Ara

Tasavvufî Gelenekte Hizmet Anlayışı

Tasavvufî Gelenekte Hizmet Anlayışı

“Bir topluluk içinde en büyük sevâbı,

 onlara hizmet eden alır.”1

 

Tasavvuf geleneğinde hizmet; nefsi eğiten ve nefsin olgunlaşmasına yönelik uygulanan bir seyr ü sülûk metodu olarak görülmektedir. Mahlûkâta hizmet etmeyi bir fazîlet olarak gören sûfîler, öteden beri hizmeti öncelemişler ve şahsî zikirlerini dahî hizmetten arta kalan zaman dilimlerinde yerine getirmişlerdir.2 Sufilerin hizmeti öncelemelerinde hiç şüphesiz Peygamberimiz’in (sav) hizmet etmenin fazîletlerini anlatan hadisleri vardır. Bu hadislerden birisi ise şöyledir: Hz. Peygamber (sav) Ramazan ayında seferde iken bâzı sahabeler oruç tutmuş, bâzıları ise tutmayıp oruçlu olanlara hizmet etmiştir. Bu durumu öğrenen Resûl-i Ekrem (sav): “Bugün oruçlu olmayanlar oruçlu olanlardan daha çok sevap aldı”3 buyurmuştur.

Tasavvufa/tarîkata yeni giren sâlikin nefsinde olması muhtemel kibrin ve bencilliğin ortadan kalkması için tekkelerde sâliklere, dervişlere ve misâfirlere hizmet etme görevi verilmiştir. Sâlikin hizmet ehli olmaktaki en birincil amacı Allâh’ın (cc) rızâsını kazanabilmektir. Yapılan hizmet görünüşte halka yapılır ama hakîkatte Hakk içindir. Ancak buradaki en önemli şey tüm ibâdetlerde olduğu gibi hizmet etme konusunda da ihlâsa riâyet etmektir. İhlâs tüm ibâdetlerin temeli ve rûhu olduğu gibi hizmetin de temelini ve rûhunu oluşturur. Hizmetin ne olduğundan daha çok ne için olduğu önemlidir. Hakk rızâsı için bir câmiden bir çöp alıp atmak bile küçümsenmeyecek bir amel olarak karşımıza çıkar.4

Sûfîlerin birçoğu Allah rızâsı için kullara hizmet etmeyi nâfile ibâdetten üstün tutmuşlardır. Hz. Peygamber’in (sav) “Bir mü’min kardeşimin ihtiyâcını görmek için yürümem bana, şu mescidde oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir”5 hadîsi de bu duruma işâret etmektedir. Ubeydullah Ahrar’ın (ks) (ö. 895/1490) şu sözü Allah için hizmetin ibâdetler içindeki konumunu gözler önüne sermektedir: “Hâcegân yolunda içinde bulunulan vaktin îcâbı ne ise ona göre davranılır. Şahsî zikir ve murâkabe, ancak müslümanlara hizmet edilecek bir durum olmadığı zaman yapılır. Gönül almaya vesîle olacak bir hizmet, zikir ve murâkabeden önce gelir. Bâzıları nâfile ibâdetlerle uğraşmanın zikirden üstün olduğunu zannederler. Hâlbuki gönül feyzini temin eden şey, Allah için başkalarına hizmet etmektir.”6Sûfîler hizmette sınırın olmayacağı görüşünü taşımaktadırlar. Mahlûkâtın tamâmını hizmet mahalli olarak değerlendirmektedirler. Allah rızâsı için yapılan bütün amelleri, gayretleri, harcamaları hizmetin içinde görmek mümkündür.7

Önce Hizmet Sonra Himmet

Sûfîler; “Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz”8 âyet-i kerîmesinden ilham alarak, ilâhî yardıma mazhar olabilmek için bu yardıma lâyık olabilecek bedel ortaya konulmasından taraf olmuşlardır. Hizmette ihlâs ve samîmiyet, Hakk tarafından gelecek yardıma/himmete bir vesîle olarak kabûl edilmiştir. Çalışmadan kazanılmayacağını, hizmet etmeden himmete kavuşulamayacağını zaman zaman ifâde etmişlerdir. Sâdece bu söz bile sûfîlerin miskinlikten ve tembellikten ne kadar uzak kimseler olduğunun göstergesidir. 

Hizmeti, Hezimete Uğratmamak

Hizmetin belli bir şahsa veya belli bir cemâate has kılınması ve bu konuda taassuba düşülmesi hizmetin Allah için yapılmadığının göstergesidir. İslâm literatüründen olan hizmet kavramı altında, şer ve ihânet şebekelerine yardım ve yataklık yapmanın ise, bahsettiğimiz hizmet anlayışı ile uzaktan ve yakından hiçbir alâkası olamaz. Hizmet adı altında oluşturulmuş ihânet şebekeleri, İslâmî kavramlarla kamufle edilmiş şeytânî bir hareketten başkası değildir. Hakîkî hizmet, Hakk rızâsı için zengin-fakir, güçlü-zayıf, siyah-beyaz ayrımı yapmaksızın Yaratan’dan ötürü yaratılmışlara faydalı olmaktır. Hizmetten maksat; himmet, sadaka, zekât, cemaat vb. İslâmî kavramları bir Truva atı gibi kullanıp müslümanların hâlisâne düşüncelerini sömürmek değildir. 

Kişi dikkat etmezse yaptığı hizmeti putlaştırma hatâsına düşebilir. İnsanlara hizmet ederek nefsânî hisleri tatmine çalışmak, insanların rağbetini çekmek, özel çıkarlar sağlamak, baş olma sevdâsına kapılmak, hizmet edip hürmet beklemek hizmeti hezîmete uğratmak demektir. Ne yazık ki günümüzde birtakım dernek ve vakıflar, yetime, yoksula, fakire yardım ve hizmet görüntüsü altında kişisel veya kurumsal bir şöhretin peşine düşmektedirler. Oysa ki hizmet sâdece ve sâdece Allah için yapılmalıdır. Şan ve şöhreti elde etmek maksadıyla hizmet görüntüsü sergilemek, ihlâs sâhibi kişi ve kuruluşların yapmayacağı şeylerdir.

Sonuç Olarak

Allah için yapılan bir hizmet kişinin mânevî kazanımlar elde etmesine vesîle olur. Herhangi bir hizmet ortaya konulurken insanlara karşı güzel ahlâk ölçüleri içerisinde muamelede bulunulmalıdır. Hizmet ehli kişi âilesinin haklarını da göz önünde bulundurmalı, âilesini ihmâl etmemelidir. En büyük yatırımın insana olan yatırım olacağı hakîkatiyle hizmette devamlılığı ve istikrârı esas almalıdır. Allah için yapılan bir hizmeti karalamak veya sabote etmek isteyenlere karşı sabırlı ve tahammülkâr olmak gereklidir. Yapılan hizmetin karşılığı sâdece ve sâdece Allah’tan beklenildiği müddetçe hizmet için en büyük güç elde edilmiş olacaktır.

 

Dipnotlar

1 Said b. Mansur, Sünen, H.no: 2406; İbn Nahhas, Meşariu’l-Eşvak, 1/314.

2 Mevlânâ Ali Bin Hüseyin es-Sâfi, Reşahat Ayn-El Hayat, s. 264.

3 Buhari, Cihad, 71; Muslim, Sıyâm, 100-102.

4 Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yay., İstanbul 2011, s. 667. 

5 Teberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, H.no: 13646.

6 Sâfî, Reşehât, s. 264.

7 Selvi, a.g.e., s. 667.

8 Muhammed, 47/7.

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak