Ara

Kur’ânada İşâretler

Kur’ânada İşâretler

Kur’ânada İşâretler
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks)

Ashâb-ı Kiram içerisinde Kur’ân’da adı sarâhaten zikredilen sâdece Hz. Zeyd bin Hârise (ra)’dir. (Ahzab, 37.) Ancak Hz. Ebû Bekir (ra) ve diğer sahâbîler hakkında bâzı Kur’ân âyetlerinde işâretler bulunduğunu müfessirler beyân etmektedirler. Bu cümleden olarak şu âyet-i kerîmelerin Hz. Ebû Bekir (ra) hakkında nâzil olduğu mervîdir.

“Allah Teâlâ kötü işi izhar ve ifşâ etmeğe ve sözün çirkinini yüksek sesle söylemeğe râzı olmaz. Ancak zulmolunan kimse zâlimin ahvâl-i seyyiesini savt-ı bâlâ ile îsâe ve izhâr ederse onu sever ve mazlûmun duâsına derhal icâbet eder. Allah Teâlâ kullarının münâcâtını işitir ve hallerini bilir.” (Nisâ, 148.)

Vâcib Teâlâ’nın işitici ve bilici olduğunu beyân etmekten gâye mazlûma itâle-i lisândan tahzîr ve vâkî olmayan şeyi hiddet ve gazapla söylemekten ittikâ içindir. Zîrâ Allah Teâlâ işitir ve bilir; sözün muktezâsına göre mücâzât eder, demektir.

Fahr-i Râzî’nin beyânı vechile bu âyet-i celîle Ebû Bekir (ra) hakkında nâzil olmuştur. Çünkü: Ebû Bekir (ra) huzûr-ı Risâlette iken bir kimse gelip kendisine dil uzattı. Ebû Bekir (ra) sükût etti. Tekrar o kimse dil uzatınca Hz. Ebû Bekir cevab verdi. Rasûlullah (sav)’in kıyâmı üzerine Hazret-i Ebû Bekir:

- “Yâ Rasûlallah! Bana defâatle itâle-i lisân ettiği, dil uzattığı halde sükût buyurdunuz. Ben bir defa kelâmını reddedince kıyâm ettiniz; hikmeti nedir?” dediğinde Rasûlullah (sav):

- “Sen sükût ederken bir melek senin tarafından cevab veriyordu. Sen reddedince melek gitti. Şeytan geldi, şeytânın geldiği yerde ben ne için oturayım?” buyurunca bu âyet-i kerîmenin nâzil olduğu mervîdir.

İşte Hakk Teâlâ hazretleri bu âyetiyle insanları kemâl-i edebe ve hüsn-i terbiye’ye ve nezâket-i lisâniye’ye dâvet etmiştir.

“Ey mü’minler eğer siz Rasûlullah (sav)’e yardım etmezseniz, bundan evvel Allah Teâlâ muhakkak Rasûlü’ne yardım etti. Şol zamanda ki o zamanda iki kişinin ikincisi olduğu halde Mekke kâfirleri Rasûlullah (sav)’i Mekke’den çıkardılar ve o zaman Cebel-i Sevr’de (mağarada) idiler. Ve o mağarada bulundukları sırada Rasûlullah (sav) kemâl-i tevekkül ve metânetle:

Korkma, mahzûn olma, zîrâ Allâh’ın inâyeti bizimle berâberdir, diyordu. Ahvâl bu minvâl üzere korkunç bir halde cereyân edince Allah Teâlâ Hazretleri Rasûlü (sav) üzerine emniyet ve sükûnet indirdi.

Binaenaleyh kalb-i nebevîleri müsterih oldu. Ve muâvenet-i ilâhîyi, refîki Ebû Bekir (ra)’a tebşîr ile tesellî buyurdu. Ve Allah Teâlâ Rasûlü’nü (sav) sizin görmediğiniz askerleriyle te’yid buyurdu. Ve Allah Teâlâ kâfirlerin mekr ve hîleye dâir sözlerini aşağı kıldı, beynennâs kelâmlarının aslâ îtibârı kalmadı. Ve Allah Teâlâ kendi kelimesi olan kelime-i tevhîdi dâimâ yüksek ve âlî kıldı. Binâenaleyh kıymeti ilâ yevmil-kıyâm bâkîdir. Ve Allah Teâlâ herkes üzerine gâlip ve her ne işlerse hikmete muvâfıktır.” (Tevbe, 40.)

“Sizden umûr-i dinde fazîlet ve umûr-i dünyâda emvâlden vüs’at sâhibi olanlar akrabâsına ve fukarâ’ya ve hicret edenler fîsebîlillâh nafaka vermeyeceğine ve ihsân etmeyeceğine yemîn etmesinler. Siz Allâh’ın mağrifet etmesine muhabbet etmez misiniz? Onların kusûrunu af sebebiyle Allah Teâlâ sizi mağfiret buyurucu ve size merhamet edicidir.” (Nûr, 22.)

Ebû Bekir (ra); teyzezâdesi ve fukarâ-i muhâcirînden Mistah, Âişe (r.anhâ) hakkında ifk ve iftirâya iştirâk etmekle hâl-i sabâvetinden beri in’âm ettiği Mistah’a ve âilesine bir daha nafaka vermeyeceğine yemîn ederek hânesinden kovduğundan sokakta ve meydanda kalmaları üzerine bu âyet-i celîle nâzil olmuştur.

Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) Mistah’ı ve âilesini çağırıp, “Allâh’ın inzâl ettiği ahkâmı ale’r-re’s ve’l-ayn kabûl ettim, benim sizi tard ettiğim Allah Teâlâ’nın size gazap ettiği zamanda idi. Amma Allah Teâlâ sizin kusûrunuzu afv edince “Merhaben biküm”. Evvelki gibi yeyin ve için ve benim hâneme gelin, ben size evvelkinden ziyâde ihsan edeceğim.” dedi.

Âyet-i celîle, Ebû Bekir (ra)’ın fazîletine ve enbiyâdan sonra efdal-i nâs olduğuna delâlet eder. Ve yemîninden daha hayırlı şeye dönerek yemîne keffâret vermek lâzım olduğuna delâlet eder.

“Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar muttakîlerdir.” (Zümer, 33.) âyet-i kerîmesinde müfessirler بِالصِّدْقِ جَٓاءَ ile murad, Hz. Mürşidü’l-meâb aleyhissalâtu vesselâm’dır. بِه۪ٓ وَصَدَّقَ ile maksad Hz. Ebû Bekir (ra)’dır, diyorlar.

Hattâ Hz. Ali (ra)’in bu âyetten istinbât ile Hz. Ebû Bekir’e “Sıddîk” sıfatının semâdan nâzil olduğunu söylediğini müfessirler kaydetmektedirler.

Velleyli Sûresi de Fahr-i Râzî’nin beyânına nazaran Hz. Ebû Bekir Sıddîk (ra) hakkında nâzil olmuştur.

1-4 “Karanlığı âlemi kapladığı zaman geceye, ziyâsı âlemi nurlandırdığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi halk eden Hâlik’a yemîn ederim ki, sizin sa’yiniz dağınıktır.”

İnsanların sa’yleri ve amelleri müteferrik ve muhtelif, birbirinden uzak ve ayrıdır. Bâzısı memdûh ve sevâb olup mükâfâtı cennet, bâzısı ise mezmûm ve günâh olup cezâsı cehennemdir. İnsanların sa’yleri müteferrik olunca:

5-7 “Şol kimse ki, malını envâ-ı hayrâta sarf etti ve günahlardan nefsini sakındı ve güzel olan tevhîdi ve dîni tasdîk etti. Biz o kimseye cennetimizi müyesser kılarız.”

Fahr-i Râzî ve Ebu’s-Suûd Efendilerin beyanları vechile bu âyette îtâ ile murad, fîsebîlillâh cihâda ve fukarâya ve envâ-ı hayrâta malını sarf ile malının hukûkunu, bedenini tâatle meşgûl kılarak da bedeninin hakkını vermektedir.

İttikâ ile murad, Allâh’ın nehyettiği muharremâtın cümlesinden nefsini sakınmaktır.

Husnâ ile murad, îman, tevhîd ve hasalât-ı hâmidenin cümlesidir.

Yüsrâ ile murad, envâ-ı hayrât ve mükellef olduğu ahkâmın cümlesine kolayca muvaffak olmak ve işlediği amelleri tekrar işlemeğe nâil olmaktır. Veyâhud cennettir.

Vâcib Teâlâ’nın yüsrâyı müyesser kılması ile murad, âmâl-i hayriyeyi kuluna kolay kılması ve münâfıklarda olduğu gibi tembellik ve gevşeklik ârız olmamasıdır.

Çünki rızâ-i Bârî’yi aramak husûsunda sarf-ı mesâî eden kulunun işlerini teshîl buyurur.

8-10 “Ve ammâ o kimse ki, fîsebîlillâh malını sarfetmekten kaçındı ve emrolunduğu ferâizi terk ve ibâdet-i mâliye ve bedeniyeden buhletti. Şehevât-ı nefsâniyeyi tercîh ederek nefsini âhirete ihtiyaçsız saydı, güzel (dîn-i mübîn ve millet-i İslâmiye’y)i tekzîb etti, böyle olan kimseye kendi irâdesini şerre sarfeylediği için pek güç olan cehennemi müyesser kılarız.”

Bâzı rivâyete göre bu âyet-i celîle ensardan Ebû’d-Dahdah (ra) hakkında nâzil olmuştur.

Ensardan bir kimsenin hânesindeki hurmanın dalı fakir bir komşusunun avlusuna sarkmış, o daldan yere düşen hurma dânelerini fakirin çocukları alınca hurma sâhibi gider, ellerinden alır ve hattâ ağızlarına koyduklarını parmağıyle çıkarırmış. Bîçâre fakir, hurma sâhibinin bu çirkin muâmelesinden müteessir olarak Rasûlullâh (sav) Efendimiz Hazretlerine şikâyet etmesi üzerine Rasûlullah (sav) Hazretleri hurma sâhibini, cennette bir hurma ağacı mukâbilinde mezkûr ağacı fakire terk etmesine işâret buyurunca hurma sâhibi râzı olmaz.

Bunun üzerine ensardan Ebû’d-Dahdah (ra) o hurma ağacını bir hurma bahçesi vererek satın alır ve Rasûlullah (sav)’e gelip:

- “Yâ Rasûlallah cennette bir hurma ağacıyla mezkûr hurma ağacını değişir misin?” deyince Rasûlullah (sav):

- “Evet değişirim” buyurur. Fakiri çağırıp hurma ağacını teslîm eder. Ebû’d-Dahdah’ı medh için bu sûrenin nâzil olduğu mervî ise de sahih olan Ebû Bekir (ra) hakkında nâzil olduğudur; çünkü hurma vak’ası Medîne’de vâki olmuştur. Hâlbuki işbu sûre-i celîle Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Hükmü umûmîdir, benzerlik vardır.

11- “Başı aşağı cehenneme atıldığı vakitte onun malı ondan azâb-ı cehennemi defedemez..”

Yâni, dünyâda cimrilik ederek malını hayrâta sarfetmeyip veresesine terkeden kimsenin malı, cehenneme atıldığı vakitte ondan azâb-ı cehennemi defedemez.

12- “Kullarımıza yol göstermek muhakkak bizim üzerimize vâcib menzilesindedir.”

Yâni, Biz Azîmüşşân nâsı halk edince muktezâ-yı hikmet nâsa tarîk-i hak ve bâtılı göstermek adâlettir. Zîrâ âhirette hiç kimsenin îtizâra mecâli olmaması için hidâyet yolları olan akıl ve havâss-ı hamse’yi vermek ve aklî ve naklî delilleri anlatmakla matlûba îsâl eder yolları göstermek vâcib mesâbesindedir.

Vâcib Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri doğru yola gitmekteki fâidenin, eğri yola gitmekteki zararın ancak kulların kendisine âit olduğunu beyan buyurmak üzere:

13- “Muhakkak âhiret, dünyâ ve onlarda olan şeylerin cümlesi ancak bizim hidâyetimizle, ihtidâyı terk etmenizden hâsıl olacak zarar ve ihtidânızla hâsıl olacak menfaat size âit olduğundan bize menfaat veya mazarrat yoktur.”

Çünki iktidânız mülkümüzde ziyâdeyi ve terkiniz de noksanı hâsıl edemez. Şu halde bize lâzım olan enbiyâ ve kitaplar vâsıtasıyla menfaat ve mazarrat yollarını size göstermektedir. Dünyâ ve âhirette herkesin sa’yine ve irâdesini sarfına göre istediğimizi istihkâkı nisbetinde herkese vermektir.

14-16 “Ben sizi alev sâhibi ateşle korkuttum ki, o ateşe ancak şekâveti ziyâde olan girer. Şekâveti ziyâde olan kimsedir ki, o hakkı tekzîbiyle îmandan i’râz etti.”

Vâcib Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin cehennemin hâlini beyan buyurması ateşten korkutmaktır.

Ve bu vesîle ile inzar Cenâb-ı Hakk’ın kullarına lütuf ve ihsânıdır. Binâenaleyh bu lütf-i ilâhîden birçok kimseler istifâde ederek günahlardan kaçınmakla nefsini cehennem tehlikesinden kurtarır. Ve meâsîyi terk ile de ebnâ-i cinsinin rahatını temine vesîle olmuş olur.

Vâcib Teâlâ cehennemden uzak olacak kimseleri beyân etmek üzere:

17-18 “Dahî cehennemden uzak olur şu kimse ki, şirk ve sâir günahlardan sakınır ve nefsini günahlardan tathîr eder olduğu halde fîsebîlillâh malını sarfetti.”

Şiiyye tâifesi bu âyetin Hz. Ali hakkında nâzil olduğunu iddia etmekte ise de Hz. Ebû Bekir (ra) hakkında nâzil olmuştur. Çünkü hadis kitaplarında beyân olunduğu gibi delîl-i aklî de Ebû Bekir (ra) hakkında nâzil olmasını te’yîd eder.

Zîrâ âyetin sebeb-i nüzûlü olan zâtın efdal-i ümmet olmasına delâlet ediyor. Efdal-i ümmet ise bil-ittifak Ebû Bekir (ra)’dır.

Ebû Bekir Hazretleri servet sâhibi olduğu cihetle dîn-i Muhammedî’ye bedenen birçok hizmetler ettiği gibi servetini de din uğrunda sarfla bu âyetin mâsadak’ı olmuştur.

Fakat bu âyet-i celîlenin hükmü âm olduğuna nazaran şu içinde bulunduğumuz zamanda dahî sadâkatla hâlisan lillâh dîn-i Muhammedî’ye mâlen ve bedenen hizmet eden kimselerin dahî bu âyet-i celîlenin mâsadak’ı olacaklarında şüphe yoktur.

Vâcib Teâlâ Hazretleri Ebû Bekir (ra)’ın cehennemden uzak olduğunu beyandan sonra hiçbir kimsenin Ebû Bekir (ra) üzerinde mükâfâtını gözetecek bir nîmeti olmadığını beyân etmek üzere:

19- “Onun yanında hiçbir kimse için mükâfât taleb olunacak nîmet yoktur ki, o nîmete mükâfât olmak kasdıyle malını sarf etmiş olsun.”

Onun indinde hiçbir kimsenin ona karşı geçmiş bir nîmeti olmadı ki, malı o nîmete karşılık olarak sarfetmiş olsun. Şu halde her ne sarf etmiş ise ancak rızâ-yı İlâhî için sarfetmiştir. Çünki Hz. Ebû Bekir (ra) İslâm’la müşerref olan köleleri satın alıp âzâd edince müşriklerin, “bu kölelerin Ebû Bekir üzerinde birçok nîmetleri vardır, o nîmetlere mükâfât olarak âzâd ediyor” demeleri üzerine Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri müşriklerin bu sözünü bu âyetle reddediyor.

Vâcib Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Ebû Bekir (ra)’ın malını sarfetmesi ancak rızâ-yı Bârî için olduğunu beyân etmek üzere:

20-21 “Sarfettiği malını hiç bir garaz’a mebnî sarfetmemiş, ancak a’lâ olan Rabbinin rızâsını taleb için sarfetmiş. Ve zât-ı ulûhiyetime yemîn ederim ki, Rabbi arzu ettiği nîmetleri vermekle yakında onu râzı eder. Ve o da Rabbinin verdiği nîmetlerden râzı olur.”

Nisan 2019, sayfa no: 36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak