Ara

Yoksa Çocuklarımız Yetim Mi?

Yoksa Çocuklarımız Yetim Mi?
Habib Öztürk İnsanı yaratan Allah Teâlâ ona kendisiyle huzur bulacağı eşler1, dünya hayatının ziyneti olan evlatlar lütfetmiş3 ve insanı da dünyâya halife olarak göndermiştir.2 Allah Teâlâ, her şeyinden istifade ettiği bu dünya hayatında insana bir takım görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Bunların başında Allah Teâlâ’ya itâat ve ibâdet görevi gelmektedir. İnsan içinde yaşadığı dünyânın ve sahip olduğu nimetlerin geçici olduğunu idrak etmeli, sorumluluklarının farkına varmalı ve kendisine tevdi edilen görev ve sorumlulukları harfiyyen yerine getirmelidir. Nefisle mücadele eden bireyler olarak insanların akıllarına/gönüllerine, Allah Teâlâ’nın kendilerine yüklediği vazifeleri yerine getirdikleri takdirde vazifelerini ifa ettiği düşüncesi/bilinci yerleşmektedir. Burada unutulmaması gereken bir husus vardır ki, o da Yüce Allâh’ın (cc) insanı sadece kendi nefsinden ibaret bir varlık olarak yaratmamış olduğu gerçeğidir. İnsan maddî ve mânevî açıdan hayatını tek başına geçirebilecek kabiliyete sahip değildir. Bir takım ihtiyaçlarını giderebilmesi için sosyal bir çevreye ihtiyaç duyar ki bu çevrenin kendisine en yakın olanı ailesidir. Aile insanı toplum hayatına hazırlayan ve insanın toplumda yer edinebilmesini sağlayan önemli bir kurumdur. İnsanların yetişmesinde ve sosyalleşmesinde yadsınamaz katkıları olan ailenin öyle bir bireyi vardır ki o insanlığın geleceğidir. İşte bu çok önem arz eden bireyler, evlerimizin neşe kaynağı, Yüce Rabbimiz’in bizlere armağanı olan çocuklarımızdır.   Çocuklarımız, Allâh’ın (cc) bizlere verdiği en güzel emanet, koruyup kollamamız, büyütüp vatana, millete ve İslâm’a hayırlı birer evlat, Allâh’a (cc) layık birer kul olarak yetiştirmemiz gereken ‘Cennet Çiçekleri’dirler. Onları yetiştirirken dünyada rahat etmeleri için elimizden gelen gayreti gösterdiğimiz gibi, onlara âhirette rahat edecekleri bir ortam hazırlamalarına vesile olmak da ebeveynler olarak vazifelerimiz arasındadır. Cennet’in güzelliklerini ve Cehennem’in ürkütücü, kalpleri titreten halini düşünen her insanın hak vereceği gibi, hiç bir Müslüman çoluk-çocuğunun acı ve ızdırap çekmesini istememekte, ciğerpare yavrusunun Cennet’in en güzel köşelerinde zevk-ü sefa içerisinde bir akıbetinin olmasını arzu etmektedir. Tabi, bu arzunun gerçekleşebilmesi için ebeveynlerin çalışmaları ve bu uğurda çaba sarf etmeleri gerekmektedir. Bu noktada anne ve babalara bazı görevler düşmektedir. Çocuğunun salih bir evlat olmasını isteyen ebeveynlerin, İslâm’ın emir ve yasaklarını ilk etapta kendilerinin uygulamaları ve ardından bu ilkeleri çocuklarına öğütlemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde kendisine öğütlenen hususları öğreticisinin/mürebbisinin hayatında göremeyen çocuklarda bunun bir etkisinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Anne ve babayı gizli bir kamera gibi gözlemleyen çocuklar, sözlerden daha çok fiil ve davranışlardan etkilenmekte, çok sevdiği anne veya babalarını kendilerine örnek almaktadırlar.   Biraz kabaran ve serpilen çocukların davranışlarına bakıldığında anne ve babanın karakter ve fiillerinden/davranışlarından izler taşıdıklarını görürüz. Dinine bağlı, hayatını Yüce Yaratan’ın istekleri doğrultusunda yaşamaya gayret gösteren ebeveynlerin çocuklarının hayatlarının ilerleyen safhalarında (bir takım hatalara düşmüş olsalar dahi) çoğunlukla dine bağlanma yönünde eğilim gösterdiği görülürken; anne ve babasından din adına bir şey görememiş, hayatı sadece maddî mutluluklardan ibaret yaşamaya alıştırılmış, İslâm’ın öngörmediği bir ortamda yetişmiş bireylerin de bu yönde hayatlarını idame ettirdiklerine şahit olunmaktadır. Bu açıdan ebeveynlerin tutum ve davranışları, İslâm’ın muhtevasını yerine getirme konusundaki hassasiyetleri, her şeyden sakındıkları, gözlerinin nuru, gönül aydınlığı evlatlarının İslâm’a olan bakışlarını belirleme hususunda son derece önemlidir.   ANNEDEN VEYA BABADAN MAHRUM KALAN ÖKSÜZ DE YA DİNİNDEN MAHRUM KALAN? Sorumluluğunun bilincinde olan her anne-babanın çocuklarına devamlı bir surette Allah’tan (cc) korkmayı öğütlemesi ve yapıp ettiklerini gören bir İlâh’ın olduğunu, bundan dolayı hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerektiğini öğretmesi gerekmektedir. Ebeveynler büyüyüp hayata atıldığında hangi mesleğe sahip olursa olsun, hangi mekân ve zamanda bulunursa bulunsun kulluk görevini ne sebeple olursa olsun ihmal etmemesi gerektiği şuurunu çocuklarına vermelidirler. Bu şuur çocuğa aşılanırsa ebeveynler çocuklarının kurtuluşlarına tabiri caiz ise bu dünyada din-i mübîn-i İslâm’dan öksüz ve yetim kalmamalarına vesile olacakları gibi ilâhi huzurda hesap verecekleri günde görevlerini yapmış olmalarının verdiği mutluluğu da tatmış olacaklardır. Geleceğini hazırlamak adına çalışıp didindiği, iyi bir iş sahibi olsun diye özel dersler aldırıp, dershanelere gönderdiği evladının dininin ikmâli konusunda da takipçi olmak anne-babaların asli görevleri arasındadır. Nitekim Allah Rasülü (sav) bir hadis-i şeriflerinde Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz’4buyurmak suretiyle anne ve babanın çocukları üzerinde adeta bir çoban vazifesi yapmaları gerektiğini ifade etmiştir.   On yedi on sekiz yaşına gelmiş ama ibadetlerini ergenlik çağına girdiği andan itibaren yapmamış olan bir çocuğun/gencin terk etmiş olduğu namazlarda, ifa etmediği ibadetlerinde anne ve babasının payının büyük olduğu aşikardır. Müslümanın her durumda örnek alması gereken Hz. Peygamber’in (sav) hayatına baktığımızda onun ‘Çocuklarınıza yedi yaşına geldiklerinde namazı emredin’5 yani ‘namaz kılmayı onlara öğretin’ tembihinin evlatlarımızı yetiştirme hususunda başucumuzda bulunması gereken bir düstur olduğunu görmekteyiz. Yine Hz. Peygamber’in (sav) her sabah kızı Hz. Fatıma (r.anha) ve damadı Hz. Ali (r.a) Efendimizi namaza uyandırdığını bu noktada hatırlatmamız yerinde olacaktır.6 Bu bakımdan düşünüldüğünde Hz. Peygamber (sav) gibi davranması beklenen anne-babaların her sabah okula geç kalmamaları için uyandırdıkları yavrularını, Cennet’e geç kalmamaları için de sabah namazına kaldırmaları gerektiği hakikati karşımıza çıkmaktadır. Müslümanların günlerinin sabah namazıyla başladığı gerçeğini çocuklarımıza anlatabildiğimiz takdirde, çocuklarımızın onun feyiz ve bereketinden de istifade etmelerini sağlamış olacağımız bir hakikattir. Namazın ve abdestin insanı bir kalkan gibi koruduğunu idrak eden çocuklar/gençler, günaha götüren yollara girmekten imtina edecek ve mağazaların vitrinlerinde gösterişli elbiseler arama yerine, onlardan daha hayırlı olan takva elbisesini7 yavaş yavaş giymeye başlayacaklardır.   Allâh’ın (cc) hukukunu yerine getirdiğinde hayatında karşılaştığı güçlük ve problemlerin teker teker hallolduğunu gören çocuklar/gençler, bu bilinç ve idrak ile iyinin ve iyilerin safında yer alacak, dünyadan göçüp gitmiş olsalar dahi kendisini İslâm ahlâk ve prensipleri doğrultusunda yetiştirmiş olan anne-babalarına hayır duada bulunacaklardır. Bu bağlamda anne ve babanın evladına bırakacağı en hayırlı mirasın, çocuğunun İslâmî bir anlayışa, yaşama ve terbiyeye/ahlaka sahip olmasını sağlamak olduğunu ifade edebiliriz. Nitekim âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (sav) ‘Hiç bir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir bağışta bulunmamıştır’8 buyurarak konuyu özümseme noktasında bizlere ışık tutmaktadır. Malın mülkün, şan ve şöhretin insanı dünyada ancak bir yere kadar götürebildiği gerçeğini evlatlarımıza gösterebildiğimiz takdirde, onlar Hz. Peygamber’i (sav) yetim bulup barındıran Allâh’ın9 (cc) kendilerini de anne ve babaları eliyle barındırıp himaye ettiği gerçeğini idrak etmiş olacaklardır.   Canımızdan çok sevdiğimiz evlatlarımızı gereği gibi yetiştiremediğimiz zaman ise, batının insanlığın fıtratına ters bir şekilde aile yapısına yerleştirdiği sistem çocuklarımızın zihinlerine işleyecek ve netice itibariyle varlıklarının sebepleri olan anne-babalarını huzur evlerine/yaşlı bakım merkezlerine mahkum eden bireyler yetişecektir. Bu da dininden öksüz ve yetim bıraktığımız çocuklarımızı, daha biz hayattayken gerçek manada öksüz ve yetim bıraktığımız anlamına gelmektedir. Bu duruma düşmemek için aile kurumunu sağlam temeller üzerine kurmak ve evlerimizi bir eğitim yuvasına çevirmek durumundayız. En güzel örnek olan Efendimiz’in (sav) hane-i saadetlerinin aynı zamanda bir eğitim merkezi niteliği taşıdığını eşi Hz. Aişe (r.anha) validemizin birikimine baktığımızda görmemiz mümkündür. Yine O’nun (sav) mübarek torunlarının sözleri ve davranış biçimleri incelendiğinde Hz. Peygamber’in (sav) evinde İslâm’ın ilmek ilmek gönüllere dokunduğunu göreceğiz. Bu açıdan düşündüğümüzde peşinde Allâh’ın (cc) rızâsını anne-babanın rızâsında arayan evlatlar burakmak isteyen her ebeveynin Allah Rasûlü’nü (sav) kendisine örnek alması ve çocuğunu canına zarar verecek her şeyden koruduğu gibi dinine zarar verecek her türlü şer odaklarından da muhafaza etmesi gerektiğini hatırlatmamız gerecektir. Bu aynı zamanda îmân eden kularına Allâh’ın (cc) bir emridir de.10   SONUÇ OLARAK İnsan sadece kendi nefsinden sorumlu bir varlık değildir. Bu bakımdan her insanın mesul olduğu bir ailesinin nafakasını karşılamak zorunda olduğu gibi, dinini öğretmek ve onların dine uygun yaşamalarını temin etmekten de sorumlu olduğunu hatırlatmak isteriz. Kıyamet günü sevdiği yavrularından kaçmak istemeyen her ebeveynin, dünyada evlatlarına sıkı sıkıya sarılması ve kendi eliyle onları ateşe atmaması gerekmektedir. Bunun yolu da evlerimizi ‘suffa’ya çevirmekten ve aile efradımızı ‘ashab-ı suffa’ gibi bireyler haline getirmekten geçmektedir. Bunun yanında onlara öğrettiğimiz teorik bilgileri canlı bir örnek teşkil etmesi bakımından hayatımızda müşahhas hale getirmek, çocuklarımızın söylediğimiz ve uyguladığımız arasındaki uyumu görmek istemeleri açısından son derece önemlidir. Böyle yaptığımız takdirde sürümüzü kurtlardan kurtarmış ve Allâh’ın (cc) razı olacağı kullar zümresine girme noktasında çocuklarımız ve kendimiz için büyük bir adım atmış oluruz. Ne mutlu nefsini ve ailesini kurtarabilenlere…   Dipnotlar: [1] Rum 30/21. 2 Kehf 18/46. 3 Bakara2/30. 4 Buhari, Cum`a 11; İstikrâz 20; İtk 17, 19; Vesâyâ 9; Nikâh 81, 90; Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20. 5 Ebu Davûd, Sünen, Salât (1/334, Hadis No: 495). 6 Kurtubi, el-Câmi li-Ahkâmi l-Kur’âni’l-Kerim, c.XI, s.263. 7 Araf 7/26. 8 Tirmizî, Birr 3. 9 Duha 93/6. 10 Tahrim 66/6.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak