Ara

Osmanlı Sultanı II. Bâyezid’in Tasavvufî Çevrelerle Yakın İrtibâtı

Osmanlı Sultanı II. Bâyezid’in Tasavvufî Çevrelerle Yakın İrtibâtı

II. Bâyezid’in tasavvufî gruplar arasında özellikle Halvetiyye zümrelerine yönelik özel bir ilgisi vardı. Zaman zaman Halvetîlerin zikir meclislerine devâm ettiği olurdu. (Mayer, (1980), “Osmanlı Devleti’nde Ulemâ-Meşâyıh Münâsebetleri”, c. IV, s. 55; Gündüz, (1983), Osmanlılarda Devlet - Tekke Münâsebetleri, s. 67) II. Bâyezid Amasya’da vâliyken Halvetiyye büyüklerinden Çelebi Halîfe (ö. 899/1494) ile özel dostluklar kurmuştur. (Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 30-31) II. Bâyezid’in Çelebi Halîfe’ye intisâb ettiği, sıkıntılı anlarında müşkülünün halli için ondan mânevî yardım talebinde bulunduğu belirtilmektedir. Bu durum II. Bâyezid’in Cemal Halvetî’ye ne kadar çok güvendiğini göstermektedir. Amasya’dayken gerçekleştirdiği yakınlığı tahta geçtikten sonra İstanbul’da da devâm ettiren II. Bâyezid, Koca Mustafa Paşa’daki dergâhında Çelebi Halîfe’yi iki defa ziyâret etmiştir. Sıkıntılı anlarında Çelebi Halîfe’nin duâ ve himmetine sığınmaya devâm etmiştir. Örneğin on beşinci asrın sonlarında meydana gelen vebâ salgınından kurtulmak için, hacca giden Cemal Halvetî’den Kâbe’de dervişleriyle birlikte duâ etmesini istemiştir. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 257) Çelebi Halîfe’ye güven ve itimâdı ileri boyutta bulunan II. Bâyezid oğlu Şehzade Ahmed’i Çelebi Halîfe’ye teslîm etmiştir. 

II. Bâyezid’in Çelebi Halîfe’den sonra şeyhlik hizmetini deruhte eden Sünbül Sinan (ö. 936/1529) ile de yakın ilişkiler kurduğu ve dergâhında ziyâretlerde bulunduğu bilinmektedir. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 257)

Bayramiyye meşâyihinden Şeyh Muhyiddin Yavsî (ö. 920/1514) ile çok samîmî ilişkiler kuran II. Bâyezid, Cemal Halvetî gibi Muhyiddin Yavsî’den de el almıştır. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 257) II. Bâyezid’in Şeyh Muhyiddin Yavsî’ye yakınlığı o kadar fazladır ki, onun Beyazid’e âit vâli konağında kaldığı rivâyet edilmektedir. Bu yakın ilişki, II. Bâyezid saltanat tahtına geçtikten sonra da devâm etmiş; şeyh sultan tarafından pek çok defa evine dâvet edilmiştir. (Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 30-31) Aralarındaki bu sevgi ve muhabbet sebebiyle Şeyh Yavsî’nin “Şeyhü’s-Sultan” ve “Hünkâr Şeyhi” gibi unvanlarla anıldığı, ayrıca tekkesine vezirler ve kazaskerlerin de devâm ettiği belirtilmektedir. II. Bâyezid tahta geçtikten sonra bu şeyh adına İstanbul’da bir tekke yaptırmış ve bâzı yakın köyleri tekkeye vakfetmiştir. Akşemseddin ile birlikte İstanbul fethine katılan Bayramiyye dervişleri, fetihten sonra İstanbul’da kalmalarına rağmen, burada tekke kurmamışlardı. Dolayısıyla II. Bâyezid’in kurdurduğu bu tekke, Bayramiyyenin İstanbul’daki ilk tekkesi olarak kabûl edilmektedir. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 257)

Şeyh Muhyiddin Yavsî’den başka II. Bâyezid’in intisâb ettiği bir diğer Bayramiyye şeyhi vâiz ve müfessir olarak da tanınan Baba Yusuf, yâni Yusuf b. Şeyh Halil Seferihisarî (ö. 917/1512) idi. Katıldığı velime merâsimlerine Baba Yusuf’la birlikte giden II. Bâyezid ona ayrı bir alâka ve sevgi gösterisinde bulunurdu. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 245-247) II. Bâyezid İstanbul’da yaptırdığı câminin ilk cumâsında vaaz etmek için çok sevdiği Baba Yusuf’u da dâvet etti ve o da bu meclise iştirâk etti. Baba Yusuf’un bu meclisteki vaazı o kadar etkili olmuştur ki, dinleyenler cezbeye kapılmışlardır. Hattâ câmi dışında beklemekte olan Hristiyanlardan içerideki hâli gören üç kişinin şeyhin huzûrunda Müslüman oldukları rivâyet edilmektedir. Bu olaydan sonra sultânın kendisine sevgisi daha da artmıştır. Şeyh bir ara hacca gitmeye niyet ettiği zaman pâdişah ona bir miktar altın vererek, “Bu elimle kazandığım helâl kazançtır. Al götür, Nebî (s.a.v.)’in türbesindeki kandillerin yağı için harcansın” demiş ve “Huzûra vardığında de ki: Yâ Resûlallah sana ümmetinin çobanı günahkâr Bâyezid’in selâmı var. Helâl yoldan kazandığı bu altınları kandillerin yağı için harcanmak üzere gönderdi. Bu sadakanın kabûl edilmesi için size tazarrû ediyor.” diye eklemiştir. Şeyhin altınları alarak pâdişâhın arzusunu yerine getirdiği kaydedilmektedir. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 258)

II. Bâyezid’in Halvetiyye ve Bayramiyye ricâlinin yanı sıra hürmet ettiği bir zümre Nakşbendiyye meşâyıhıydı. Nakşî meşâyıhıyla yakın ilgisi, başgösteren Safevî tehlikesine karşı bir alternatif arayışının ürünüydü. Zîrâ Şah İsmail şia akîdesini yaymak ve saltanatını sağlamlaştırmak için tarîkatları bir vâsıta olarak kullanmış ve Osmanlı devleti aleyhine propaganda faaliyetlerini alabildiğine yoğunlaştırmıştır. II. Bâyezid da kendi döneminde ehlisünnet akîdesine bağlı ulemâ ve meşâyiha Osmanlı devleti nezdinde büyük bir itibar kazandırmış, onların Osmanlı devletine bağlanmasını sağlamış, onların fikir ve nüfuzları ile şiiliğe karşı koymaya çaba göstermiştir. Dolayısıyla o sünnî ulemânın devlet eli ile desteklenmesi cihetine gitmiştir. Nakşbendiyye gibi sünnî bir tarîkatın Osmanlı ülkesine girişi ve gelişmesi de bu sebep ve etkenler netîcesinde vukû bulmuştur. 909/1503 yılında, sırf bu iş için 86.000 akçe sarf edilerek, otuzu aşkın âlim, şâir ve şeyhe maaşlar tahsis edilmiştir. (Uzunçarşılı, “Bâyezid II”, c. II, s. 397) 

Tahta geçtikten sonra Semerkand taraflarından kendisini ziyârete gelen Ubeydullah Ahrâr’ın yakını Abdülhâdî’ye, babası Fatih’in bir harp esnâsında Şeyh Ahrar’ın rûhâniyetinden nasıl yardım istediğini, babasından dinlediği şekliyle nakletmesi bunu göstermektedir. Herat’ta bulunan Molla Câmî (ö. 898/1492) hazretlerine ve Nakşbendî yolunun merkezi olan Buhara’daki dergâhın şeyhine her sene beş bin akçe gönderdiği zikredilmelidir. (Öngören, 2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 259) Molla Câmî’yi ve Ubeydullah Ahrar (ö. 895/1490)’ın oğlu Hâce Abdülhâdî’yi İstanbul’a dâvet eden II. Bâyezid, Abdülhâdî’ye çok hürmet göstermiş, iltifatlarda bulunmuş ve onun duâlarına mazhar olmuştur. Nakşbendiyye tarîkatının İstanbul’daki en eski ve en önemli kuruluşu olma özelliğini yüzyıllar boyu sürdüren Fatih Emir Buhârî Tekkesi’ni de bizzat II. Bâyezid yaptırmıştır. (Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 30-31; Gündüz, (1983), Osmanlılarda Devlet - Tekke Münâsebetleri, s. 40) 

1511 yılında Şah Kulu ayaklanması ile karşılaşan ve aynı yılın Temmuz ayında ayaklanmayı güçlükle bastıran II. Bâyezid Şia faaliyetlerinin devlet aleyhine güç kazandığı bir dönemde sünnî âlimleri ve sûfî şeyhleri yakından desteklemiştir. Şia muhalefetine karşı sünnî ulemâ Osmanlı devleti nezdinde büyük bir itibar kazanmış, ulemânın devlete olan bağlılığı artmış, fikir ve nüfuzları ile Şiiliğe karşı koymaları sağlanmıştır. II. Bâyezid sünnî ulemânın devlet eli ile desteklenmesini istemiştir. 909/1503 senesinde sırf bu iş için 86.000 akçe sarf edilerek otuzu aşkın âlim, şâir ve şeyhe ödenek ayrılmıştır. II. Bâyezid adına Silsiletu’z-Zeheb adlı eseri ile çeşitli kasîdeler kaleme almış olan Molla Abdurrahman-ı Cami (ö.898/1492)’ye her yıl 1000 flori gönderilmiştir. (Uzunçarşılı, “Bâyezid II”, c. II, s. 397;Küçük, (2003), Kurtuluş Savaşında Bektaşiler, s. 23)

Nakşibendiyye’den Emir Buhârî’nin halîfesi Şeyh Muslihuddin Tavil’in, memleketi Kastamonu’da idârecilerin halka zulmettiğine dâir II. Bâyezid’e şikâyette bulunabilmesi ve pâdişâhın da bununla ilgili gereken tedbirleri alması, şeyhle aralarında yakın bir ilişkinin olduğunu hatırlatmaktadır. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 259)

Halvetiyye, Bayramiyye ve Nakşbendiyye meşâyıhı yanında II. Bâyezid’in muhabbet beslediği bir tarîkat çevresi de Mevleviyye meşâyıhı idi. II. Bâyezid Konya’da çelebilik makâmında bulunan Mevleviyye şeyhi Celaleddin Çelebi (ö. 915/1509)’ye yakın ilgi gösterip muhabbet duyardı. Öyle ki, Fatih zamanında da Konya Mevlevî Çelebîliğini uhdesinde bulunduran Celâleddin Çelebi’nin Fatih’e, II. Bâyezid’in doğumunu müjdelediği kaydedilmektedir Mevlânâ’nın türbesindeki sandukaları yenileyen II. Bâyezid üzerlerine değerli kumaşlardan yeni örtüler örttürmüştür. (Gölpınarlı, (1983), Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 153; Gündüz, (1983), Osmanlılarda Devlet - Tekke Münâsebetleri, s. 36) II. Bâyezid’in Celaleddin Çelebi ile olan samîmî münâsebeti ondan sonra makâmına geçen Hüsrev Çelebi (ö.968/1561) ile de devâm etmiş, hattâ bu sebeple devlet erkânından pek çok kimsenin Mevleviyye’ye intisâb etmesine vesîle olmuştur. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 259)

Özetle

II. Bâyezid sûfî meşâyıhına yönelik özel ilgi göstermiş, nasihatlerini almış, tekkelerine yardımda bulunmuştur. Meselâ Bursa’da medfun bulunan Emir Sultan’ın türbesini ziyâreti sırasında II. Bâyezid, duâsını bitirince sandukanın üstündeki yeşil örtüye sürünerek tevâzu göstermiştir. Meşâyih dostu olan, Akşemseddin ve Şeyh Vefa gibi tarîkat şeyhleriyle yakın ilişki kuran babası Fatih Sultan Mehmet gibi II. Bâyezid da, evliyâ menkîbe ve kerâmetlerini dinleyerek büyümüş, çevresinde tasavvuf büyüklerinin meclisler kurmasını sağlamıştır. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 257) 

II. Bâyezid önceki pâdişahlar gibi, değişik tarîkat şeyhlerine Anadolu topraklarında faaliyetleri için beraatlar1 vermiş, tekkelerine vakıflar tâyin etmiş, bir kısım zâviye şeyhlerini arâzi vergisi ve avârızdan2 muaf tutmuştur. (Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 259)  

Dipnotlar:

1 Berat: Herhangi bir vazîfe veya hizmete tâyin dolayısıyla pâdişah tuğrasının bulunduğu, müsâadeyi ihtivâ eden vesîka.

Avârız-ı Dîvâniyye, Osmanlı vergilerinden olup, olağanüstü hallerde halka yüklenen mâlî, aynî ve bedenî vergilere denmektedir. Zamanla bu vergi sürekli alınır hâle gelmiştir. XVI. asırdan başlamak üzere bu cins mükellefiyetler yavaş yavaş nakdî bir hüviyet kazanmış ve “avârız akçesi” adını almıştır.

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak