Ara

Müslümanın Çalışma Disiplini

Evrende bulunan herşey hareket hâlindedir. Gök cisimleri, yerde bulunan her şey, hayvanlar, bitkiler ve hattâ cansız/cemâdât dediklerimiz bile. Güneş, ay ve yıldızlar hiç yerlerinde durmazlar. Kur'ân‘ın deyişiyle "Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allâh’ın kânunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tâyin etmişizdir.  Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yüzerler."1 Hayvanlar yaratılış gâyelerine uygun olarak sürekli hareket hâlindedirler. Bitkiler de doğarlar, gelişirler, meyve verirler ve kuruyuncaya kadar bir değişim ve gelişim süreci içerisinde hep hareket hâlindedirler. Akan sular yosun tutmaz, durgun sular ise yosun tutar ve kokarlar. İşleyen demir bile pas tutmaz ve ışıldar. Cansız cisimler dediğimiz cemâdât bile, atom çekirdeğinin etrafındaki nötron-proton sürekli hareket hâlindedir. Varlıkların bu hareketliliği karşısında insanoğlunun boş durması yakışır mı ona? Her varlık yaratılış gâyesinin seyrinde yol alırken insanın başıboş dolaşması yaraşır mı ona? İslâm’da Sâlih Amel Kavramı Eşliğinde Çalışmanın İbâdet Oluşu İnsanın davranışlarını düzenleyip faydalı insan yetiştirmeyi hedefleyen İslâm, tüm insanların yapıp ettiklerini 'amel' olarak adlandırırken; İslâm insanının yapıp ettiklerini 'sâlih amel' diye niteler. İnanan inanmayan her insan bir şeyler yapar, amel işler ama ancak inanan insan sâlih amel işler. İşte bu noktada Müslüman diğer insanlardan ayrılır. İslâm’a göre, davranışlara değer kazandıran ve onları kalıcı kılan da inanç ve o inanç ölçülerine göre yapılan eylemlerdir. İnançsız olarak yapılan işler ve îman ölçülerine uymayan eylemler boş, anlamsız ve zarardır. Bu anlamda çalışmak ibâdettir ama her çalışma değil elbet. Müslümanın İslâmî ölçülere uygun olarak yaptığı bir çalışma ibâdettir ki bu çalışmaya Kur'ân 'sâlih amel' adını vermiştir. Sâlih amel, Allâh’ın haklarıyla insanların hakları gözetilerek yapılan bilinçli davranışlardır. Yâni içerisinde isyan olmayan, haram karışmayan, kötü olup zarar niteliği taşımayan her hareket sâlih ameldir ve ibâdettir. Öyle ki, kişinin âilesinin geçimini temin etmesi için koşuşturması da ibâdettir, helâlinden kazanıp getirdiklerini çoluk çocuğuna ikrâm etmesi de ibâdettir, Yaradanına karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi de ibâdettir. Allah Teȃlȃ Kur’ȃn-ı Kerîm’de; "İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık."2; "Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır."3 buyururken bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Çünkü sâlih amel hem sâhibinin hem de başkalarının yararınadır. Sâlih amelin karşılığı hem dünyâda hem de âhirette sâhiblerine ödenecektir. Elbette sâlih amellerin âhiret kazanımları dünyâdaki kazanımlarından çok daha fazladır. Efal-İ Mükellefîn ve Çalışma Disiplini İslâm, tüm davranışlarımızı değerlendirmiş ve onlardan kimini meşrû/helâl görmüş; kimini de yasak/haram görmüştür. Nitekim davranışlarımızın bu değerlendirilmesi, 'Efal-i Mükellefîn' (Sorumlu insanın fiilleri) olarak adlandırılmış ve sekiz grupta incelenmiştir. Bunlar farz, vâcip, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh ve müfsit. Bunlardan ilk beşi helâl ve meşrû olan şeyler, son üçü ise yapılmaması gerekenlerdir. Ama inananın konuştuğu ve söylediği tüm her şey bu sekiz maddeden birisine dâhildir. İnanan insan davranışlarını buna göre ayarlamalı ve onların sâlih, güzel, iyi olanını yapmalıdır. Nimet-Külfet Dengesi Herkes yaptığı iyilik ve güzelliğin karşılığını mutlaka görür. Kimi yaptığının karşılığını dünyâda peşinen görür, kimi âhirette görür, kimi de hem dünyâda ve hem âhirette görür. "Birbirinizden meydana gelen sizlerden erkek olsun, kadın olsun, iş yapanını işini boşa çıkarmam.."4 "İyi hareket edenin ecrini zâyi etmeyiz. Doğrusu, inanıp yararlı iş yapanlara, işte onlara, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar. Ne güzel bir mükâfât ve ne güzel yaslanacak yer!"5 Yararlı işler yapanlara mükâfâtları fazlasıyla, eksiksiz olarak ve mutlaka verilecektir. "Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zâlim değildir."6 "Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür.  Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür."7 "Onların hareketlerinin karşılığı Rablerinden bağışlanma ve zemininden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlerdir. İyi davrananların ne güzel ecri vardır!"8 Selçuklu Sultânı Ve İhtiyar Köylü Selçuklu sultanlarından biri veziriyle bir­likte ülkesinde bir gezintiye çıkmıştı. Bu sırada yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü. İhtiyara uzaktan seslendi. - Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşı­yorsun? Mâşâllah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiye­mezsin... İhtiyar cevap verdi: - Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden ön­cekilerin diktiği fidanların meyvesinden yedikse, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer. Bu cevap hükümdârın hoşuna gitti ve ihti­yara bir kese altın verilmesini emretti. İhtiyar bu ihsânı karşılıksız bırakmadı: - Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi. Bu cevap da hükümdârın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü sıradan biri değildi. Çarıklı erkân-ı harp diye nitelenen kişilerden biriydi. - Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyve verdi. Bu diplomatça cevap da hükümdârın ho­şuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti. Ama bu defa vezir araya girdi ve hü­kümdârı uyardı: - Aman sultânım, bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fi­dan yerine devletin hazinesine darı ekecek. Yapılan İyiliklerin Karşılığını Allah’tan Beklemek Müslüman yaptığı iyiliğin karşılığını Allah'tan bekleyerek ve O'nun hoşnutluğunu umarak yapar. Görsünler, bilsinler ve beğensinler diye değil. "Şüphesiz inananlar, Yahudi olanlar, hıristiyanlar ve sabiilerden Allâh’a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir."9 İnanan kişi işini sağlam yapmalı, evrende kendisine sunulan nimet ve imkânlardan en iyi bir biçimde yararlanmasını bilmelidir: "Ey dağlar ve kuşlar! Dâvûd tesbih ettikçe siz de onu tekrarlayın, diyerek and olsun ki, ona katımızdan lutufta bulunduk; geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut, diye ona demiri yumuşak kıldık. Ey insanlar! Yararlı  iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim."10 Allah Katında Çalışmalarımızın Anlam Kazanması İşlerimizin dünyâ ve âhirette yoluna girmesi, yaptıklarımızın hayrını görmemiz ancak, Allah ve Rasûlünün ölçülerine uygun davranmakla mümkündür. "Ey inananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim Allâh’a ve Peygamberine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur."11 Allah katında çalışmalarımıza değer kazandıran onların inanarak yapılması, iyi ve güzel olmasıdır. Îmansız olarak yapılanların dünyâda birtakım kazandırdıkları olsa bile onların âhirette herhangi bir değer ve karşılığı olmayacaktır. Nitekim pek çok âyetinde Kur'ân, inkârcıların tüm yaptıklarının âhirette boşa gideceğini bildirmektedir: "Allah bozguncuların işini elbette düzeltmez.."12 "O inkârcıların yaptıkları her işi ele alır, onu toz duman ederiz."13 "(İnkârcıların, dinden dönenlerin, iki yüzlü münâfıkların..mescid de yapsalar) bunların işleri dünyâ ve âhirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler."14 "Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi, de. Onların dünyâ hayatındaki çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyâmet günü Biz onlara değer vermeyeceğiz. İşte onların cezâsı; inkârlarına, peygamberlerimi ve âyetlerimi alaya almalarına karşılık olarak cehennemdir."15 "Mal ve oğullar dünyâ hayâtının süsüdür. Ama bâki kalacak yararlı işler, sevab olarak da emel olarak da Rabbinin katında daha hayırlıdır."16 İş Hayatında Dürüstlük El emeği, alın teriyle geçinen her Müslüman, ister tüccar, ister işveren, isterse işçi olsun çalışma hayâtında dürüst olmak zorundadır. Helâl kazancın ilk şartı budur. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”17 ȃyeti bütün Müslümanları uyarmakta, doğruluktan ayrılmadıkları takdirde ebedî hayatta asla korku yüzü görmeyeceklerini, üzüntüye uğramayacaklarını ve bütün nimetleriyle cennete kavuşacaklarını müjdelemektedir.18 Tüccar müşteriye mal satarken; işçi tezgâhının başında çalışırken; patron işçisinin hakkını hesap ederken Allâh’a îmandan sona gelen kulluk görevi olan dürüst davranmaya özen gösterecektir. Alacağı parayı helâl ettirmeye uğraşırken, üzerine bilhassa kul hakkının geçmemesi için Müslüman titiz davranmak mecburiyetini duyacaktır. Dünyâ ve Âhiret Dengesinin Gözetilmesi Temel İslâmî kaynaklar çalışmayı, hem de iyi çalışmayı öğütlemektedir. Dünyâya dünyâ kadar, âhirete ise âhiret kadar değer verilmelidir. Dünyâ sonlu ve yok olucu; âhiret ise kalıcı ve sonsuzdur. Âhireti hedefleyen kimse dünyâyı da elde eder, ama gâyesi yalnızca dünyâ olan kimsenin âhirette alacağı hiçbir şey yoktur. "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allâh’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu gözet, dünyâdaki payını da unutma; Allâh’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez."19 "İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur.  Çalışanlar bunun için çalışsın."20 İnanan kişi, tüm yaptıklarını hesab gününün bilinci içerisinde yapar. Yaptıklarının yanına kalmayacağını ve onlardan dolayı sorgulanacağını hiçbir zaman aklından çıkarmaz. "Her kişinin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü -ki kendisiyle o kötülük arasında uzun bir mesâfe olmasını diler- hazır bulacağı günü bir düşünün. Kullarına karşı şefkatli olan Allah size kendinden korkmanızı emreder."21 Helâl Ve Meşrû Çalışmanın Boyutu Çalışmada farz olan, nasıl ve ne şekilde olursa olsun değil helâl ve meşrû yolda çalışıp kazanmaktır. Bunun aksi ise haramdır. Nitekim Allah Teâlâ; “Ey îmân edenler, size rızık olarak verdiğimiz temiz olan şeylerden yiyiniz ve eğer yalnız Allâh’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.”22 anlamındaki âyetle helâl olan şeylerin yenilmesini, temiz ve doğru kazançların helâl kılındığını bildirmiştir. Nebiy-yi Muhterem (sav) de aynı şekilde davranmıştır ki bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de; “O peygamber, temiz olanları helâl, pis olanları ise haram kılmıştır.”23 şeklinde ifâde buyurulmuştur. Özetle Kur'ân sâlih amelde bulunmaya teşvik ederken hayırda yarışmayı, iyilikte öncü olmayı, helâl kazançla geçimimizi sağlamayı, rızkımızı helâl yollardan arayıp bulmayı, azmi ve gayreti elden bırakmamayı emretmektedir. Kur'ân sürekli hareket hâlinde olan insanın söz ve davranışlarını değerlendirerek onu iyiye, güzele, doğruya, faydalıya yönlendirmiştir. Kur'ân, iyi, güzel, doğru ve yararlı işlerin tanım ve mükâfatlarıyla doludur. Kur'ânın sâlih amel dediği tüm bu güzellikler aslında müslümandan sâdır olması gereken davranışlardır. İslâm bu güzellikleri ibâdet olarak niteleyerek davranışlara mânevî bir boyut kazandırır. Buna göre İslâm insanının davranışlarında dünyâ ve âhiret, madde ve mânâ hep içiçedir. Dipnotlar: [1] Yasîn, 36/38-40. 2 Kehf, 18/7. 3 Mülk, 67/2. 4 Ȃl-i İmran, 3/195; Nisa, 4/124. 5 Kehf, 18/30. 6 Fussılet, 41/46; Casiye, 45/15. 7 Zilzal, 99/7-8. 8 Ȃl-i Imran, 3/136. 9 Bakara, 2/62; Maide, 5/69. 10 Sebe, 34/10-11. 11 Ahzab, 33/70-71. 12 Yunus, 10/81. 13 Furkan, 25/23. 14 Bakara, 2/217; Ȃl-i Imran, 3/22; Tevbe, 9/17, 69. 15 Kehf, 18/103-106. 16 Kehf, 18/46; Meryem, 19/76. 17 Hûd, 11/112. 18 Fussılet 41/30-32; Ahkâf 46/13-14. 19 Kasas, 28/76-77. 20 Saffat, 37/60-61. 21 Ȃl-i Imran, 3/30. 22 Bakara, 2/172 23 A’raf, 7/157. Prof. Dr. Kadir Özköse

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak