Ara

Müstesna Bir Velî

Müstesna Bir Velî

Bir yemek sofrasında çehre-i nûrânîlerine baktığımda, "cismen burada, ruhen İlâhî âlemlerde seyrediyor" gibi geldi hatırıma. Ara ara derdim "bunlar bu âleme nasıl sığıyor?" Son demlerinde, yüzündeki nur apâşikâr görülüyordu. Gözüm kamaştı derler ya aynen öyleydi. "Kamer güneşten ışık alır" sözüne muvâfıktı hâli. Râbıtasıyla mürşidiyle irtibatlı, murâkabe ve müşâhedesiyle Fahr-i Kâinât ve Rabbimizin ahlâkıyla ahlâklanmıştı. İnsan harâbede gezerken pırlanta ve değeri ölçülmeyen bir mâden bulur ya, aynen bunun gibi bu süflî âlemde bir mürşid-i kâmildi. Kara toprağa atılan siyah tohumdan çıkan bir gül misâliydi. Toprağı güzel olan memleketin ürünü de güzel olduğu gibi, Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimizin neslinden gelen velîlerin evlâdıydı o. Nüvesini Edeb-i Nebevî ile ıslahlaştıran, bakımını zamânın Kutbul aktâbının üstlendiği bir cevherdi o. Sohbet ve muhabbeti gönülleri yakardı. Görüşüp ayrılan, rektefe olan bir araba gibi pâk ve temiz ayrılırdı. Akü misâli dolar ve günlerce ibâdetin haz ve zevkini duyardı. Allah Aşkı ve Resûlüllâh sevgisi uyanırdı kalblerde. İçimin sökülüp organlarımın dışarı çıkacak gibi olduğunu hiç unutmam. Ne kadar temizlensek de, nefsimize aldanarak çok kirlendik. Evliyâullâh, memâtından sonra kınından sıyrılan kılıç gibi olur. Yatıralım nefsi önüne, kesilsin nefsânî hevâ ve arzularımız Biiznillâhi Teâlâ. Daha ilk tanıyanların, ellerini şakaklarına koyup derin bir düşünceye daldıklarını görürdüm. Sanki, "bu güneşten ışık, bu nilden su neden içmedik?" deyip hayıflanırlardı. Evlerine çevrelerine anlatıp dururlardı bu Veliyy-i Kâmil’i. "Neden geldin buraya?" dediklerinde, "burada bir şelâle, burada bir eşsiz manzara varmış" dedikleri gibi. “Anlattıkları hep bizim konuştuklarımız ama bunda bir lezzet var” derken "azbün fürât"ı, hayat veren tatlı suyu ifâde ederlerdi. Cemâlinin güzelliğinde Nûr-i Muhammedî’yi haber verirlerdi. Kendileri doyumsuz söz ve bitimsiz kelâmın sırrını şöyle beyân ederlerdi: "Biz fişimizi Resûlüllâh (sav)’in prizine takıyoruz.” Şahs-ı fakîrânemde hissettiklerim şunlardı: Enerji depolayan merkezlerden elde edilen elektrikle sayılamayacak faydalar hâsıl olur. Arşullâh, Beytullâh, kenzullâh, Allah Teâlâ’nın hazînesi olan gönüllerinden istifâde eden pek çok kimseler vardı. Bir hademe, kamuda görevli hizmetli, işçi, çiftçi “tahareti, abdest ve ğuslü, dînî meseleleri ondan öğrendik” der. Âmir, memur, mesleğine göre iş yapan herkes “şahsî, âilevî ve cemiyete karşı takınılacak tavrı bize o öğretti” der. İbrahim b. Edhem’in selâmını almayan bir işçinin sözü bize kâide ve esas oldu der. “Selâmınızı alacak kadar bir süre işten kalmam, hukûku ihlâl olur” der. İdârî noktalarda bulunan kimseler şu örneği hiç unutmazlar: ‘Hz. Ömer (ra) kabirde, ganîmet mallarına âid yedi yerinden bağlı bir deve yularının hesâbında zorlanır.’ Ara ara topladığı ulemânın, mütâlaa ile kitaplarının tozlarını silkelemelerini söylerdi. Yediden yetmişe herkes bu ilim ve irfan barajından kafasını, gönlünü ve etrâfını aydınlatırdı.  

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak