Ara

Teveccüh Ölçütleri

Teveccüh Ölçütleri

Sȗfȋ gelenekte dervişin kemȃle ermesini sağlayan etkenlerin başında teveccüh gelmektedir. Nedir teveccüh? Teveccüh; mürşid-i kȃmille mürid arasında gerçekleşen irtibat, bağlantı ve yoğunlaşmış ilginin adıdır. Teveccüh yönelmek, dikkate koyulmak, konsantrasyonda bulunmak, mürşidle mürid arasında irtibat kurmaktır. Teveccüh ve murâkabe kavramları birlikte ele alınmış, Nakşbendiyye’de birbirinin yerine de kullanılır olmuştur.Asıl teveccüh kulun tüm benliğini Hakk’ın varlığına bağlı kılması, ihsan terbiyesini elde etmesidir. İnsan makâmındaki dindarlık gereğince Allâh’ın bizleri her an gördüğünü düşünerek, kendimizi O’nun muhafazası altında tutabilmektir. Gerçek teveccüh her türlü kötü duygu ve düşüncelerden sıyrılabilmek, sırf iyilik edinimlerini gerçekleştirebilmektir. Allâh’ın kalpteki düşüncelerimize vâkıf olduğunu düşünerek kalbimizi kötü düşüncelerden ve mâsivâdan korumaktır. Teveccüh kalbȋ bir eylemdir. Teveccüh kalbin muhafazasını sağlayabilmektir. Gerçek teveccüh kendimizi de ȃlemi de yok mesâbesinde görebilmektir. Hakîkî varlığın sâdece Allah olduğunu idrâk edebilmektir. Hâricî ve zihnî iki varlık bulunduğunu düşünüp her varlıkta zuhûr eden hakîkî varlığı tefekkür edebilmektir. Her yerde ve her zeminde tek varlık olduğunu idrâk edip zât-ı ilâhîden gayrısını görmemektir. Hakk’ın varlığına dikkat kesilmek olarak ifâde edilen bu teveccüh anlayışı doğrultusunda dervişin kalbini Hakk’ın tecellîsine hazırlaması, O’nun kendilerine şahdamarlarından daha yakın olduğunu düşünmesi, böylesi hâlin kendilerini istilâ etmesi, denize düşüp suya batan ve denizden başka bir şey göremeyen kişi gibi Hakk’ın varlığında gark olması teveccühün hayâtiyedir. Teveccüh ve murâkabeden maksat, dervişin ilâhî ahlâk ile donanmaya hazır hâle gelmesidir. Teveccühü; Allâh’a teveccüh, kalbe teveccüh, mürîdin şeyhine teveccühü ve şeyhin mürîdine teveccühü olarak dörde ayırabiliriz.

  1. Allâh’a Teveccüh

Dervişin bütün dikkatini Hakk’ın zikrine vermesi esastır. Zikrine tefekkürü eşlik eder. Zikrullah dervişin tüm benliğini sarar. Allâh’ın tüm cihetlerden münezzeh olduğunu düşünür. Her yerde hazır olduğunu tefekkür eder. İlâhî cezbeyle sarsılır. Hakk’ın varlığını kalben idrâk eder. Allâh’a bağlılığını artırır. Allâh’ı yegâne dost ve hâmî edinir. Allah’tan memnun ve Allâh’a muhtaçlık hissi içerisinde olur. Mahviyet duygusu içerisinde Allâh’a olan muhtaçlığı dervişin Hakk’ın kapısında dîvâne kesilmesini sağlar. Dolayısıyla tasavvufȋ tecrübede teveccühün aslı ve hakîkat, dervişin Allâh’a teveccühünü sağlamaktır.

  1. Kalbe Teveccüh

Sȗfȋ gelenekte kalbin korunması ve kalbe sâhip çıkılması esastır. Mürîdin tüm himmetini kalbine teksif etmesi gerekir. Tüm dikkatlerini kalbi üzerinde toplayan mürîdin kalbinden gafleti kovması, kalbine girip çıkanları kontrol etmesi, her an gönlünü denetlemesi, kalbini sâhibine vermesi ve kalbinin diriliğini sağlaması esastır.1 Kalbe teveccüh rastgele gerçekleşen bir teveccüh değildir. Sȗfȋ tecrübede kalbe teveccüh lafza-yı celâlin kalbi kaplaması şeklinde belirginleştirilir. Derviş kalbine teveccüh kılarken,”Allah” ismini kalbine yazılmış olarak düşünür, o yazıya nazar ve teveccüh eder, bu vesîleyle huzûr-i ilâhîde olduğunun şuuruna ulaşır. Diğer yandan “Allah” isminin mânâsını yazı ve lafızdan uzak mutlak hakîkat olarak düşünüp bütün gücüyle kalbine yönelir. Önceleri zorlanarak bu teveccühü yapar, zamanla bu kolaylaşır ve alışkanlık hâline gelir. Derviş Allah ismini, bütün varlığı kuşatan gerçek varlık olarak düşünür, o ilâhî nûru gözünün önüne getirir ve bütün gücüyle kalbine yönelir. Kaplumbağanın gözünü yumurtasına dikip nazar edişi gibi mürid de kalbine nazar ve teveccüh etmelidir. Kaplumbağa bir an gözünü ayırırsa yumurtanın bozulacağını düşünür ve bütün gücüyle ona nazar eder. Anaç tavuğun bir süre ayrılırsa bozulacaklarını düşünerek yumurtaları üzerinde ısrarla duruşu gibi sâlik de dâimâ kalbine teveccüh edip onu gafletten ve dünyevî düşüncelerden korumaya çalışır. Nakşbendiyyenin kelimât-ı kudsiyye adı verilen tasavvufȋ eğitim usûllerinden “nigȃh daşt” ve “vukȗf-i kalbȋ” işte mürîdin kalbine gerçekleştirdiği teveccühün adıdır. Kalbe gerçekleşen teveccüh kalbi havȃtırdan muhafaza eder. Kalbe gelen havȃtırı kovmanın yolu kalbe teveccühte bulunmaktır.

  1. Şeyhe Teveccüh

Şeyhe teveccüh istimdat kavramıyla da ifâde edilmektir. Şeyhe teveccüh eğitimin bir parçasıdır. Mürîdin şeyhini maddî yapısının ötesinde sâhip olduğu ve taşıdığı değerler muvâcehesinde görmeye ve anlamaya çalışmasıdır. Şeyhinin insan-ı kâmil olduğunu anlayan mürid şeyhinin sûretinden geçip sîretinde gark olmaya çalışır. Şeyhinin baş koyduğu dâvâya, şeyhini mest u hayran kılan sevdâsına, şeyhinin istikamet sâhibi olmasını sağlayan hayat ölçütlerine kendini vermeye çalışır. Şeyhi onun için rol modeldir. Allâh’a teveccüh etmeye azmeden mürid, Allah yolunda ilerlerken kendine bir nümûne seçer. Bu yaşayan örnek mürşididir. Mürşidinin kulluk tecrübesi onun nazarında görünür bir kıymettir. Onun sözü ve sohbeti, duruşu ve tavrı, metâneti ve sabrı, îman ve asâleti örnek kişilik olarak kendi mâneviyat yolculuğunda yakından müşahede edilen bir örnekliktir. Yaşantısıyla Peygamber Efendimiz (sav)’e benzediğine inandığı mürşidini hayâtı boyunca adım adım tâkip etmesi, mürşidinin Allah ile olan ünsiyetini birlikte idrâk etmesi mürîdin şeyhine olan teveccühüdür. Kişi kime ve neye dikkat kesilirse hayat kaynağı o olur. Şeyhinin hakîkatine giriftâr olan mürid de şeyhinden beslenmeye, mürşidinden feyiz almaya, mürşidinin hakîkatini idrâk etmeye, şeyhinin yaşadığı mânevî âlemleri temâşâ etmeye, bilinmeyen ve sezilmeyen bir yolculuğa değil mânevȋ ȃlemlerin derinliğini ve yaşam seyrini görüp bilinçli olarak daha derin ve daha güçlü bir dindarlık hissiyâtını gerçekleştirmeye çalışır. Şeyhe teveccüh dervişin şeyhine kul ve köle olmasını değil, Allâh’a kul ve köle olunacak bir hayatta şeyhinin gayretine bürünmeyi sağlar. Mürid ve mürşid her ne kadar iki ayrı bedenseler de ortak dâvâya baş koyan ve ortak hissiyâtı elde eden iki özel dost olmaları onları iki ayrı bedende tek ruh kılmalarını sağlar. Şeyhe teveccüh dost arama sanatıdır. Kemâle erme, gerçeği görme, kaliteyi yakalama yolunda dervişin velâyet ve insanlık arayışını ortaya koyar. Mürîdin şeyhine teveccühü hal transferinin sağlanmasıdır. Mürîdin kendinden üstün gözüken mürşid-i kâmilin hallerine bürünmesi; şeyhinin tesiri altında kalması, şeyhinin çekim alanına girmesidir. Bakıldığı zaman Allâh’ı hatırlatan yüz, berâber olunduğunda Hakk’a yakınlığı sağlayan çehre, eşlik edildiğinde mâsivâdan alıkoyan kimlik mürşid-i kâmilin yüzü ve şahsiyetidir. Dolayısıyla teveccüh rastgele bir isme ve şeyh taslaklarına değil Hakk dostlarına yapılan ilgi ve dikkatin adıdır.

  1. Mürîde Teveccüh

İnsanı kemâle erdiren üzerine yansıyan hak nazarlar, ortaya çıkan diriltici nefesler, eksiklikleri gideren yerinde müdahalelerdir. Kâmil insanların nâkıs isimleri koruyup kollaması, kendinde olan kıymet-i Harbiyelerden nâkıs isimlerin de faydalanmalarını sağlamaları eğitimin bir parçasıdır. Ruh asâletine sâhip olanlar etraflarına pozitif enerji salarlar. Bakışları, duruşları ve tavırlarıyla sevdiklerini dostça ve içten sarmalamaya çalışırlar. Mürşid-i kâmiller kendilerini seven, kendilerine yönelen ve kendileriyle berâber olanları kendi hallerine bırakmaz, kendi kaderlerine terk etmez, kendiliklerinden yetişmelerine fırsat vermezler. Yüreklerindeki îmânı, gözlerindeki ışıltıyı, hayatlarındaki insanlık ölçütlerini kapılarına gelen dostlarıyla paylaşırlar. Mürşid-i kâmil mürîdine teveccüh edince ona aşk aşılar. Mürîdine nazar eden mürşid onu cezbeder. Mürşid mürîdinde farkındalık oluşturmaya, sıradan bir hayâtı değil nebevȋ ölçütlere dayalı bir hayâtı yaşamaya azmettirir. Mürîdine teveccüh eden mürşid mürîdinin latîfelerini aktif hâle getirmeye, içsel dinamiklerinin harekete geçmesine, kalbinin uyanmasına, mânevȋ heyecânın artmasına katkı sağlar. Gerçekleşen bu birliktelik ve karşılıklı etkileşim mürîdin zikre sarılmasını, Allâh’a bağlılıkta kararlı kılınmasını, gönlünün mâsivâdan korunmasını, şeytan ve nefsiyle mücâdele ederken şeyhinin desteğini yanında hissetmesini sağlar.2 Teveccüh tekniği mürîdin tarîkatta yol almasını sağlar. Teveccüh bedenin ötesindeki rûhun, maddenin ötesindeki mânânın, sûretin ötesindeki sîretin, görünürün ötesindeki bâtının farkında olabilmek, yüzeysellikten derinliğe doğru bir seyir gerçekleştirebilmektir. Nakşȋ silsilesinin büyüklerinden Ya’kûb-ı Çerhi (ö. 851/1447), mürîdine teveccühte bulunan şeyhin vasıflarını sıralarken onu Hakk dostu, meczûb-ı mutlak, kâmil ve mükemmil bir şeyh diye nitelendirmekte ve böylesi bir şeyhin mürîdini tek bir nazarla eğitebileceğini belirtmektedir.3 Özetle Tasavvuf hâl ilmidir. Tasavvuf Allâh’a olan bağlılığın candan ve aşk boyutunda gerçekleşmesini sağlamaktır. Tasavvufta gözün ve gönlün Allah sevgisiyle şenlenmesi hedeflenir. Bir an bile Allah’tan dikkatlerin uzaklaştırılmaması istenir. Kulun Allah’la olan irtibâtı sözde bırakılmaz. Allâh’ın nazar ettiği kalbin muhafazası önemsenir. Kalb hayâtının diri olması, kalbe sâhip çıkılması, kalbe yolculuk yapılması, kalbin arındırılması, kalbin diri tutulması hedeflenir. Allâh’a teveccühün kalb hayâtının sağlıklı yaşanmasına bağlı olduğunu öngören sȗfȋler, kalbin salâhiyetini de kalb ustalarının çabasına bağlı kılarlar. Mürşid-i kâmilleri kalb ustası olarak görürler, mürşid-i kâmillerin yegâne görevlerinin kalbleri îmâr etmek, kalbleri diriltmek, kalbleri ıslâh etmek, kalblerde Allah irfânının uyanmasını sağlamak, kalblerdeki Allah sevgisinin cȗş u rȃha gelmesini sağlamak olduğunu belirtirler. Gönülleri yıkayan, gönüllerin pasını silen ve gönülleri îmâr eden kalb ustalarının dergȃhında demlenmeyi gerekli görürler. Kendi dergȃhlarında kendileriyle berâber yol almak isteyen mürşid-i kâmillerin kapılarına gelenleri boş çevirmedikleri, herkese nasîbi ve kapasitesi oranında katkı sağlamaya çalıştıkları, herkesi kendilerinden nasibdar kıldıkları, müridlerine teveccüh ederek onları olgunlaştırdıkları ifâde edilir. Dolayısıyla şeyhe yapılan teveccüh ondaki ilâhî aşka duyulan iştiyâkın adıdır.

Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

Dipnotlar: 1 Ali b. Osman el-Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb Hakîkat Bilgisi, haz.Süleyman Uludağ, Dergȃh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1996, II.baskı, Dergâh Yayınları, s. 135. 2 Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, trc. Yaşar Keçeci, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul 2000, s. 272. 3 Ahmet Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Türk Sufisi Yakub-ı Çerhî, Basılmamış Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, 174.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak