Ara

Mustafa Takî Efendi’nin İlmî Şahsiyeti

Mustafa Takî Efendi’nin İlmî Şahsiyeti

1289/1873 yılında Sivas’ta doğan Mustafa Takî ilk tahsilini Sivas İbtidâî Mektebi ile Rüşdiyesi’nde almış, tâkîb eden dönemlerde sürdürdüğü medrese eğitimiyle üst düzey tahsil görmüş, Arapça ve Farsça’ya olan hâkimiyetini ilerletmiş, kelâm, fıkıh, ilm-i ferâiz, tefsir, hadis ve siyer ilim dallarında mâhir konuma gelmiştir. 

1887 yılında Sivas’ta Sorgu Hâkimi Yardımcılığı görevi ile memuriyet hayâtına başlayan Mustafa Takȋ, 1891 yılında Hafik İlçesi Sorgu Hâkimi Yardımcılığına, 1894-1913 târihleri arasında Sivas Adliyesi’nde Bidayet Mahkemesi zâbid kâtipliği, müdde-i umûmî (başsavcı) kâtipliği, Bidayet Mahkemesi başkâtipliği ve mahkeme âzâ mülâzımlığı vazîfelerine atanmıştır. 

1887-1913 târihleri arasında belirtildiği üzere Adliye Teşkilatı’ndaki hizmetleri deruhte eden Mustafa Takȋ Efendi 1914 yılında Sivas Sultanisi’nde Arapça müderrisliği görevini deruhte etti. Dârulhilâfe Osmanlıca, Nahiv ve fıkıh müderrisliği vazîfelerinde bulundu. 22 Nisan 1920 târihine kadar müderris ve dersiâm olarak fıkıh ve tefsir hocalığı vazîfesini deruhte etti.  

1920’de TBMM. I. Dönem Sivas Mebusu olarak Meclise girdi. Mecliste Şer’iye, Evkaf, Adâlet, İrşad, Anayasa, Dilekçe, Millî Eğitim komisyonlarında ve Memurin Muhakemât Tetkik Kurulu’nda çalıştı. Bu arada III. Toplantı yılında bir süre Dilekçe Komisyonu başkanlığını yaptı. Dönem içinde 7’si gizli oturumlarda olmak üzere TBMM kürsüsünden 43 konuşma yaptı; 5 kânun önerisi verdi. I. Dönem milletvekilliğinden sonra 1923’te Sivas’ta Hadis ve Arapça öğretmenliği vazîfesini deruhte etti.

1 Ağustos 1341/1925 târihinde Gürün’de vefât eden Mustafa Takî Efendi, Sivas’a defnedildi. Kabri Sivas’ta Abdülvahhab Gâzi Türbesi yakınındadır.1 

Mustafa Takî Efendi; medrese mezunu, tasavvufî ilişkileri olan, muazzam bir kütüphâneye sâhip, zamânının önde gelen gazete ve dergilerinde yazılar kaleme alan, basılmış ve basılmamış birçok esere imzâ atan bir kişiliktir.2 Takî Efendi, medresede “ilm-i kelâm” ve “ferâiz” alanında ihtisas yapmıştır. Uzun yıllar adliye teşkilâtında ve daha sonra ilk mecliste hayâtını devâm ettiren Takî, ilmî anlamda kendisini çok iyi yetiştirmiştir. İlmin ve âlimlerin kıymetini dile getirmeye çalıştığı makâlelerinde, âlimlerin İbn-i Mes’ud, İmâm-ı Âzam ve Hasan Basrî gibi büyük şahsiyetlerin vekilleri olduğunu,3 onların vereceği bilgiler ışığında insanların dünyâ ve âhiret mutluluğuna ulaşabileceğini dolayısıyla çok büyük bir sorumluluk altında olduklarını hatırlatır.4

İlmin kıymetini bilme olarak değerlendirebileceğimiz âlimlere saygıyı hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Âlimleri Peygamberin (sav) ve sahabenin esas vârisleri olarak görür. Onların yönlendirmeleri ile toplumların şekillendiğini, onun için âlimlerin toplum içerisinde çok önemli bir yeri işgâl ettiklerini belirtir.5 Âlimlerin önünde doğruyu söylemeye engel olarak dünyâ sevgisini, ardı arkası kesilmez istek ve arzuları gösterir. İçinde yaşadığı dönemde âlimlerin ilmin kıymetini bilmediğini, bunun göstergesinin ise bu ilmi başkalarına aktarmamaları olduğunu söyler.6

Mustafa Takî, câhillerin ve cehâletin tehlikesine dikkatleri çekerek şunları söyler: “Cehâlet ve câhillik; aydınlığı karanlık, karanlığı aydınlık olarak insanlara gösterir.”7

Takî Efendi ilmin maddî ve özellikle mânevî kurtuluş için mutlakâ insana gerekli bir araç olduğunu, ilim ve amel sâyesinde rahmete kavuşmanın mümkün olabileceğini söyler.8 

Takî Efendi, Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkında şunları söyler: “Kur’ân; düzen, mükemmellik, ebedî mutluluk için inmiştir. Bütün dünyâya huzur ve mutluluk getirecek kitaptır. İslâm, insanları cehâletten nûra ve aydınlığa çıkarmıştır.”9Kur’ân-ı Kerîm, ebedî mutluluk kânûnudur. Geri kalmış olmamızın sebebi, Kur’ân’dan uzaklaşıp batının lüzumsuz anlayışlarına sarılmaktır. Yabancıları memnûn etmek için ne kadar uğraşsak bizden yine memnûn olmazlar. Kendilerinin yaptığı işkence ve zulümleri bize mâl ederler.10 Kurtulmanın yolu Kur’ân’a uymaktan, Avrupa’nın âdetlerini ve şahsî çekişmeleri terk etmekten geçer.11

Ona göre İslâm nice çileler ve zorluklar ile bugünlere gelmiştir. Bu konuda özellikle sahabenin fedâkârlığını hatırlatır ve içerisinde bulunulan zorluklara inananların aynı fedâkârlık ve kararlılıkla göğüs germelerinin gerektiğini birçok örnekle nakleder.12 

İslâmî kavramları doğru kullanmanın ve anlamanın önemi üzerinde durur. Ve bu kavramları kargaşa ortamına getirerek Îslâmiyet’i karalamaya çalışanlara da sert cevaplar verir. “Cihad; dînin, vatanın, milletin korunması için dînin emrettiği mücâdeledir. Başkalarının cânîlik diye İslâm’a mâl ettikleri “cihat” kavramı, zulüm ve işkence temsilcisi olan İtalyanlara yakıştırılmalıdır.”13

Takî Efendi, hukukçuluğunu ön plana çıkardığı ve “Dînin Medeniyete Lüzûmu” başlığı ile seri hâlinde “Beyânü’l-Hak” dergisinin çeşitli sayılarında yayınlanan makâlelerinde; görev, suç, iç görev-dış görev, ahlâk, hukuk, tecrübe, istişâre, teknoloji, vicdan ve kânûnî cezâlar gibi kavramlar üzerinde durur. 14

Takî Efendi, mükemmel bir kânûnun oluşturulması için şu beş şartın olması gerektiğini söyler: “Tecrübe, istişâre, ilim ehli, teknoloji, din adamları.” Bu beş şartı sırası ile açıklar ve şu noktaların altını çizer: “Tecrübe, istatistik ile doğrudan alâkalıdır. Ve tecrübe göstermiştir ki, sosyalistlerin dediği gibi millî servetin eşit dağıtılması gibi bir şey toplumun aslâ kabûllenemeyeceği bir konudur. İstişâre, danışma ve söyleşme anlamlarına gelir. Ve mükemmel kânûnun tesisi için çok önemlidir.”15 “Din, diğer dört sebebe tercîh edilmelidir ki bunun iki sebebi vardır: Din hürriyeti sağlar ve tam eşitliği getirir. Bilim ve teknoloji sâdece bilenlerin dediğine bilmeyenlerin uyması ile mümkün olduğu için eşitliğe aykırıdır. İstişâre ilkesi de herkesin bu konulardan anlaması mümkün olmadığı için yine eşitlik ilkesine aykırıdır. Din ise ilâhî güç tarafından konulduğu için köle ile pâdişâhı eşit görür ki bu, eşitlik ilkesinin ta kendisidir. Bir de eğer kânun için dîne başvurulursa, ilim, teknoloji ve istişâreye de başvurulmuş olacaktır. Çünkü “ictihad” yâni “hüküm çıkarma” için zaman, mekân, ilim ve teknolojik gelişmelerin bilinmesi şarttır.”16

Takî, ahlâkın nefs ve rûhun terbiyesi ile ilişkisini şöyle izah eder: “Şahısların, milletlerin ve devletlerin mutluluk ve fazîlete ulaşması ahlâk ile mümkündür. Ahlâkın güzelleşmesinin ise iki yolu vardır: Nefis ve rûhun terbiye ve tezkiyesi, ahlâkî suçun ortaya çıkmasından dolayı cezâ vermek.”17 Nefs ve rûhun şu vesîleler ile temizleneceğini belirtir: “Birinci olarak, ahlâken iyinin ve kötünün ne olduğunun bilinmesi gereklidir. İkinci olarak nefs ve ruh, ibâdet ve tâatlerle temizlenebilir. Üçüncü vesîlede “Allâh’tan utanma” duygusunu gündeme getirir. Dördüncü vesîle olarak güzel ahlâklı ve fazîletli kimseleri çok ziyâret etmeyi tavsiye eder. Beşinci vesîlede ilim ve teknoloji ile çok uğraşmanın gereği üzerinde durur. Altıncı vesîleyi vicdanla hesaplaşmak olarak tesbit eder. Yedinci vesîle nâmusun korunmasıdır. Sekizinci vesîle yaşanılan olaylardan ibret ve ders çıkarmaktır. Dokuzuncu vesîle kânûnî cezâlardan korkmak duygusu olmalıdır. Onuncu vesîle ise yapılan işin âhiretteki cezâsını düşünmektir.” Bunları söyler ve ekler: “Bu on vesîle insanı suç işlemekten alıkoyar. On birinci vesîle olarak da polis kontrolünü sıralar.”18

Suç işledikten sonra tekrar suç işlemeye engel olacak şeyleri de şu şekilde sıralar: “Vicdânî pişmanlık, utanma duygusu ve nâmus, âhiret azâbı ve kânûnî cezâlar.” Son yazılan kânûnî cezâların ise çok uzun ve şiddetli olmaması gerektiğinin ve herkesin gözü önünde uygulanmasının şart olduğunun üzerinde ısrarla durur.19 

Bütün bu fikirlerinin yanı sıra tasavvufu aktif bir hayat şekli olarak gören Takî Efendi, her şeyin yerinde ve zamanında yapılması gerektiği konusu üzerinde durur. Ey Salihler, abidler ve zahidler diye seslenerek acınacak halimize ağlamamızı tembih etmektedir. Tekbir, tedebbür, tezekkür ve tefekkürü en az zikir kadar önemli görmektedir. Zikir merasimlerine katılıyorum diye kimilerinin kendilerini avutmaya alıştıklarını, zikrin sefasına ve vecdine ererek kendinden geçtiklerini, böylesi bir manevî coşkuya erdiklerini gören Mustafa Takî Efendi bunların gayet güzel ve insanı huzura erdiren durumlar olduklarını söyler. Ancak böylesi bireysel dindarlık tecrübelerini gerçekleştirirken, toplumdan kopuk bir hayat yaşamayı, kendimizi ibadet ve zikre verirken dinin nurunu söndürmeye çalışan karanlık odakların faaliyetlerini göz ardı eden gafil zümrelere veryansın eder. Camilerin kiliseye çevrilmesine sessiz kalanlara, minarelerde çan çalınmasına ses çıkarmayanlara tavır sergiler. Allah diyecek kimselerin kalamayacak durumuna gelinmesine karşı tedbir alınmasını, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali’nin silsilelerini devam ettiren tarikat çevrelerinin Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali’nin hamiyetine bürünmelerini tavsiye etmektedir. Onlar gibi dinleri ve dünyalıkları için çaba ve gayret göstermelerini salık vermektedir.20 

Dipnotlar:

1 Kadir Özköse & Halil İbrahim Şimşek, Altın Silsile’den Altın Halkalar, Nasihat Yayınları, Ankara2009, s. 417-419; Cemal Ağırman, “İhramcızâde İsmail Hakkı’nın Hocası Mustafa Tâkî Efendi”, Bir Gönül Eri İhramcızade İsmail Hakkı, ed. Alim Yıldız, Buruciye Yayınevi, Sivas 2010, s. 107-111.

2 “TBMM I. Dönem Sivas Milletvekili Mustafa Takî’nin Kısa Olumluluğu” ismiyle faydalandığımız arşiv belgesi.

3 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, Sayı:487, Yıl:1337, s.204.

4 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, Sayı:487, Yıl:1337, s.204.

5 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, Sayı:487, Yıl:1337, s.203.

6 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, Sayı:487, Yıl:1337, s.204.

7 Takî, “Hitabe”, Sebilü’r-reşat, c.19, Sayı:487, Yıl:1337, s.181.

8 Takî, “Târîh-i Nûr-u Muhammedî”, 17. cüz, İsra ve Miraç, s.1.

9 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, sayı: 479, yıl:1337(1919), s.181. 

10 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, sayı: 479, yıl:1337(1919), s.226. 

11 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, sayı: 479, yıl:1337(1919), s.227. 

12 Örneğin, Takî, “İslâm Fedakârlığı”, Sebilü’r-reşat, c.20, sayı: 527, yıl:1339(1921), s218-219; Takî, “İlk Müslümanların Fedakârlığı”, Sebilü’r-reşat, c.20, sayı: 517, yıl:1338(1920), s.266-267.

13 Takî, “İslâm’da Cihad”, Sırat-ı Müstekîm, c.7, sayı:172, yıl:1337, s.246.

14 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzûmu I”, Beyânü’l-Hak, c.1, sayı:26, Yıl:1327(1909), s.604. 

15 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, Beyânü’l-Hak, c.2, sayı:27, Yıl:1327, s.636.

16 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, Beyânü’l-Hak c.2, sayı:27, Yıl:1327, s.636.

17 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu III”, Beyânü’l-Hak c.2, sayı:28, Yıl:1327, s.654.

18 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu IV” Beyânü’l-Hak, c.2, sayı:29, Yıl:1327, s.685.

19 Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu IV”, Beyânü’l-Hak c.2, sayı:29, Yıl:1327, s.685.

20 Takî, “Hitâbe”, Sebilü’r-reşat, c.19, sayı:487, yıl: 1337(1919), s.203-204.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak