Ara

Ümmetin Hâl-i Pür Melâline

Ümmetin Hâl-i Pür Melâline

Mü’minleri kardeş kılan; yüreklerimiz toplu vursun, bileklerimiz tek yumruk olsun ve ırk, renk, dil, mezhep farkı gözetmeyelim diye bizi aynı kıbleye yöneltip aynı Peygamber’e, kılıç ve rahmet Peygamberi Muhammed Mustafâ Efendimiz’e (sav) ümmet eyleyen; aynı Kitâb’ı bize rehber kılan; bizim için râzı olduğu din olarak tek İslâm’ı seçen ve bizi tek bir isimle, “MÜSLÜMANLAR” ismiyle isimlendirip dünyâyı îmarla görevlendirerek bütün bir yeryüzünü bize mescid kılan âlemlerin Rabbi tek Allâhımız’a hamd olsun. Ümmetinin derdiyle saçlarına aklar düşen, onlar için döktüğü inci gibi gözyaşları sakallarından süzülen, dâvânın ağırlığından belleri bükülen, Vedâ hutbesinde ümmetini “Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp birbirinizin boynunu vurmayınız!” diye uyararak Kitâb’ı ve sünneti bize rehber bırakan Efendimiz Muhammed (sav)’e sonsuz salât olsun. O’nun yolunu izleyen ashâb-ı kirâma, tâbilerine, mücâhidlere, ümmetin derdiyle dertlenen ehlullâha, mazlumların âhını yüreklerinde duyup gözlerine uyku girmeyen ve gözlerinden kanlı yaşlar döken Hakk dostlarına selâmlar olsun. Rabbimiz Kerîm Kitâbı’nda şöyle buyurur: “Allâh’a ve Resûlü’ne itâat ediniz ve sakın birbirinizle didişip çekişmeyiniz. Yoksa maddî ve mânevî gücünüz kaybolur gider. Sabredin; şüphesiz Allah sabredenlerle berâberdir. (el-Enfâl 8/46)” Tek Güç - Tek Ses Mü’minler birbirleriyle didişmeyi, kavgayı, çekişmeyi, aralarındaki dünyevî çıkarları bırakıp yek vücut olarak Allâh’ın ipine sımsıkı tutunmalıdırlar. Tesbihin tâneleri gibi bu ipe dizilmeli ve tesbihi tutan bir imâmenin etrafında toplanmalıdırlar. Mü’minler "Tuğlalarının arasına kurşun dökülmüş binâlar gibi Allah yolunda (küfre karşı) saf tutarlar" (es-Saff 61/4), her türlü iç çekişmeden uzaklaşırlar, kendilerine kasdeden zâlimlere ve kâfirlere karşı yek vücut olarak Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) ashâbı gibi itikâdî ve ahlâkî olgunluğa ererek amellerini ihlâs ile îfâ ederlerse çok kısa bir zamanda İslâm'ı cihâna hâkim kılacaklardır. Zâlimlere haddini bildirmek için bir olmaktan başka çâre yoktur: “Onlar öyle kimselerdir ki Rablerinin dâvetini kabûl ederler, namazı ikame ederler. Onlar işlerini kendi aralarında istişâre ile hallederler ve kendilerine verdiğimiz rızık ve servetten infâk ederler. Onlar haksız bir saldırıya ve baskıya uğradıkları zaman bir araya gelip yardımlaşırlar.” (eş-Şûrâ 42/38-39). Bu âyetler bize zâlimlere hadlerini bildirmek için tek güç, yek vücut, tek ses ve tek yürek olmamız gerektiğini emreder. Mü’minler meselelerini çözüme kavuşturmak için istişâreyi kendi aralarında yaparlar; kâfirden, hâinden, münâfıktan, fâsıktan, zâlimden, fitneciden, müfsidden medet ummazlar. Mü’minler; kendileri gibi mü’min, muvahhid, ihlâs sâhibi, âdil, ıslah ve takvâ ehliyle istişâre ederler. Kendilerine rızık olarak verilen serveti birbirleri için ve mazlumların kurtuluşu için harcarlar. Ümmetin zenginliğini zâlimlere ve kâfirlere peşkeş çekmez, sâdece Allah için infâk ederler. Millet-i İslâm’a Hâinlik Rabbimiz “Mallarınızı sefihlere vermeyin!” (en-Nisâ 4/5) buyuruyor. Sefihler sâdece malı nasıl harcayacağını bilmeyen akılsız bireyler değildir. Asıl günümüzün sefihleri Müslümanların servetlerine tebelleş olan ve Müslüman idâreci ve ilim adamlarının konfor ve makam düşkünlükleri sebebiyle önlerine atılan kırıntılara râzı olarak bu ümmetin servetini peşkeş çektikleri sırtlan ve çakal sürüleridir. Bu zavallılar, mal ve makam düşkünlükleri sebebiyle dîne ve ümmete verdikleri zarar yüzünden yarın Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda nasıl hesap vereceklerini ah bir bilseler! Koca bir ümmet olarak kâfirlerin, dünyâyı sömüren emperyalist güçlerin, hîlekâr fitnecilerin, sahtekâr müfsidlerin “kışkırt, düşman göster, böl ve yönet!” tuzağını hâlâ göremeyen ya da gördüğü halde çıkarlarından vazgeçemediği için zillet içinde yutkunup susan zavallılar hâline geldik. Dünyânın kanını emen bu vampirler Müslümanı Müslümana düşman eder, buna gelip “o terörist!” der, ona gidip “bu terörist!” der. Sonra milyar dolarlık anlaşmalar yapıp her iki teröriste (!) de hangarlarda çöp olacak silahları satar. Zavallı Müslümanlar kendi zenginliklerinin ve servetlerinin bu şekilde sömürülmesine gönüllü rızâ gösterirler. Kanla doymak bilmeyen zâlimler, ülke içindeki etnik unsurları, cemaatler, partiler ve mezhepler arasındaki görüş farklılıklarını âdetâ birer düşmanlık gibi gösterip ayrılığı ve fitneyi körüklerken birbirleriyle komşu ve kardeş olan ülkeler arasında da benzer taktiklerle fitne ateşini yakarlar. Müslümanlar ise fitne ateşini söndürecekleri yerde ateşe odun taşırlar. Din ve mukaddesat düşmanları da şeytânî bir keyifle olan biteni izler ve bu puslu havada semirdikçe semirirler. İstikrarsızlık, kargaşa, güvensizlik ve huzursuzluk ortamından beslenen savaş zenginleri, çok sevdikleri bu ortamı oluşturmakta sinsi ve şeytânî bir maharete sâhiptirler. Mü’minleri birbirlerine karşı kışkırtarak istediklerini elde ederler. Mü’min de bu delikten yüzyıllardır değil bir kez binlerce kez ısırıldığı halde gözü kapalı halde yine ısırıldığı deliğe girer. Binlerce teessüfle anlıyoruz ki, Müslümanlar içler acısı bir şekilde, mücâdele etmek ve savaşmak için gâliba düşmanlarının da Müslüman olmasını bekliyorlar. Allâh’a ve Resûlü’ne düşman bir topluluğun kuklası olup Allâh’a ve Resûlü’ne îmân etmiş bir topluluğa savaş açmak, ümmetin birliğine kasdetmek, millet-i İslâm’a hâinlik yapmak, onlara ambargo uygulamak açık bir haramdır. Hakkı Söyleyemeyen Bedbaht! Açıkça şerîata muhalif bir hal varsa Müslümanlar ve İslâm ülkeleri kendi aralarında o hâli düzeltmeye çalışırlar. Şer’î dayanaktan, delilden yoksun keyfî bir kararla birbirlerine düşman olmazlar. Müslümanların birbirlerini düşman olarak görüp ambargo uygulamaları fitne ateşini körükler, güven ortamını zedeler, zâlimlerin ve hâinlerin ekmeğine yağ sürer. Allâh’ın nûruyla bakması gereken bir mü’mine böyle bir basîretsizlik ve firâsetsizlik yakışmaz. Zâlimlerin karşısında durması gerekirken zâlimlerle bir olanlar, onların yanında yer alanlar, suskun kalanlar, korkaklık gösterenler kim olurlarsa olsunlar; idâreci, ilim adamı, siyâsetçi veya sanatçı, yarın Allâh’ın huzûrunda nasıl cevap vereceklerini düşünmelidirler. Bugün kimin yanındaysan yarın huzûr-i mahşerde de onun yanındasın, unutma! Zulmü ve haksızlığı tecviz eden hocalar, düşünürler, yazarlar, heyetler, o heyetlere üye olanlar, devletler ve idâreciler de zulme ortaktır. Hayra delâlet eden nasıl onu işlemiş gibi oluyorsa şerre delâlet eden de şerri işlemiş gibidir. Dünyânın neresinde olursa olsun haksızlığa karşı duran, zâlimlere geçit vermemek için topraklarını korumaya çalışan, ırzını, nâmusunu, dînini, malını, canını, neslini korumak uğruna cihâd eden Hakk erlerini terörist ilân etmek ümmete ihânettir. Hele de bizim için Mekke ve Medîne gibi harem olan Kuds-i Şerif ve o mübârek beldeler uğruna işgâlci Siyonist güçlere karşı eliyle, diliyle ve kalbiyle direnen mü’minleri fitneci ve müfsid ilân etmek tam bir kendini bilmezliktir; kâfirin diliyle, zâlimin aklıyla konuşmaktır. Güyâ bâzı ilmî heyetlerin bu siyâsî entrikalara kanarak ilimden, insaftan ve şerîattan kopuk fetvâcıkları, delilden yoksun itibarsız, şahsiyetsiz ve onursuz paçavra görüşlerdir. Mü’min zâlimlerin kuklası, hâinlerin oyuncağı, şeytânın askeri, kâfirlerin dostu olamaz. Haksızlık karşısında susup dilsiz şeytan hâline gelmekten Allâh’a sığınırız. Hakkı söyleyemeyen bedbaht! Bari utan da bâtılı övme! Bütün bir İslâm âleminin ilmi, fazîleti, şahsiyetli duruşu hakkında ittifâk ettiği ulemâyı ve bunlar içerisinde özellikle de Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî’yi (Allah ona selâmet ihsân etsin) lekelemeye kalkışanlar bilmelidir ki, ümmetin gözbebeği olan bu âlimleri itibarsızlaştıramayacaksınız. Bâtıla karşı amansız bir siyâsî mücâdele veren devlet yetkililerini, parti, vakıf, sivil toplum kuruluşu yönetici ve çalışanlarını gözümüzden düşüremeyeceksiniz. Safını Seç! Mesele bugünün meselesi değildir. Tâ ilk insandan bu güne hak ile bâtılın mücâdelesidir ve kıyâmete kadar da sürecektir. Sen safını seç Müslüman! Nerede durduğuna değil kiminle durduğuna bak! Hakkın yanında ol da, isterse en son safta ol! Hakkın yanında ol da, isterse seni hiç bilmesinler! Hakkın yanında ol da, isterse seni hor görsünler! Müslümanlar elbirliği ederek ve ağırbaşlı bir şekilde sulh yoluyla kendi sorunlarını kendileri çözmelidir. Bu da Müslümanların kendi aralarındaki askerî, siyâsî, iktisâdî işbirliklerini artırmalarını ve ortak güç hâle gelmelerini sağlayacak kurum ve kuruluşları tesis etmelerini zorunlu kılar. Çünkü sulh yoluyla çözüm sağlanamazsa bu birliği temsil eden kuruluşların gücüyle problemler sona erdirilmelidir. Vicdansızca sömüren ve kana doymayan cânîlere kucak açan, onları koynunda besleyen zavallı Müslüman! Kendine gel ve rûhuna zehir katan, aklına fitne sokan, servetine göz diken, nâmusunu pâyimâl eden, mukaddes toprakları kirleten bu kâfirlere “artık dur!”, “sana geçit yok!” de. Kâbe’nin etrafında buluşup yek vücut olarak dönen; ırk, dil, renk farkı gözetmeksizin bir araya gelen, omuz omuza veren mü’minler ne zaman küffâra, zâlimlere, hâinlere karşı tek yürek olacak? İslâm kardeşliği kuru bir iddia değildir; bedel ister. Kardeşler birbirlerinin hayâtından, canından, malından, nâmusundan, işinden ve aşından mesuldür. "Müslümanların (kendi) aralarını ıslâh etmeleri" (el-Enfâl 8/1) ilâhî bir fermandır. Aramızı ıslâh etmeden kardeşlik iddiası kuru bir iddiadan da öte kocaman bir yalandır. Aramızı ıslâh etmedikçe ensârı konuşmaya hakkımız yok! Ey vâizler, ey hocalar, ey idâreciler, ey lüks ve şatafat içinde âhireti unutan şımarık zenginler! Ensârı, târihin bir kesitinde yaşanıp geçmiş gitmiş birer efsâne gibi anlatıp dinlemeyin. Onlar gibi olmayacaksak onların adını ağzımıza almaya hakkımız yok. Çocuklarının atıştırmalıklarını kesip muhacir misafirlerini evlerinde ağırlarken kandili söndürüp sofrada yemek yer gibi yaparak kardeşlerinin karınlarını iyice doyurmalarını sağlayan o yüce nesil Rabbimizi o kadar hoşnûd etmiştir ki, Resûlullah (aleyhisselâm): “Sizin bu hâlinize Allah taaccüb edip güldü!” buyurmuştur. Şimdi içimizde Rabbini böylesine taaccüb ettiren yüce gönüllü mü’minler var m’ola?! Rabbimizi böylesine hoşnut edebilme imkânı varken ülkemize hicret eden, dünyânın dört bir yanında ezilen mü’min kardeşlerimizi ve mazlum insanları görmezden mi geleceğiz? Onları sırtımıza yük, vatanlarını savunmayı terk edip kaçan firârîler olarak mı göreceğiz? Peki İslâm târihinde Resûlullâh’ın en yakın sahabileri hicret ettiklerinde ensar böyle mi demişti? “Biz sizi kabûl edemeyiz, buyurun mücâdelenizi orada Mekke’de yapın, ne diye mücâdeleden kaçıyorsunuz?” mu demişlerdi? Bu kardeşlerimiz bizim için birer cenneti kazanma fırsatıdır, Rabbimizin hoşnutluğunu kazanabilmek için eşsiz bir nimettir. Mü’minin en değerli yatırımı, kendisini cennete ve Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanarak cemâline erdirecek amelleri işlemesidir. Bu amellerden en yücesi de muhtaç olanların yardımına koşmaktır. Onlar bir imtihan içinde, peki senin imtihanın ne? Hiç düşündün mü? Sana sığınanı kollayacak mısın yoksa imtihanı “bana ne!” diyerek kayıp mı edeceksin? Ey Rabbimiz! İçimizdeki kendini bilmez sefihler ve beyinsizler yüzünden bizi helâk etme! Ey Rabbimiz! Bizim firâsetimiz, basîretimiz bağlanır ve şeytânın, zâlimlerin, hâinlerin hîlelerini göremez olursak ne olur sen onların hîlelerini başlarına geçir! Ey Rabbimiz! Onlar ne zaman fitne ateşini yaksalar sen onların ateşini söndür! Nâmuslarımızı pâyimâl etme, mazlumlara âh çektirme, bizi dünyânın gelip geçici güzelliğine aldanıp âhireti unutanlardan etme! Ey Rabbimiz! Gönlümüzden ecel ve rızık korkusunu al! Bize cihâdı ve şehâdeti sevdir! Ey Rabbimiz! Sen “Ben ve Resûllerim gâlib geleceğiz” diye yazdın. Hiç şüphesiz kuvvet ve izzet senindir. Ne olur bize İslâm’ın gâlib oluşunu göster ve bizi bu muzafferiyete nefer eyle! Ey Rabbimiz! Biz ikrar ve ilân ediyoruz; Sana ve Peygamberine kafa tutup karşı gelenleri dost edinmedik. Onlar bizim atalarımız, evlâdımız, kardeşlerimiz ve aşîretimiz olsa bile… Biz senin tarafındayız Allâhım! Gönlümüzde zâlimlere zerrece meyil bırakma. Ey Rabbimiz! Biz ikrar ve ilân ediyoruz; Seni, Resûlünü ve îmân edenleri dost edindik. Dînimizi ve namazımızı oyun ve alay konusu edenlerden berîyiz. Ey Rabbimiz! Sen şâhit ol! Biz senin yolunu, üzerinde Resûlullâh’ın ve ashâbının bulunduğu dosdoğru yolu seçtik. Bizi bu yolda sâbit kıl! Biz Nebîlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yolundayız. Bizi bu yoldan ayırma! Mehmet Talha Odabaşı

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak