Ara

Merhamet Duâsına Çıktınız Mı?

Merhamet Duâsına Çıktınız Mı?
Çocuk terbiyesi konusunda ne zaman toplumsal duyarlılık tam olarak oluşacak diye içim acıyarak bekliyorum. Eşler evlendikten sonra, kendi aralarındaki sorunları çözemediklerinde birilerinin tavsiyesiyle hemen çocuk sâhibi olmaya başlarlar. Doğacak çocuk sorunları çözecekmiş güya… Bu nasıl bir çözüm önerisi? Koca adamların içinden çıkamadıkları sorunları doğacak olan bebek mi çözecek? Yoksa anne bebeğin sorunlarıyla uğraşırken eşiyle kavga etmeye vakti kalmayacağı için, eşi ile yaşadıkları sorunlar ileriki bir târihe mi ertelenecek? Sorunlar ertelenerek, unutturularak, sümen altı edilerek çözülemez. Tam aksine daha büyümüş olarak ileride karşımıza iri faturalarla çıkar. Tıpkı küçük bir kartopunun yuvarlandıkça karşısına çıkan herşeyi altına alan bir çığa dönüşmesi gibi… “Hocam böyle bir öneriyi hiç aklım almamıştı ama belki bir şeyler değişir diye çocuğa taraftar oldum ama hiçbir şey değişmedi hayâtımızda” diyen bir danışanımın acı feryatları üzerine bu cümleleri yazdım. Anlattıkları sâdece bu iki cümleden ibâret değildi elbette. “Mevcut sorunlar iki sene içinde beni zâten tüketmişti, çocuk da olunca bütün bütün sindim kaldım. Çocuğuma kendimi veremiyorum. Çoğu zaman eşime olan öfkemi mâsum çocuktan çıkarıyorum. Bu ayrı bir vicdan azabı veriyor bana. O uyurken, yüzüne dokunmak ve öpmek istiyorum fakat az önce ona yaptıklarımı hatırlayıp utanıyorum. Kendimi ikiyüzlü görüyorum. Kayınvâlidem ayrı bir sorun. Çocuktan önce eşimden ayrılmaya kalkıştığım oldu kaç kez ama şimdi onu da düşünemiyorum. Kapana kısılmış gibiyim…” diye devâm etmişti yürek burkan sözlerine çâresiz ve ümitsiz anne. Her gün bu ve buna benzer manzaralara bizzat muhatap olan biri olarak gelin de içiniz yanmasın, gelin de bir çözüm bulmak, bulduğunuz çözümleri herkesle paylaşmak adına kıvranmayın. Cümle kurmakta zorlanıyor, gözyaşları sel gibi, ikide bir yutkuna yutkuna: “Hocam biri çıksa en yakınıma en ağza alınmaz cümlelerle hakâret etse, “Senden bir şey çıkmaz” sözü kadar beni yakmaz. Hele, “senden bir şey çıkmaz” sözlerini söylerkenki sindirici ve aşağılayıcı bakışları yok mu… Bu bakışları hatırladıkça saatlerce kendime gelemiyorum. Kendimi aşağılık, aptal, ahmak, hiçbir işe yaramaz, dünyâda fazlalık biri olarak görüyorum. Biri bana selâm verse, bu adam bende ne gördü ki, selâm verilecek bir tarafım mı var ki selâm verdi diye garipserim.” diyor yirmi altı yaşındaki bir başka danışanım olan delikanlı. “Dedem ile ninem çok ezmişler annemi. Yıllarca aynı evde kalmışlar. Annem bir hizmetçi muamelesi görmüş hep. On yıldır antidepresan kullanıyor. En ufak şeye patlardı. Yanında duramazdık çünkü ne yapacağı belli olmazdı. Babamsa, “sakın anneme babama bir şey demeyesin, aksi takdirde ne yapacağımı bilirim” diye annemi hep tehdit etmiş. Şimdi annem babama ağzına geleni söylüyor ama üç kardeş de hastayız. Üçümüze de Obsesif Kompülsif bozukluk teşhisi kondu, ilaç kullanıyoruz” cümleleri de yine aynı delikanlıya âittir. Atlar tepişir taylar ezilirmiş. Ezilen taylar at olunca, onlar da tepişmeyi öğrendiği için aynı yönteme devâm ederler. Ezilen ezmeyi öğrenir. Ezmek için tepişmeye başlar. Böylece “tepişme” diye bir sorun çözme yöntemi ortaya çıkar atlar arasında. Peki ne zaman bitecek bu çatışma süreci? Ezilen gelin ezmeyi öğrenmiştir çoktan. Kayınvâlide olunca, gelinine uygulayacağı yöntemi bellemiş ve bizzat yaşamış biri olarak sahaya iner ve başlar ezmeye anne adayını. Ezilen kız ileride anne olunca kendi çocuğunu ezer. Baba anneyi sindirmeye başlar. İnsan sindirme yöntemini adım adım izleyen çocuk, iyi ve sağlam bir eğitimden geçer. İyi bir ezici olur çıkar. İş uygulamaya kalmış. Evlenmekle birlikte sahaya iner bay ve bayan ezici. Erkek ise eşini, kadın ise çocuğunu sindirmeye başlar. Fatura yine çocuklara çıkar ve dolayısıyla topluma. Böylece kısır döngü başını alır gider. Peki ne olacak? Bu gidişe dur diyen olmayacak mı? Şapkamızı önümüze alıp, “Yâhu biz ne yapıyoruz, bu gidişle nereye gidiyoruz? İnsan sindirilerek, baskılanarak, ezilerek terbiye edilemez. İslâm toplumu olarak İslâm dışı metotlar ve yöntemler nereden içimize girdi? Çocuğa kaşını dahi çatmayan bir peygamberin ümmeti olarak neden çıkmaz sokaktayız?” diye kara kara düşünme zamânı değil mi? İçeri giren kızı Fâtımâ’yı “anacığım” diyerek ayakta ve tebessümle karşılayan, kendi altındaki minderi üzerinde oturması için ona uzatan, eşine değil bir fiske atmak aşağılayıcı tek bir cümle dahi kullanmayan bir peygamberin tâkipçisi, doğruluğuna bütün benliği ile inanarak: “Kızını dövmeyen dizini döver” veya “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diyorsa; söylenecek başka bir şey kalmamış demektir. Virüs bünyeyi çoktan sarmış ve hastalık kökleşmiş demektir.   Yağmur duâsına çıkarız kuraklık zamânında, susuzluktan çatlamış topraklar su yüzü görsün diye. Ne kadar isterdim merhametsizlikten kurumuş gönüllerin yumuşaması için, eşinin feryâdını duymayan, evladını döverken bir şey hissetmeyen yüreklerin nemlenmesi ve duyarlı hâle gelmesi için çoluk çocuk, kadın erkek toplanıp bir tepeye çıksak, “gönüllerimize merhamet yağmuru ver Allâh’ım” deyip inlesek. Belki insanları toplayıp bir tepeye çıkamayız ama evimizin tenha bir odasına çekilip seccâdemizin yamaçlarında, yumuşatıcı görevi yapan iki damla gözyaşı eşliğinde ellerimizi merhametin kaynağı olan Zât’a kaldırıp, “duymayan, merhamet etmeyen kalpten sana sığınıyoruz” diye yalvarabiliriz Rahmân ve Rahîm olan Zât’a, tıpkı Nebîsinin yalvardığı gibi. O Nebî ki, “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” diyerek bizleri defalarca uyarmıştır. O Nebî ki, “Îmânı en kuvvetli olanınız, ahlâkı en güzel olan ve hanımına en yumuşak davranınızdır” diyerek söylenecek nihâî sözü söylemiştir bu konuda. Âlemlere rahmet; şefkat ve merhamet sembolü olarak gönderilen bir Nebî’nin ümmetinden beklenen bu mu? Toprak kurumuşsa yağmur duâsına çıkma vakti demektir. Peki kalpler kurumuşsa… Haydi rahmet, şefkat, merhamet duâsına… Ferhat Aslan

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak