Ara

Sapkın Bir Tavır: Eğitimin Tersyüz Edilmiş Hali

İnsanların farklı görüşlerde olmasını yadırgayanlar az sayıda olmasa gerek. Aslında aralarında görüş ayrılığının bulunması, onların tam da diriliğine, canlılığına, sağlıklı oluşlarına ve sağlıklı düşünme yolunda bulunduklarına delâlet etmelidir. Ama durumu yadırgayanlar insanların tümünün aynı çarktan çıkmışçasına aynı görüş etrafında “yekvücut” olması gerektiğini öngörüyor. Oysa aynı temel ilkeleri paylaşan bir dînin sâlikleri bile farklı konularda farklı görüşe sâhip bulunabilir. Nitekim öyledir de. İslâm târihinde farklı görüşler çevresinde toplanmış insanlar her zaman var olagelmiştir. Durum böyleyken, günümüzde insanların tek bir görüş çevresinde “birleşmeleri gereği” üstünde duranlar oluyor. Aslında olmaması gereken ve sağlıksızlık işâreti olan husus, tam da budur! Aslında görüşlerin isâbetli olup olmaması o kadar önem taşımaz. İsâbetli olmasa bile, şâyet bir fikir silsilesi kendi içinde bir “görüş” (ictihâd) değeri taşıyorsa ona ödül vaad edilmiştir. O görüşte isâbet varsa ödül iki kattır. Böylece Müslümanların görüş geliştirmeleri övülmüş ve özendirilmiş olmaktadır. Bunda yadırganacak ve gocunacak bir husus yok. Böyle olmakla birlikte, günümüzde, bana yadırgatıcı gelen ve beni gocunduran bir husus var. O da bazılarının İslâmdışı dünyâ karşısında takındığı boyun eğici, özür dileyici tavır ve onlara benzeme çabasıdır. Bu, geçen yüzyılın ortalarından itibâren kendini tahlil etmede, kendi yerini belirlemede acze düşen ve bu sürecin sonunda yanlış kararlarla Batı uygarlığını taklit etmeye çalışan bir tür Müslüman’ın benimsediği tutumdur. Kendi yerini belirlemede acze düştüğü için aşağılık duygusuna kapılan bu Müslüman tipi, önünde Batı uygarlığını taklit etmekten başka açık bir yol görememiştir. O, kendini ne tam Müslüman olarak tanımlayabilmiş ne de tam kâfir saymıştır. Ne İslâm’a mahsus kurumların künhüne vâkıftır ne Batı uygarlığının kurumlarına… İkisinden de mahrum olduğundan hiçbirine sâhip değildir; dolayısıyla hiçbirini yetkiyle tasarruf edememiştir/edemiyor. İşte, özür dileyici bu tavır sâhiplerinin günümüzdeki uzantıları tevârüs ettikleri aynı tavrı sürdürüyor. Burada, bir tek örnekle yetinelim. Tutalım ki, ortalarda “feminizm” denilen bir akım varsa, onlara göre feminizm İslâm’a yabancı değildir ve “asıl feminizm” İslâm’da vardır(!). Çünkü İslâm, başka her türlü dinden ve dünyâ görüşünden daha çok olarak kadına değer vermektedir. Bu küme içinde mütâlaa edilebilecek Müslümanlar için, İslâm’ın kadına verdiği değerle feminizm adına geliştirilen sapkınlık arasındaki farka dikkatimizi yöneltmemizin anlamı yoktur; anlamlı olan husus mevcut söylem içinde yer almış olan feminizmin İslâm’da da yeri olduğunu savunmaktır! Aynı şekilde, Batı uygarlığının, daha dar anlamda kapitalizmin kadını çalışmak zorunda bırakması, onu ucuza elde edilen işgücünün istismârı sadedinde çalışmaya zorlaması, bunun da arkasından sanki kadına iyilik yapıyormuş pozuna girerek yaptığı işin adına “kadının çalışma özgürlüğü” diyerek “yüceltilmiş” bir kandırmayla insanları avutması sözünün ettiğimiz Müslüman tipi için önem taşımaz. Onun için önemli olan İslâm’ın da kadına çalışma “ruhsatı” vermiş olmasıdır.
  1. yüzyıldan başlayıp günümüzde de varlığını sürdüren bu boyun eğici tavır çoğu kimseyi yanıltıyor. Bu tavrın ortaya koyduğu anlayışın yanlışlığını ileri sürenlere de, gene Batı’dan aşırılmış kelimelerle radikal veya fundamantalist ve benzeri sıfatlar yakıştırılıyor.
Özür dileyici tavır sâhiplerinin ileri sürdükleri mütalâalar görüş (ictihâd) niteliği taşımıyor. Onların amacı, İslâm’ı İslâm dışı anlayışlarla uzlaştırmaya, dolayısıyla fesâda mâtuf bir çabanın ürünüdür. Bu tür çabalar İslâm dâiresinin dışına düşer, böyle olduğu için İslâmî bağlamda görüş değeri taşımaz. İslâm’ın teşvik ettiği ve ödüllendirdiği zihin çabası bu değildir. Onun öngördüğü zihin çabası İslâm dâiresinin içinde kalan, kendini İslâm’ın kavramlarıyla ve onun kurumlarıyla tanımlayan çalışma biçimidir. Batı kültürüne âit kurum ve kavramlara İslâmî terimlerle yaklaşmaya veya İslâm kültürüne âit kurum ve kavramları Batı kültürüne âit telâkki tarzıyla yorumlama girişimine kasıtlı bir çabadır diyemiyorsak, cehâlet eseridir demek gerekecektir. Bu durum da bizi eğitim, özelde de İslâmî eğitim noktasına götürür. Fakat İslâmî eğitim unutulmasın ki salt kitâbî bilgiden ibâret değildir. İslâmî eğitim İslâm'ı yaşayan toplumda geçerli bir anlam taşır. Öbür türlüsü sâdece mâlûmât edinmekten ibâret bir çaba türü olarak kategorik bir değer ifâde eder. Deyim yerindeyse bir oryantalistin İslâm hakkındaki bilgisi türünden bir öğrenim: İslâm'ı yaşamıyor fakat onun hakkında mâlûmât sâhibi oluyor... Rasim Özdenören

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak