Ara

Uçurtma

Elinizde, bütün parçaları bir araya getirilmiş ve uçurmaya hazır bir uçurtma olduğunu düşünün bulunduğunuz evin salonunda. Madem her şeyi tamam, öyle ise uçsun diye havaya kaldırırsanız uçar mı uçurtmanız? Elbette ki hayır. Zira uçma eyleminin gerçekleşmesi için, uçurtmanın bütün aksamının bir arada olması yeterli değildir. İki unsura daha ihtiyacımız vardır: Biri uygun ortam, diğeri ise enerji. Evin içi veya kapalı spor salonu gibi kapalı mekânlar, uçurtmanın uçması için uygun bir ortam olamaz. Açık, geniş ve yüksek yerlere ihtiyacınız vardır. Ancak yine uçmaz uçurtmanız. Bu kez onu yükseltecek, havalandıracak ve havada tutacak bir enerjiye gereksinim duyarsınız. Bunu ise esmekte olan rüzgâr ile ancak sağlayabilirsiniz. Uygun mekân ve esen havayı buldunuz. Elinizdeki uçurtmayı gelişigüzel bırakırsanız uçar mı hemencecik? Yine hayır. Gelişigüzel elinizden bırakırsanız, rüzgâr onu önüne katar, oradan oraya çarparak parçalar. Uçurtmanızı uçurtmak için, günlerdir essin diye yolunu gözlediğiniz rüzgâr, uçurtmanızı paramparça edebilir. Peki ne yapılmalıdır öyle ise? Elinizde tuttuğunuz uçurtmanın iç tarafını rüzgâra çevireceksiniz ve uçurtma rüzgâra adeta kollarını açacak ve ona karşı dengede durmayı öğrenecek. Rüzgâr onu zorlayacak, uçurtma ise doğru ve sağlam duruşunu bozmayacak. O zaman essin esebildiği kadar. Uçurtmayı sırtında taşıyan sadık bir köle gibi hizmet edecektir sadece. Eğer duruşunuzu bozarsanız, artık insafına kalırsınız serseri rüzgârın. Başınıza ne geleceğini, hangi yamaçta ne kadar yuvarlanacağınızı ve hangi taşlara kafanızı vuracağınızı bilemezsiniz. Esen rüzgâr, uçurtmanın uçmasını sağlayan en önemli hizmetçi gibi görünse de onu tepe taklak yere çakarak yok edecek etken de yine rüzgârdır (odur). Sonucu belirleyecek olan şey ise, uçurtmanın rüzgâra karşı duruşudur. Eğer rüzgâra kollarını açar, bir binicinin ata bindiği gibi rüzgâra biner ve rüzgâra karşı dengede durursa uçar, havalanır ve zirvelere adım adım tırmanır. Öyle değil de hâkimiyeti ve inisiyatifi rüzgâra bırakır, kendisi de onun önünde gelişigüzel sürüklenmeyi kabul ederse, bırakın zirvelere çıkmayı, yere çakılıp paramparça olmayı seçmiş olur. Evet rüzgâr iyidir, ama kontrol edilmek, denetlenmek kaydı ile… Bu kural bütün enerji kaynakları için geçerlidir. Evinize aldığınız doğal gazı borular ile denetim altına almaz, vanalar takmaz ve kontrol etmezseniz, ısınmanıza değil, yanmanıza sebep olur. “Peki, bütün bunların sorun çözmek ile ne alakası vardır?..” sorusu kafanızı iyiden iyiye kurcaladığını biliyorum. Hemen geçiyorum işin o tarafına. İnsan, bütün aksamı ile tastamam ortada duruyor. Eli ayağı, gözü kulağı, dili dudağı, kalbi ve vicdanı ve hakeza... Ancak bu potansiyelin harekete geçmesi, yükselmesi, olgun ve erdemli insan seviyesine çıkması, yani ahsen-i takvim kıvamına tırmanması için iki şeye daha ihtiyacı vardır: Biri ortam, diğeri ise enerji. Toplumdan tamamen soyutlanarak, bir mağarada ve dağın başında bütün bir ömrü geçirerek yaşamanız, uçurtmayı kapalı bir mekânda uçurtmanızdan farksızdır, içinizdeki insanî değerlerin açığa çıkması adına. Mekân olarak sosyal hayatın içinde olmak zorundasınız. Aile, akraba, komşu, arkadaş, dost, iş hayatı, iletişim ve saire. Ancak mekân da yetmez tek başına. Şimdi sıra enerjide gelişip, olgun bir insan kıvamına çıkmamız için. Bizdeki bütün duygular bu enerji vazifesi görmektedir, pozitif ve negatif fark etmeden. Hatta negatif duygular bizi yükseltmek, geliştirmek, olgunlaştırmak için daha güçlü enerji barındırmaktadır bünyesinde. Mesela öfke, nefret, adavet, kıskançlık, inat, hırs, rekabet vb. Ancak bir şartla; denetim ve kontrol altına girmek kaydıyla. Aksi taktirde uçurtmayı baş aşağı yere çakan rüzgâr gibi, bizi aşağıların aşağısına atarlar bu duygular. Evet, öfkeye sahip olmak büyük bir zenginliktir. Ancak öfkenin bize sahip olması acınacak bir durumdur. Öfkeye sahip olup, atın dizginini eline alan bir at binicisi gibi, onu kontrol altında tutanlar için zirvelerin kapısı bir bir açılır. Denetim altına alınmayan bir öfke, deli dolu esen rüzgâr gibidir. Uçurmaya değil, baş aşağı indirmeye ancak katkı sağlar. Bütün duygularımızı bu örnek üzerinden değerlendirmek mümkündür. İşte eşimiz, çocuklarımız, komşumuz, arkadaşımız, akrabalarımız ise, uzaya gönderilen füzenin barutunu ateşlemek gibi bu duygularımızı ateşleyen fedakârlardır. O yüzden toplumsal hayatın içinde olmak olmazsa olmazımızdır. Uçurtmayı aşağı indiren, rüzgâr değil, onun karşısında doğru pozisyon alamamasıdır uçurtmanın. İnsanı esfeli safilin dediğimiz aşağılara çeken de duygularımız değil, duygularımıza karşı yanlış duruşumuzdur. Asıl kahraman ve muzaffer komutan, başkasını değil, duygularını kontrol edendir. Gerçek esaret, duygularımıza dizginimizi kaptırmak, gerçek özgürlük ise duyguların yularını ele geçirmektir. Öfkesine mağlup olup, “Beni çıldırtma şimdi, insanı delirtme!..” diyerek, evin altını üstüne getiren kişinin, kaç bahanesi olabilir kendini haklı çıkarmak için acaba?.. Uçurtmayı aşağı indiren rüzgâr değil, rüzgârın karşısındaki yanlış duruşudur, öfke duygusu karşısında çıldıran da suçu öfkede değil, öfke karşısındaki duruşunda aramalı değil midir? Eşinin, çocuğunun, komşunun veya kardeşinin ta ayaklarına kadar sürdüğü öfke, inat, haset, hırs atına binmeyi hiç denediniz mi? Sonra dönüp onlara hiç dua ve teşekkür ettiniz mi? Bakın şu cümlenin içindeki derin mesaja: “Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun.” “Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.” “Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ vecefâlara mâruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim.” Emirdağ L. Hemen araya girmek istiyorum cümlenin burasında ve şu soruyu sormak istiyorum: - Neden? Size nasıl bir faydaları oldu ki, hakkınızı helal etmekle yetinmiyor ve onlara dua ediyorsunuz? “Çünkü onlar bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim dâvâmıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir.” Emirdağ L. Bu sırra vakıf olan arif, çünkü diyerek bize bir cümlede yaptı tarif. İman hakikatinin inkişafı ve gelişmesi için ortam ve enerjiye ihtiyaç vardı. Saldırı pozisyonunda olanlar bu enerjiyi ateşlediler ve ortamı oluşturdular. Bundan daha büyük bir yardım olabilir mi? Siz de bu enerjiye karşı doğru yerde ve doğru pozisyonda durmuşsanız, inkişaf başlamış demektir. Sizin içinizdeki kâmil insan hakikatini inkişaf ettirmek için, sizi harekete geçirecek, duygularınızdaki enerjiye binmenizi sağlayacak birine veya birilerine ihtiyacınız yok mu? Eşiniz, arkadaşınız, komşunuz sizin bu hayati ve temel ihtiyacınızı karışılıyorsa, onlara ne demeli ve nasıl davranılmalıdır acaba? Cevabını size bırakıyorum bu sorunun. Ferhat Aslan Âile Danışmanı ve Psikoterapist (Ekim 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak