Ara

Mektûbât-ı Es’âd- Erbilî (ks)

Güncelleyen: Fatih Çınar Bismillâhirrahmânirrahîm Hamd, âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav), O’nun âl ve ashâbının üzerine olsun. Bundan sonra ifâde olunur ki tarîkat-i âliyye-i Nakşbendiyye’de geçerli ve uygulanmakta olan evrad ve zikirleri şifâhen târif etmiş olduğum halde yazılı olarak da bir sûretinin yanınızda bulunması için vâki olan işâretiniz gereğince mübtedî/tarîkata yeni giren kimse için lüzumlu olan kısa bir metne değindim. Şöyle ki; Bir mürîd-i sâdık her gün sabah namazından sonra kıble-i şerîfe yönelerek seccâde üzerinde kemâl-i edeple ve Cenâb-ı Hakk’ı görürcesine oturmalı, öncelikle kendi kusurlarını tefekkür edip pişmanlık duyarak yirmi beş defa ‘Estağfirullâh’ söylemeli. Sonra Risâlet-penâh Efendimiz Hazretlerine yirmi beş defa salât u selâm göndermeli. Sonra bir ‘Fâtiha’, bir ‘Elem neşrah’, üç ‘İhlâs-ı Şerif’ sûrelerini okuyup hâsıl olan ecir ve sevâbı Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretleriyle âl ü ashâb-ı kirâmın ve meşâyih-i zevi’l-ihtiram hazretlerinin temiz ruhlarına hediye etmeli. İkinci olarak, ‘Her nefis ölümü tadacaktır’[1]âyet-i kerimesi gereğince gerçekten ölümün amansız pençesine düşeceğini ve bütün malından ve çocuklarından ayrılarak yalnız ve bir kefen ile âhiret yolculuğuna çıkacağını düşünmeli. O gün mal ve oğullar fayda vermez. Kâlb-i selîm ile gelen başkadır’[2] hükmünce kalp hastalıklarının şifâsına çâreler bulacağı sebeplerin lüzûmunu düşünmeli. Aynı şekilde ‘Allah Teâlâ’yı zikir kâlbe şifâdır’[3]. Yâni “Cenâb-ı Hakk’ı zikir; hased, riyâ, kibir gibi kâlbî hastalıkları gidermek için aynen şifâdır” anlamındaki hadîs-i şerifler gereğince zikr-i kâlbe olan ihtiyâcını takdir etmeli ve bu yüce gâyeye ulaşmak için merdiven mesâbesinde olan tarîkat-i âliyyenin önemli bir araç olduğuna inanmalıdır. Bu ise her fennin bir eğitim ve öğretim âdâbı ve her ilmin bir ifâde ve istifâdesi olduğu gibi zikr-i kâlbî’yi de alıp öğrenmenin ‘Her sanatı yardımla öğrenin’[4] hadîs-i şerifi gereğince, yol göstermeye izin verilmiş temiz yaratılışlı ve halka nasihat eden bir mürşidin yol göstermesine başvurmakla meydana geleceği açıktır. Dolayısıyla bir insan önce kâlbî zikre, ikinci olarak bir mânevî öğreticiye ihtiyâcı olduğunu anlar, ondan sonra Cenâb-ı Hakk’a hitâben ‘İlâhî, zâhir ilimlerin hocalarının dillerinden bir öğrencinin kulağına ulaştırdığın meseleler gibi Âlemlere Rahmet olan Efendimiz (sav) Hazretleri’nin mübârek kâlb-i şerîfine ve ondan da üstâdımızın kâlbine varıncaya kadar müteselsilen vârislerin şerefli kalplerine ihsan buyurduğun kalp zikrini üstadımızın kâlbinden benim kâlbime ihsan buyur’ diyerek istirhâm eyler ve sol memenin altında olan ve kâlb-i hakîkînin meskeni olan huni şeklindeki kâlbine arş-ı ilâhî olan mürşidinin kâlbinden Samedânî feyzlerin inmesi için bekler ve yalvarır. Ve her ne kadar arzu ederse yalvarışını güçlendirmiş olur. Ondan sonra kâlben zikre başlar. Bu zikirde dilinin, boğazının hiçbir katkısı yoktur. Zikri yapan kimse mütefekkirdir. Sanki sol memenin altındaki kalp, bir insan gibi ‘Allah birdir’ söyler. Zikreden de onu hem dinler hem de elinde tesbih ile kâlbin zikrini sayar. Bu tefekkür, bu istiğrak ile birkaç yüz veyahut birkaç bin defa ism-i celâli zikreder. Allâh’ın izniyle o gönül, zikrullâhın kâlbine yerleşip nakşolduğunu idrâk eder. ‘Rabbini içinden yalvararak, O’ndan korkarak ve yüksek olmayan sesle sabah akşam zikret. Gâfillerden olma’[5] ve ‘Allâh’ı unutup da Allâh’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir’[6] gibi âyet-i kerîmelerde olan emir ve yasaklara yapışarak Cenâb-ı Hakk’a boyun eğen kullar arasına dâhil olmuş bulunur. Tarîkat-i âliyye-i Nakşbendiyye’nin kurtuluşa götüren çemberine giren ve gösterilen usûlde evrad ve zikirlerine başlayan bir tâlib için çok önemli bir durum daha vardır. O da ‘Sâdıklarla berâber olun’[7] âyet-i celîlesine uyarak şeyhini hatırda bulundurmaktan ibârettir. Bunun hikmeti ise; Bilindiği gibi nefs ve şeytan gibi iki amansız düşmana karşı kendini müdâfaa eylemek her bir yiğidin kârı değildir. Görüyoruz ki bu düşmanlar milyonlarca mü’mini yoldan çıkararak Cenâb-ı Hak gibi yüce bir yaratıcıya, bir rızık vericiye, velî-i nîmete isyân ederek azâba ve azara uğramaktan kurtulamıyorlar ve bir kuvvete dayanmadıkça günah pençelerinden kurtulamıyorlar. Dolayısıyla sâlik bu kuvveti Aleyhissalâtü vesselâm Efendimize ulaşan silsile-i meşâyihte aramalı ve Cenâb-ı Hakk’ın sâdık bir kulu olduğuna inanarak kendisine şeyh kabûl ettiği bir kimseye mânevî bağı, kâlbî sevgi ve rûhânî birlikteliğinden beklemelidir. Rûhâniyyet nur türünden olduğu için güneş ışığı gibi yakın ve uzak mesâfelerinin etkisinden uzaktır. Yemen’de olup benim gibi olan, benim yanımdaki gibidir, Yanımda olup benim gibi olmayan ise Yemen’deki gibidir. Farsça şiiri de bu hakîkati izah için âdil bir şâhittir. Ne hâcet; zikrolunan âyet-i celîledeki ilâhî hükme yapışılarak Cenâb-ı Hakk’ın sâdık bir kulunu mânevî peder kabûl eden ve rûhânî mâiyyeti görerek gayret gösterenlerin çalışmaları ve tarîkat-i âliyyeye itaatleri ölçüsünde nefs ve şeytanın saldırılarından kurtuldukları ve geleceklerini teminat altına aldıkları için temiz din ve tarîkat-i mâneviyyenin eman dâiresinde bulunduklarını dâimâ şükranla görüp durmaktayız. Cenâb-ı Hak, bütün ümmet-i Muhammed’in gözlerindeki hatâ perdelerini gidersin ve hayli âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifle aydınlanmış olan hakîkat güneşinin seyr ve müşahedesine nâil buyursun, âmin. Es’âd-ı Erbilî’nin (k.s) Bu Mektubundan Öğrendiklerimiz:

  1. Allah Teâlâ’ya hamd ve Hz. Peygamber’e (sav) salât ve selâm ederek söze başlanmalı.
  2. Sözlü iletişimle bildirilen hususların teyit edilmesi için bu hususları yazılı olarak da muhataplarımıza iletmeliyiz.
  3. ‘Tefekkür-i mevt’ uygulamasıyla rûhumuzu dâimâ diri tutmalıyız.
  4. Zikre, mânevî yol göstericiye ve bu yol göstericiyle mânevî irtibâta önem vermeliyiz.
  5. Nefs ve şeytâna dur diyebilen insanlarla, huzurlarında ve gıyablarında bir olmaya gayret etmeliyiz.
  6. Nefs ve şeytânı düşman olarak belirleyip onlara karşı durabilecek mânevî güce ulaşabilmek için çeşitli tedbirler almalıyız.
  7. Tarîkatın mânevî olgunluğumuz için önemini anlayarak bu değere uygun hareket etmeliyiz.
  8. Her işin bir yol göstericisi olduğu gibi mânevî terakkî için de mürşid-i kâmillerin yol gösterici konumlarını idrâk edip onların direktifleriyle hareket etmeliyiz.
  9. Mesajımızı daha etkili bir şekilde muhatabımıza iletebilmek için şiirden de istifâde edebiliriz.
  10. Sözlerimizi duâ cümleleriyle bitirmeliyiz.

  [1] Âl-i İmran 3/185. [2] Şuara 26/88-89. [3] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.419. [4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.122. [5] Araf 7/205. [6] Haşr 59/19. [7] Tevbe 9/119.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak