabbet adamı ve gönül eri olan Müslüman, “Allâh’ın kulu” olduğunun bilincinde olduğu için kesinlikle bencil, kibirli, gururlu, hırslı ve çıkarcı değildir. Din kardeşleri­ne ve yakınlarına karşı dâimâ saygılı ve edeplidir. Ahlâkî ve edebî prensiplere hürmetkârdır. En büyük arzusu Allah rızâsı­na uygun nezih bir hayat yaşamaktır. Müslüman, iş hayâtında haddini bilir. Hak yemez, hakkından fazlasına tâlip olmaz. İşyerinde dürüstlük ve açık sözlülüğü hâkim kılar. Muamelelerinde dâimâ müsâmahakâr ve anlayışlı davranır. Fâiz, karaborsa, kumar, rüşvet gibi haksız kazançlara tevessül etmez. Müslüman özel hayâtında haddini bilir. Savurganlık ve cimrilikten uzak mûtedil bir hayat yaşar. Kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmaz. Başkalarının özel hayâtıyla ve sırlarıyla ilgilenmez. Tecessüste bulunmak ve başkalarının özel hayâtına vâkıf olmak istemez. Laf taşımaz, münâfıklık ve fitnecilik yapmaz. Mü’min kul, âilevi konularda haddini bilir. Âilesinde istişâreye önem verir, herkesin görüşüne saygı duyar. Âile halkına karşı ezici ve baskıcı tutumlardan sakınır. Özel âile sırlarını yakınlarına bile açmaz. Âile hayâtında hanımıyla arasında geçimsizlik yaşadığı günlerde bunun sebebini soran yakınlarına: - Bu bir âile sırrıdır, diyerek hiçbir açıklama yapmayan; ha­nımından boşandıktan sonra da: - Niçin boşandın? diye soran yakınlarına: - Benimle ilgisi kalmayan bir hanım hakkında konuşmak istemiyorum, diyen seviyeli, olgun, nezih bir Müslüman gibi hare­ket eder. Şuurlu Mü’min, ilmî konularda haddini bilir, bilmediği ko­nularda ahkâm kesmez, ilim erbâbına son derece hürmet eder. İlmî meseleleri ve fetvâları, sahasında ehil ve mütehassıs ilim erbâbına havâle eder. Birilerine şirin görünmek için delilsiz, ölçüsüz ve asılsız fetvâlar vermez. Fetvâ vermekte atılgan ve cür’etkâr olanların kendini ateşe atmakta cür’etkâr olduklarını bilir. Mü’min kul, ilim yolunda ilerlemeye çalışır. Ama hiçbir za­man kendini ilmî açıdan yeterli görmez. Kendini yetişmiş, kâ­mil, mükemmel bir insan olarak kabûl etmez. İlim öğrenmeye, hayır işlemeye, İslâmî ve İnsanî hizmetlere doymaz. Derin ilmî vukûfiyetine ve geniş fıkhî tetebbuatına rağmen, yeni bir mesel öğrendiğinde  - “Bugün yeni bir câhilliğimi daha öğrendim.” diyen dersiamlardan fıkıh âlimi Ahıskalı Şeyh Ali Haydar Efendi merhum (öl. 1960) gibi her gün yeni bir câhilliğini öğrenir, her gün ilim yolunda mesâfe almaya çalışır. Îmanlı kul, mânevî açıdan haddini bilir. Takvâ, ihlâs, zühd zikir, tevbe, nâfile ibâdet gibi konularda kendisinden üstün, seçkin, sâlih kulları örnek alır. Kendisini mânevî açıdan dâimâ başkalarından daha zayıf ve düşük görür. Mânevî açıdan gelişmesi ve yetişmesi gerektiğine inandığı için hiçbir zaman başkalarına tepeden bakmaz. Kimseyi hor ve hakir görmez. Meşhur fıkıh, hadis ve tefsir âlimi Hasan el-Basrî gibi yağmur duâsına dâvet edildiğinde: - Aman beni çağırmayın. Benim gibi bir günahkâr sebebiyle sizlerin de duâları reddedilmesin!” diyecek kadar kendi­sini çok günahkâr, nefsini kusurlu görür. Münâfık, günâhını sivrisinek kanadı gibi küçük gören, mü’min kul ise günâhını Uhud Dağı kadar büyük gören kişidir.  HUKÛKÎ VE CEZÂÎ SINIRLARI AŞMAK, HADDİ AŞMAKTIR Haddi aşmanın bir başka örneği hukûkî sınırları aşmaktır. Hukûkî sınırların aşılması, yolsuzluk ve skandalların yaygınlaş­ması toplumda karşılıklı güven ve huzûru dinamitleyen en önemli faktörlerdendir. İslâm hukûkunda adam öldürme, hırsızlık, zinâ, içki içme, nâmuslu kadına iftirâ atma gibi yüz kızartıcı suçlar için konu­lan hadd cezâları; Allâh’ın Kitâbı’nda ve Rasûlü’nün Sünne­tinde kesin çizgilerle belirtilen, hâkimin takdir yetkisi sınırlı olan, görünüşte ağır olup mümkün olduğu kadar nâdir uygula­nan cezâlardır. İslâm toplumu cezâ, baskı, nefret ve işkence toplumu de­ğil sevgi, kardeşlik, huzur, adâlet, hakkâniyet, af ve rahmet toplumudur. Bu sebeple cezâların uygulanmasından önce gözü ve gönlü tok insanlardan oluşan fazîletli ve medenî bir toplum oluşturulması tavsiye edilmektedir. Herşeyden önce suçluyu suça iten âilevî, sosyal ekonomik ve psikolojik faktörlerin orta­dan kaldırılması; hukûkî ve cezâî tedbirlerin alınması, toplumda hukûkî ve cezâi tedbirlerden önce ahlâkî, mânevî ve terbiyevî müeyyidelerin yerleştirilmesi emredilmektedir. Bu açıdan bakıldığında önce erdemli bir tolum oluşturulsa; suç işleme hattâ suça yönelme oranı azalacaktır. Suçu engelleyici bütün tedbirlere rağmen yine de suç işlenirse, hâkimin delil ve şâhitleri hukûkî kurallar çerçevesinde ve objektif kriterlerle değerlendirmesi sonucunda vereceği isâbetli kararla, toplumda adâlet ve hakkâniyet rayına oturacaktır. Zîrâ Efendimiz’in (sav) ifâdesiyle; “Yeryüzünde uygulanan bir hadd cezâsı, yeryüzü halkı için, kırk gün yağan -bereketli- yağmurdan daha hayırlıdır.”7 Hadd cezâlarının suç işleme konusunda gerçek anlamıyla cay­dırıcı olmaları, zulme ve haksızlığa engel olmaları, toplumda din, can, mal, ırz ve akıl güvenliğini teminat altına alma açısın­dan son derece etkili olmaları gibi özellikleri ile Rahmet Pey­gamberinin cezâyı hafifletme hattâ uygulamamak için her tür­lü fırsatı değerlendirme anlayışı, “Hadd cezâlarında hâkimin önüne çıkmadan birbirinizi affediniz.”8 şeklindeki tavsiyeleri birlikte değerlendirilmelidir. Cezâ uygulamalarında mevki-makam ve hatır gözetme, zenginlik ve neseb yakınlığını dikkate alma, etnik özellikleri ve ide­olojik kaygıları ön plana alma, şahsî intikam hisleriyle hareket etme gibi eşitliğe, adâlet ve hakkâniyete aykırı farklı uygulama­lar sergilenmesi de bir çeşit haddi aşma örneğidir. “Ey insanlar! Sizden öncekilerin helâk olmasının sebeplerinden biri, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakmaları; güçsüz biri hırsızlık yaptığı zaman ona cezâ uygulamalarıdır. Allâh’a yemin olsun ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim.”9 buyuran Allah Rasûlü (sav), hukûkun uygulanmasında her türlü ayırımcılık ve kayırmacılığı şiddetle reddetmiş, hukuk ve cezâlarda eşitlik ve hakkâniyet ilkesine uyulmasını emretmiştir.  HADDİ AŞANLARA MEŞRÛ ÇERÇEVEDE MÜDAHALE EDİLMELİDİ Müslüman, kötülük işlememekle yükümlü olduğu kadar kötülüğü engellemekle de yükümlüdür. İslâm toplumunda huzur ve barış için gerekli tedbirleri almak devletin görevi olduğu kadar Müslüman ferdin de görevidir. Haddi aşanlara meşrû ölçüler içerisinde haddini bildirmek Müslümanın asıl görevlerindendir. Biz, nâmuslu insanlar olarak en az böyle olmayanlar kadar cesur ve atılgan olmak zorundayız. Bir kısım insanların Allâh’ın çizdiği sınırları aşmalarına, uygunsuz davranmalarına göz yumma, hukûka aykırı davranışlara aldırış etmeme ve önem vermeme hakkına sâhip değiliz. Zîrâ bu durum, içinde yaşadığımız toplumun dejenere olmasına, mânen çürümesine ve toplu yıkıma sebebiyet verir. Bir hadîs-i şerifte Allâh’ın sınırlarını koruyan kimselerle bu sınırları aşanlar, gemide üst katta ve alt katta oturan kişiler benzetilmiştir. Üst katta oturanlar, alt katta bulunanların denizden su almak için gemiyi delmelerine izin verirlerse hepsi birden helâk olup batacaklardır. Eğer buna engel olurlarsa hem kendileri kurtulacak hem de onları kurtarmış olacaklardır.10 İçki, fuhuş, uyuşturucu ve şehvet mübtelâlarına, sahtekâr ve rüşvetçilere seyirci kalındıkça; ahlâkî konularda haddi aşan kimselerin hukûkî, ahlâkî, pedagojik ve sosyal tedbirlerle topluma kazanılmaları sağlanmadıkça; bünyedeki mikrop gibi bu çeşit kimselerin zararları bütün topluma bulaşacak, bütün toplum bu mikroplardan etkilenecektir. Terörist, anarşist ve sadist ruhlu insanların yetişmesine elverişli bir ortam yerine; psikolojik ve pedagojik esaslara uygun, ahlâkî güzelliklerin ve mânevî değerlerin aşılandığı, gönülleri sevgi ve saygı dolu olan, ahlâk ve fazîlet timsâli müstesnâ insanların yetişmesine elverişli bir ortam oluşturulmadıkça hukûkî, ahlâkî, sosyal ve ekonomik sınırları çiğneyenler çoğalacak, polisiye ve cezâî tedbirler yetersiz kalacaktır. Haddi aşmanın engellenmesi, toplumda haddini bilen me­denî ve fazîletli insanların yetiştirilmesiyle mümkündür. Allâh’ın çizdiği sınırları çiğnemekte tereddüt etmeyenler, güven­lik güçlerinin ve hukuk otoritesinin zayıf kaldığı yerlerde in­sanların koyduğu sınırları ve kânunları çiğnemekte de tereddüt et­meyeceklerdir. Sâdece kendi maddî geleceklerini garanti altına alabilmek ve İslâm ülkelerinin elindeki nimetleri paylaşmak için bâzı dik­tatörleri bahane ederek mazlum İslâm ümmetinin başına çörek­lenen; Afganistan, Bosna, Kosova, Makedonya, Çeçenistan, Keşmir, Filipinler ve Filistin’de savunmasız mâsum insanlara kan kusturan ya da seyirci kalan sözde süper güçler; insânî, ah­lâkî ve hukûkî konularda haddi aşmalarının ağır faturasını er geç ödeyeceklerdir. Hukuk, ahlâk ve fazîlet kurallarını çiğneyerek haddini aşan, mazlum milletleri yıllarca süren kanlı savaşlarla, ağır baskılar, zulüm ve işkencelerle inim inim inleten, merhamet nedir bilmeyen, mâsum sivil insanların üzerine akrep gibi musallat olan zâlim, diktatör ve tağutların acıklı âkıbetlerine târih şâhittir. Temennîmiz ve niyâzımız yeryüzüne huzur ve barışın hâkim olması, yaşanan acı olayların son bulmasıdır! Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay (Haziran 2016)   Dipnotlar: [1] Darakutni, sünen 4/297 No: 104; Hâkim, müstedrek: 4/115; Ebu Nuaym, Hılye: 9/17: Beyhaki, Sünen: 10/21, Nevevi: Erbain, Hadis No: 30. Hadisimiz, Hâkim ve Ibn Salah’a göre sahih; Sem’ani, Nevevi, Zeynüddin el-Iraki ve İbn Hacer’e göre hasen derecesindedir. 2 Bakara: 2/229 3 Bakara: 2/229 4 Talak: 65/1. 5 İbn Mace: Talak 1. 6 Nisa: 4/13-14 7 Nesai Sarik 7: İbn Mace: Hudud 3: Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/362, 402 8 Ebu Davud: Hudud 6: Nesai: Sarik 6. 9 Buhari: Hudud 12; Müslim: Hudud 8 Ebu Davud: Hudud:4 Tirmizi: Hudud: 6; İbn Mace: Hudud 6. 10 Buhari: Şirket6, Şehadet 30; Tirmizi: Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/268.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak