Ara

Savaşanlar ve Sıvışanlar

Dominant, baskın, buyurgan ve yönlendirici kadınların eşleri, üç yoldan birini tercih ederler genelde. Ya savaşırlar, ya sıvışırlar veya sinerler. Veya önce savaşmayı tercih ederler, değişen bir şey olmayınca sıvışmayı, o da olmasa sinmeyi denerler. Bazı erkekler de savaşmaktan asla vazgeçmezler. Kanlarının son damlasına kadar mücadele edeceklerine âdeta ant içmişlerdir. “Senin burnunu sürtmesini, sesini kesmesini bilirim. Ya kuzu kuzu oturacaksın bu evde veya ben ne yapacağımı sana gösteririm.” diyerek, şiddet içerikli planların peşine düşerler. Eğer boşanmazlarsa, her iki taraf tükeninceye kadar savaş taktikleri devam eder. Artık o evde çocuklar, savaş ortamında gözlerini açarlar hayata. Doğan çocuklar depresif veya agresiflikten birini seçmek zorundalar. Kız çocukları genelde sinmiş, ürkek ve yalnız, erkek çocuklar ise hareketli, agresif ve doyumsuz olurlar. Böyle bir ailenin fertleri cep telefonlarının, dizilerin, oyunların en sadık takipçileri olurlar. Çünkü acıları unutmanın ve soluk almanın bundan daha güzel bir yolu olamaz onlar için. Hem ucuz, hem yakın ve hem de sürükleyici. İmkânlar el verirse, kadın için alışveriş merkezleri, çocuklar için ise eğlence, akran ortamı ve ne yazık ki madde kullanımı sırada bekleyen yalancı tesellicilerdir. Erkeğe düşen ise, bütün olanların nedenini aramak yerine kılıcı bilemek ve iktidarı tam olarak eline geçirinceye kadar savaşa devam etmektir. Bütün bu olanların tek suçlusu vardır kadın için ve daha ilk günden beri bunun kim olduğu ayan beyan ortadadır. Başka suçlu aramak veya suçu başka yerde aramak aklının ucundan bile geçmez ve çözüm adına kafa yormazlar. Zira tek suçlu vardır ve o da nankör eşidir. Zira kadın başına her işe ve her yere koşturur, her işi yapar, okula gider, faturayı öder. Ev ve mutfak işleri zaten sırtından hiç inmez. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de eşinin işini de takip ediyor, ona yol gösteriyor, adım başı onu uyarıyor, hatta işini bile o öğretiyor. Zaten kendisi olmasa idi, çoktan işi batırmış ve sersefil olmuştu akılsız eşi ona göre. Sıvışan erkekler ise, genelde evden erken çıkmakta, eve geçe gelmekte bulurlar kurtuluşu kendilerince. Evden çıkarken, düğüne gider gibi giderler, ama akşam gelip çatınca, eve dönüşleri cenaze merasimine gitmeyi andırır her açıdan. Evde oldukları saatlerde o kadından nasıl uzak duracaklarının ince hesaplarını çoktan yapmışlardır. Haber ve spor programları veya cep telefonu paket programdır akşam saatlerinde onlar için. Televizyonsuz ve cep telefonsuz bir aile ortamı hayal edemezler asla. Başka türlü nasıl yaşanabilirdi ki bu evde diye düşünürler. Mesela, biri çıkıp “Evimizde televizyon yoktur.” dese, küçük dillerini yutarlar şaşkınlıktan. “Nasıl yaşıyorlar bu zavallılar!..” diye acırlar televizyonsuz aile bireylerine. Doğrusu artık orası bir ev, bir aile ortamı olmaktan çıkmıştır. Olsa olsa otel veya pansiyon görevi yapmaktadır kaldıkları yer. Bazı erkekler de sinerler demiştik. “Bu evde birimiz fazlayız.” deyip kendini siler ve âdeta yokmuş gibi davranır ortalıkta. Görevini eksiksiz yapar, verilen komutları düzenli bir şekilde yerine getirir. Ama hiçbir şeye kafa yormaz, yenilik ve değişiklik yapmaz. Verilen görevi yapar yapmasına, ama ötesine karışmaz. İçten içe öfkelidir bu erkekler. Bazen hiç beklenmedik zaman ve zeminde birden patlarlar barut gibi ve herkesi şaşırtırlar. “Bu adam böyle öfkeli bir değildi, halim selim diye biliyorduk, şaşırdım vallahi…” gibi hayret cümlelerini söyletir komşularına veya çevresine. Gerçekte ise kendisi olamamaktan ve kendisini yaşayamamaktan kaynaklanan öfke, enerji periyodik aralıklarla açığa çıkıyordur. Zamanı geldiğinde ise ciddi bir gerekçeye ihtiyaç yoktur, en ufak bir bahane yeter patlamak için. Öfkenin derecesi ile nedeni arasındaki ilişkiye kafa yorarsanız, işin içinden çıkamazsınız. Nitekim kadın da işin içinden çıkamaz ve zaman zaman onları huzursuz eden bu öfkeye bir anlam veremez. Aklına gelen tek şey, her zaman yaptığı gibi bir kez daha uyarmak, yaptığı bu ölçüsüz davranışın izahını sormak olsa da tatmin edici bir cevap bulamaz. Hâlbuki ne savaşmak ne sıvışmak ve ne de sinmek çözüm değildir ve olamaz da. Herkes muhatabını olduğu gibi kabul edip ve ona göre değer verip anlamaya çalışsa, sorun zemini ortadan kalkar. İkisinden birinin kendini yok etmesi veya muhatabını değiştirmeye çalışması bir sonuç vermeyeceği gibi, aile huzurunu yok eden zararlı bir yöntem olduğunu kanıtlamak ve tecrübi ilimlere acı bir örnek sunmaktan öte bir işe yaramayacaktır bu yaklaşımlar. Peki ne yapılmalıdır öyleyse? Sabah kalktınız ve pencereden dışarı baktığınızda, her tarafın karlarla kaplı ve ortalığın buz kesilmiş olduğunu gördünüz. Kış mevsimi karı ve buzu ile kapıya dayanmış, soğuğu ile de içeriye kadar uzanmış. Evin içi gibi sizin içiniz de üşümeye başladı bile. Çıkıp işe gitmeniz gerekiyor. Düne kadar muhatabınız yaz mevsimi ve sonbahar idi, ama şimdi kış mevsimi. Mevsim ile savaşacak mısınız, sıvışacak mısınız, yoksa sinecek misiniz? Savaşmak için elinize istediğiniz silahı alıp dışarı çıkabilirsiniz. Veya en iyisi kış mevsimi ile yüzleşmemektir deyip, bir odaya gizlenip maç izleyip, haberlere dalabilirsiniz. Veyahut da hiçbir şey yokmuş gibi her zamanki kıyafet ve ayakkabılar ile çıkın gidin. Bunların hiçbiri çözüm olmayacaktır. Birincisi yorulmanıza, ikincisi işsiz ve aç kalmanıza, üçüncüsü ise donmanıza sebep olacaktır. Yapılacak olan bellidir ve asırlardır kış mevsimini ağırlayan insanlar o yolu kullanarak hayatlarına devam ediyorlar. Yapılan şey, mevsimi olduğu gibi kabul etmek ve ona göre tedbir almaktır. Daha kalın kıyafetler, sıcak ayakkabılar giyerler. Arabalarına zincir takıp veya kar lastikleri kullanırlar. Yani kışa uyum sağlamaya çalışarak yaşama devam ederler. Görünüşte sert ve soğuk olabilir, ama birçok faydası vardır karın ve kışın. Böylelikle kışın faydalı tarafından da istifade edilmiş olur. İçme suyu için barajlarımız dolduğu gibi, toprak soya doymaktadır kar sayesinde. İlkbahar bütün ihtişam ve renkliliğini yağan kara borçludur. Kış mevsimini yok etmek iyi ki mümkün değildir. Eğer mümkün olsa idi, ortalık mikroplarla dolar ve yaz mevsiminde içecek su bulamazdık. Kış mevsimini soğuk gibi görünse de neticesi itibarıyla tam bir rahmettir. Aynen öyle de kimi eşler yaz mevsimi gibi yumuşak, kimileri de kış mevsimi gibi sert olabilirler. İkisinin de aileye katkıları farklıdır ve güzeldir. Yapılması gereken onları değiştirmeden onlardan faydalanmaktır. Ancak bu iş kolay değildir. Bazı kadınlar daha dominant, daha sosyal ve girişken olabilmektedir. Ve nitekim birçok işi tek başına yapar, sorunları size gerek bırakmadan da çözerler. Bunlar çok büyük artılardır. “Her sorunu bana getirmeyin, kendiniz hâlledin bir kere. Zaten akşama kadar yoruluyorum, eve geldiğimde biraz dinlenmek istiyorum, fırsat vermiyorsunuz…” diye eşinin pasifliğinden şikâyet eden erkek sayısı da az değildir. Kimi pasifliğinden kimi de aktifliğinden şikâyet ediyor eşlerinin. Başıma çıkar korkusu ile onu sindirmek, pasifleştirmek, susturmak ne kadar yanlış ise, daha yavaş bir eşi hızlandırmak ve aktif yapmak için baskı kurmak da o kadar yanlıştır. Her biri bir mevsimdir; ona göre davranılmalıdır.  Öte yandan hiçbir kadın erkeği adam edemez. Adam edeyim derken adamlığını da elinden alır. Bana göre biri değil, ama şusu busu diye alıp, ne de olsa adam ederim düşüncesi yanlıştır. Adam seçme hakkımız var, ama adam etme yetkimiz yoktur. Öyle ise evlenirken gözünüzü dört açın, evlendikten sonra birini kapatın veya ikisini de kısın. Her mevsimin artıları farklı farklıdır. Ancak şu var ki, dominant ve baskın hanımefendiler bir Anadolu erkeği ile evlendiklerini unutmamalıdırlar. Mevsim kavramı bayanın yaklaşımı için de geçerlidir. Anadolu erkekleri dominant kadınlardan çok haz etmezler. “İlk gece gözünü korkutacaksın, yularını eline alacaksın, sırtında sopayı eksik etmeyeceksin, yoksa başına çıkar kadınlar.” ifadelerini az duymamıştır Anadolu erkekleri büyüme evrelerinde. Bayanlar bu hassasiyeti dikkate almalı ve dominantlığını eşinin üzerinde bir silah gibi kullanmamalıdır. Hele girdikleri yabancı ortamlarda eşi yokmuş gibi davranmamalı, hatta iltifat etmeli ve öne çıkarmalıdır. Evde çocuklarının yanında eşini eleştirmek, eksiğini ortaya koymak, kendisi gibi olmasını istemek veya kendisi ile kıyaslamak tam bir felakettir. Erkeğin kendi eşi tarafından eleştirildiği evlerde, otoriteden bahsedilemez. Çocuklar hem eleştiren hem de eleştirilene karşı saygılarını yitirirler. Hâsılı, eksileri görüp eleştirmek yerine, artıları görüp takdir ve iltifat etmek en doğru çözümdür diye düşünüyorum. Sizi üşüten negatiflere karşın onun artı taraflarını düşünmekle içinizi ısıtabilirsiniz. Soğuk artarsa, sabır ve duaya sığının, hemen ısınırsınız inşallah. Ferhat Aslan Âile Danışmanı ve Psikoterapist (Temmuz 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak