Ara

Öfkeli mi Eşiniz? Yapmanız Gereken…

  Öfkeli mi Eşiniz? Yapmanız Gereken… Ferhat Aslan Gün geçmiyor ki, âile içi bir şiddet kurbanı vakası kulağımıza gelmemiş olsun. Daha iki gün önce yine Esenler’de bir baba cinnet geçirdi ve “öfke esirlerinin” yaptığını bir kere de bu baba yaptı hem eşine hem de çocuklarına. Olayın detayına girip moralinizi bozmak istemem. Keşke bu tür vakalar medyaya ve oradan da çocuklarımıza çok yansımamış olsa… Ancak neylersin, medya reyting derdinde olduğu sürece bu minvâl üzere daha çok gideceğiz.. Yukarıda bir terim kullandım “öfke esirleri” diye… Bu tür cinâyetler, öfkesine mağlûb olan, öfkenin esâreti altına girenlerin eseridir. Öfkeye sâhip olmak ayrıdır, öfkenin bize sâhip olması apayrıdır. Allah bizleri öfkeye sâhip kılmış ama biz öfkeye dizginimizi kaptırarak ona esîr olmuşuz. Öfkenin kendisine sâhip olduğu insan ortalıkta dolaşan barut gibidir. Nerede nasıl patlayacağı belli değildir. O yüzdendir ki öfkeli insanlar genelde yalnızdırlar. Ömürlerinin sonunda hep yalnızlığa mahkûm olmuşlardır. Menfaat dostlukları onları aldatmasın. Musluklar kesildiği zaman kendilerini yapayalnız ortada bulurlar. Zîrâ mayınlı tarlada kimse dolaşmak istemez. Esâsen öfkeliler de hâllerinden çok memnun değillerdir. “Ama ne yapayım, elimde değil, o an kendimi kaybediyorum, gözlerim hiçbir şeyi görmüyor” diyerek çok defa çâresizliklerini anlatırlar. Duygularımız koyunlara, aklımız çobana benzer. Çoban tarafından denetlenemeyen koyunlar gayrın tarlasına girer ve çevreye zarar verir. Zîrâ koyun için doğru yanlış, helâl haram, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar söz konusu değildir. O sâdece kendini doyurmaya bakar. Duygularımız da öyledir. Şehvet duygusu kabarınca insan meşrû ve gayrı meşrûya bakmaz, öfke kabarınca haklı veya haksıza bakmaz, intikam duygusu kabarırsa doğru veya yanlışa bakmaz, kendini tatmin etmenin hesaâbını yapar sâdece ve sâdece… Bir-iki dakikalık intikam lezzeti için bir ömür boyu hapiste yatmayı görmezden gelebilecek kadar ileriyi göremeyen bir duyguya ne kadar itimat edilebilir? Eğer akıl devreye girip ona ölçü koymazsa, bu duygular toplumun huzûrunu kaçıracak boyutlara varır ve zararlı sonuçlar doğururlar tıpkı yukarıdaki acı haber gibi. İşlenen cinâyetlerin, yapılan zulümlerin altında, akıl denen çoban tarafından ihmâl edilen duyguların cirit attığını görüyoruz. Ancak unutmayalım ki, çoban koyunların yegâne hâkimi ve sâhibi değildir. Koyunlar hakkında son söz onun değildir. Koyunların sâhibinin direktifleri istikâmetinde çoban koyunları güder. Koyunların nerede, hangi zamanlarda ve ne kadar otlatılacağı konusundaki kararları koyunların sâhibi verir. Çoban bu kararları sâdece uygular. Aynen öyle de aklımızın emrine verilen duygularımız hakkındaki kararları, bu duyguların sâhibi olan Allah verir ve vermiştir. Aklımız bu emirleri uygulamak ile mükelleftir. Kendi başına karar veremez. “Her çoban güttüğünden sorumludur” nebevî ilkesi gereğince insan aklı da güttüğü duygulardan sorumludur. İyi insan modeli nazara verilirken, öfkenin sahibi olan Allah; “onlar ki, öfkelerini yutarlar” der. Nitekim çoğumuzun duyduğu bir hadîs-i şerifte de, asıl pehlivanın öfkesini yutanlar olduğu kesin bir dil ile ibret nazarlarımıza sunulmaktadır. Şâyet öfkeyi kontrol etmek, denetlemek ve sindirmek mümkün olmasa idi bu ilâhî teklif insanoğluna yapılır mıydı? Hiç kimseye kaldıramayacağı yük yüklenmeyecektir ilkesine ters olmaz mıydı bu? Demek ki öfke kontrolü mümkündür akıl tarafından. Peki bu durumda, yukarıda dile getirilen “ama elimden bir şey gelmiyor, kendimi kaybediyorum o an, gözlerim hiçbir şey görmüyor” şeklindeki savunma sözcüklerini nereye koyacağız? Bu sözcükler ya bir savunma refleksinin ürünü veya hastalık hâline gelmiş klinik bir vakanın seslendirilmesidir. Beyin kimyâsındaki serotonin ve dopamin hormonlarının azalması netîcesinde kişi gizli depresyona girebilir. Bu durumda duyguların kontrolü zorlaşmaya başlar. Yâni çoban hastalanmış olursa koyunlara sâhip çıkamaz. Yapılması gereken şey, bir uzmana gidip tedâvi görmektir. Ancak bu tedâvi geçici bir tedâvidir. Asıl ve kalıcı tedâvi, duyguların sâhibinin “duygu yönetim kılavuzuna” iyi kulak vermek ve antrenmanlar yaparak onları hayâta taşımaktır. Çobanı tedâvi ettiniz ama çoban koyunların sâhibinin direktiflerine kulak vermiyorsa, bu tedâvinin bir anlamı olmayacaktır. Duyguları yönetmekle sorumlu ve görevli olan akıl çobanı da şu direktifleri uygulamakla ancak kalıcı çözümlere ulaşır ve öfkeyi denetim altına alabilir: Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın." "Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne âlâ, geçmezse yatsın."  Öfkelenen, dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde yumuşak davranırsa, Allah da onun kâlbini emniyet ve îmân ile doldurur. Yukarıda yer alan öfke denetleme metotları, zaman aşımına uğramayan nebevî düsturlardır. Bu düsturlara kulak veren akıl çobanları, duygu koyunlarını başarılı bir şekilde güdebilir. Buraya kadar ifâde ettiğimiz tesbitler daha çok öfkeli kişiye yönelikti. Ancak bilinmelidir ki, sorunun bir diğer boyutu da öfkeli kişinin karşısında yer alan muhataptır. Yâni eşiniz öfkeli ise size çok şey düşüyor demektir. Pekiyi ne yapılmalıdır? Yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, eğer öfke fizikî şiddete varıyor ve kişi kendini tamâmen kaybediyorsa bu bir hastalıktır ve tedâviye ihtiyaç vardır. Ancak bazı eşler vardır ki öfkesi saman alevi gibi parlar ve söner. Zararları muhataptan daha çok kendilerinedir. Bu kişilikteki eşlere karşı tavrımız çok önemlidir. Zîrâ ortada bir kıvılcım vardır. O kıvılcıma odun olup besleyecek bir tavırdan uzak durmalısınız. Su yerine, sıvıdır diye benzin dökerseniz kıvılcım tutuşur. Öfke seansı geçiren eşinizin size karşı acı sözlerini tamâmen gerçek kabûl edip, kendinize, kişiliğinize yönelik birer saldırı olarak yorumlarsanız, incinirsiniz. Bu incinme sizi reaksiyona itebilir. Reaksiyon ise tepkiyi doğurur. Hâlbuki kontrolden çıkmış birinin söylediği sözler dayanaksız ve gerçeklikten uzak sözlerdir. Bu durumda gerçeklerden ziyâde, kişi öfkesini tatmin peşindedir ve ağzına geleni söyler. Dolayısıyla bu sözlerin bir gerçekliği yoktur ve zâten az sonra özür dileme seansı gelecektir. Nitekim bâzı mezheplerde, öfke hâlinde iken eşini boşadığını söyleyen kişilerin bu boşamaları sahih kabûl edilmemektedir. Zîrâ gerçeklikten uzaktır. Burada bir yöntem paylaşarak yazımızı noktalayalım. Arıcılar, iğnesi olan ve zaman zaman canlarını acıtan arılarla sürekli muhataptırlar. Arılar öfkelenmeye dursun, hemen sokarlar kişiyi hayatları pahasına. Bal arıları öfkelenince insanı sokar ama kendisi ölür. Kısacası öfkenin en büyük zararı kendisine olur. Muhatabın birkaç dakikalık canını incitmiş olurlar sâdece. Ancak sizlerle paylaşmak istediğim arıların değil, arıcıların tavrıdır. Arıcılar arıları olduğu gibi kabûl etmişlerdir. “Bu hayvanların iğnesi vardır ve zaman zaman da canımızı yakacaklardır.” diyerek bal gibi tatlı bir nimete sâhip olmaktadırlar. Yaptıkları şey arılara saldırmak değil, onları olduğu gibi kabûl ederek tedbir almaktır. Koruyucu kıyafetler giyerler arıların içinde dolaşırken arıcılar. Alınan tedbirlere rağmen, kimi zaman arıların hiddetine mâruz kalmaktan kurtulamazlar ama bunun üzerinde durmaz, işlerine devâm ederler. Âdetâ: “Varsın soksun birkaç arı Petekte ballar görüyorum sarı sarı…” Diyerek hedeflerine doğru ilerlerler. Bizler de evimizdeki huzur balı için eşimizin iğnesine karşı tedbirimizi alalım ve kimi zaman içimizi acıtacak birkaç iğneleyici sözüne takılmadan yolumuza devâm edelim. Hâsılı diyorum ki, Öfkelenince eşiniz, Devâm etsin işiniz, Takmayın kafaya Yavaşça yanından geçiniz.   Tabii sizin için huzur baldan tatlıysa…

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak