Ara

Terörün Soldurduğu Yıllar Ve Hayatlar

Terörün Soldurduğu Yıllar Ve Hayatlar
30 yılı aşkındır süregiden bölücü terörün kanlı ajandası ve bilançosu ne yazık ki kabarıyor. Hayatları soldurmaya, canları heder etmeye, ülkemize kayıp yıllar yaşatmaya ve ağır bedeller ödetmeye devâm ediyor. Yaşanan gelişmelerin Kürt meselesi ya da Doğu meselesinin halledilmesine hiçbir katkısının bulunmadığı; bilakis bitmek bilmeyen ekonomik krizlere, işsizliğe, bölgeyi geri bırakmaya ve terör ejderhasını beslemeye yaradığı muhakkak. Türkiye’nin ideal büyüme ve kalkınma çıtasını bir türlü yakalayamamasının, elindeki imkân, kaynak ve potansiyeli gereğince değerlendirip milletlerarası muvazenede hak ettiği konuma ulaşamamasının ve bölgesinde süper güç hâline gelememesinin en önemli sebeplerinden birinin de terör olduğuna şüphe yok. TERÖRÜN AĞIR BEDELİ Bölge insanları terör sâyesinde daha mı fazla hak, hukuk, özgürlük, iş, aş, huzur ve barış elde etti? İnsanlar daha mı müreffeh oldu; hayat standardı ve refah seviyesi ve kişi başına düşen gayri sâfî millî hâsıla daha mı arttı? Bölgenin gelişmesine daha mı fazla hizmet etti? Cehâlet, fakirlik, ihtilaf ve kötü tâlihi daha mı çok yendi? Tek kelimeyle, koskoca bir “hayır”. PKK her ne hikmetse Kürt dâvâsına(!) hizmet maksadıyla daha çok Doğu ve Güneydoğu’daki mâsum Kürtleri eylemlerinin hedefine oturttu ve çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden, kelimenin tüm mânâsıyla hunharca katletti. Vandalizm’in ve Sadizm’in târihini yeniden yazdı. İlk kanlı eylemini 15 Ağustos 1984’te Şemdinli-Eruh’ta gerçekleştiren örgüt, günümüze kadar şiddet ve propaganda türü 30 binden fazla eylem gerçekleştirdi. 30 yılı aşkındır nice ocakları söndürdü, nice gencecik hayatları bitirdi, nice ana kuzularını devirdi, nice bebeklerin kanını girdi. Mezraları, köyleri yaktı yıktı, haritadan sildi. Arkasında sıra sıra kabristanlar bıraktı. Bölgede birbirine benzeyen bir sürü hayâlet şehir meydana getirdi. Mezraları, köyleri, kentleri ıssızlığa gömdü. Terör korkusu ve baskısı ile insanlar evlerini, topraklarını ve yurtlarını terk ettiler. Akın akın, dalga dalga batıya göç ettiler. Sevdiklerini, canlarını, kısacası her şeylerini kaybettiler. Terör, dev korku surları ördü yerleşim yerlerinde ve insanların yüreklerinde. İnsanlar akşam belli vakitten sonra sokağa çıkamaz oldular. Bir yerden bir yere huzur ve güven içerisinde seyahat edemez oldular. Doğu ve Güneydoğu’ya tâyini çıkan kamu görevlileri terör korkusu ve güvenlik kaygısı ile ya istifâ etti ya da bir yolunu bulup tâyinini batıya aldırmaya çalıştı. Başka şansı olmayanlar ise bin bir kaygı, keder ve önyargılarla bölgeye gitmek zorunda kaldı. Çünkü bir dağ başında, kuş uçmaz kervan geçmez kuytu bir köşede canına kıymak, yüreğine korku salmak ve varını-yoğunu talan etmek üzere bir eşkıya güruhu, insan azmanı gulyabâniler pusu kurmuş bekliyor olabilirlerdi. Örgüt, sözde bölgenin mâkûs tâlihini yenmek, Kürtlerin haklarını müdâfaa etmek iddiasıyla ortaya çıktı ama kazandırdığı hiçbir şey olmadığı gibi bölgeden ve insanlardan çok şeyler alıp götürdü. Güya bölgenin geri kalmışlığını, işsizliği, hizmet ve yatırımların yetersizliğini bahane ediyordu ama fabrikaları, işyerlerini ve dükkânları en fazla tahrip edip çalışamaz hâle getiren ve insanların ekmekleri ile oynayan yine aynı örgüttü. Yol yok bel yok diyordu fakat yollara mayın ve patlayıcılar döşeyip delik deşik eden, kullanılmaz hâle getiren ve insanların yolunu kesen yine oydu. Eğitim, sağlık, bayındırlık vb. gibi hizmetlerin yetersizliğinden, bölge insanlarının mahrumiyetinden dem vuruyordu ancak okullara, sağlık ocaklarına ve hastanelere en fazla saldırıp yakıp yıkan ve orada kelle koltukta büyük fedâkârlıklarla hizmet etmeye çalışan personelin canına kıyan yine aynı örgüttü. Kısacası terör girdiği her yeri kastı kavurdu, uğursuzca çoraklaştırdı. İnsanların tâlihini, hayâtını ve istikbâlini kararttıkça kararttı, daha fecîsi kana buladı. İş, aş ve umut değil seller gibi kan, gözyaşı, zulüm, vahşet, yeis ve atâlet akıttı bölgeye ve insanların yüreklerine, ocaklarına ve ekmek teknelerine... Terör olmasaydı, bölgeye bir değil tam 9-10 GAP projesine bedel yatırım imkânı doğacaktı. GAP tamamlandığında devlete toplam 32 milyar dolara mâl olacağı hükümet yetkililerince açıklandı. Terörle mücâdele için harcanan toplam bedel 300 milyar doları aşmış durumdadır. Bu rakamlar bile terörün Türkiye’ye ve bölgeye ödettiği misilsiz bilançoyu anlamak ve açıklamak için başlı başına bir göstergedir. Terörle mücâdelede verilen kayıpların 30 bini aştığı ve bu rakamın İstiklâl Savaşı’ndaki kayıpları bile geçtiğini; nihâyet şehit kanlarının akmaya, arkası kesilmeyen şehit cenazeleri ile yüreklerin parçalanmaya hâlâ devâm ettiğini de hesâba kattığımızda bilanço daha da devâsâ boyutlara ulaşmaktadır. Şu halde terörü bir şekilde bitirmek ve tasfiye etmekten başka çâremiz var mı? Hâlâ çözümsüzlüğe terk etmek gibi bir lükse sâhip miyiz? Türkler ve Kürtler arasında; çatışmalardan bıkan, artık barış ve istikrârın egemen olmasını isteyen milyonlarca insan var. Kürt siyâsetçiler ve aydınlar arasında, teröre ve şiddete tavır alanların safları giderek genişliyor. Artık terörle bir yere varılamayacağını, terörün miâdının sona erdiğini kahir çoğunluk anladı. TERÖR BİTMEYE MAHKÛM! PKK, artık etnik mâhiyetten ve çizgiden tamâmen uzaklaştı. Gerçekte Kürtlere ve Kürt meselesine hizmet eden bir örgüt değil aksine buna ihânet edip kullanan; uluslararası terör odaklarına, Batı emperyalizmine ve Ermeni dâvâsına taşeronluk ya da maşalık yapan Kürtçülük kisvesindeki beynelmilel bir terör şebekesi olduğu anlaşıldı. Ülkede gerekli zaman ve durumlarda kaos meydana getirmeyi amaçlayan iç ve dış odakların oyuncağı hâline geldiği artık biliniyor. Öcalan’ın Şubat 1999’da Kenya’da Türk güvenlik güçlerince yakalanıp ömür boyu hapse mahkûm edilmesi; Türk Cezâ Kanunu’nun 125. maddesi gereğince 29 Haziran 1999’da vatana ihânet, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlarından yargılanıp îdâma mahkûm edilmesi ve ardından AB’ye uyum yasaları gereğince cezâsının ömür boyu hapse çevrilip İmralı Cezâevi’ne kapatılması ile birlikte PKK çöküş ve tasfiye sürecine girdi. Yeni süreç, PKK’yı ve terör ortamını tasfiye edip Kürt meselesini demokrasi, hukuk ve insan hakları çerçevesinde çözmeye kararlı olan Erdoğan/AK Parti Hükûmetinin ve Türkiye’nin elini güçlendirdi. Ve 2009’da açılım sürecine start verilmesine yol açtı. Cumhuriyet târihinde Kürt meselesini çözmek ve iç barışı tesis etmek için ilk defa elverişli bir zemin oluştu. Durum bu noktaya gelince PKK ne yaptı? Aleyhinde gelişen iç ve dış şartlar sonucunda iyice köşeye sıkışan örgüt tasfiye sürecini geciktirmek ve tabanını hepten kaybetmemek için hangi stratejilere başvurdu? Kendini Kürtler nezdinde sözde meşrûlaştırmak, eylemlerini haklı göstermek ve giriştiği hareketin mâsum bir Kürtçü hareket olduğunu benimsetmek ve varlığını idâme ettirmek için hangi post-modern yöntemlere dümen kırdı? Örgüt; eylemleriyle bir yere varamaması ve şiddet yanlısı tutumuyla Kürt meselesini çözümsüzlük uçurumuna sürüklemesi, halklar bazında tepkilerin her geçen gün artması sonucunda toplumsal tabanını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Açılım sürecine, sözümona terör yoluyla verdiği haklı mücâdele netîcesinde eriştiğini(!) propaganda ederek kamuoyu oluşturmaya ve Kürt halkının gönlünü yeniden kazanıp kendisini affettirerek siyâsî desteğini artırmaya ve tabanını genişletmeye çabaladı. İç ve dış konjonktürün kendisini tasfiyeye zorladığının, son demlerini yaşadığının farkındaydı. Onun için dağdan inmek zorunda kaldı; şehirde ve düz ovada sahne alma/konumlanma çabasına girişti. Şehir yapılanması KCK, siyâsî parti ve dernekler aracılığıyla siyâsîleşme, sözde meşrûlaşma ve resmî bir hüviyet kazanma gayretine soyundu. Bu süreç hâlâ devâm ediyor. KÜRTLER BİRLİK-BÜTÜNLÜK DİYOR! Kamuoyu araştırmaları açıkça gösteriyor ki Kürtlerin hâkim ekseriyeti birlik-bütünlükten, iç barışın korunmasından, asırlardır olduğu gibi birlikte yaşamaktan yanadır. Bunu, son yıllarda bölgede yapılan bilimsel saha araştırmaları ve oradaki sosyolojik veriler de doğruluyor. Meselâ Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Doğu-Güneydoğu’daki 29 ilde, 4 bin 761 kişiyle yüz yüze gerçekleştirdiği görüşmede katılımcıların %94,4’ü “Türkiye Cumhuriyeti Devleti benim için önemlidir” demiş. %92,9 İstiklal Marşı’nın kendisi için önemli olduğunu söylemiş. %94’ü “Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü benim için önemli”dir vurgusunu yapmış. %93’ü Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı’nın kendisi için kutsal olduğunu belirtmiş. Ve %94,8’i “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak benim için önemli”dir beyânında bulunmuş. BİRLİK; AMA NASIL?
  • Kimi Kürt siyâsetçiler PKK’yı ve eylemlerini, varlıklarının meşrû bir parçası olarak görmekten ve Kürt kimliğinin bir referansı olarak kabullenmekten vazgeçmeliler. Kürtler, PKK ile aralarındaki organik bağı mutlak sûrette koparmalı; terörle, bölücü ve ayrılıkçı siyâsî Kürtçülükle aralarına demirden bir duvar örmeliler.
  • Artık vicdan, akıl, sağduyu sâhibi Kürtlerin meseleye müdâhil olması, sivil ve demokratik tepki vererek örgütün karanlık işlerini sorgulaması ve reddetmesi gerekiyor.
  • Terörün devâm ettiği bir ortamın, terörden nemalanan iç ve dış terör tüccarlarının karanlık odakların amaçlarına hizmet ettiği artık yaşanan acı ve kanlı tecrübelerden sonra anlaşılmalı.
  • Barış, demokrasi, hak-özgürlükler, refah ve mutluluk hakîkî anlamda terör bitmeden gelemez.
  • Kürtlerin, bölücülerin oyunlarına gelmeyeceklerine ve bin yıllık ortak târihimizdeki basîretli duruşlarını sergilemeye devâm edeceklerine inancımız tamdır.
  • Yüzyıllarca birlik, kardeşlik ve dayanışma içerisinde müşterek yaşama bilincini ve birlik-bütünlük rûhunu güçlü bir biçimde ortaya koyan iki dindaş topluluğun, içinden geçtiğimiz sancılı süreçte bunu sarsılmayacak şekilde bir kez daha göstermelerine ihtiyâcımız var.
  • Bin yıldır denenip benimsenmiş müşterek din, vatan, târih, kader ve istikbâl birlikteliği, ilişkileri eski zemînine oturtmanın ve sürdürmenin dâimî reçetesidir.
  • Barış ve kardeşliğin inşâsı için Türkler ile Kürtler arasındaki özgüvenin ve insânî ilişkilerin tâmir edilmesi ve toplumsal sözleşmenin yenilenmesi şarttır.
  • Zedelenen güvenin yeniden tesis edilmesi için de siyâsetçilere, aydınlara, medyaya, sivil toplum kuruluşlarına, kanaat önderlerine ve nihâyet sağduyulu/samîmî vatandaşlarımıza büyük görevler düşüyor.
İsmail Çolak (Nisan 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak