Ara

Kitaplı Yaşamak - Kitâba Göre Yaşamak!

Kitaplı Yaşamak - Kitâba Göre Yaşamak!
İslâm Kitaplı bir dindir. O’nda her şey Kitâba dayanır. Bunun için ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’e (as) ilk kitap/sahifeler inmiştir. Ondan sonra da hep kitaplar gelmiştir; son olarak Son Peygambere (sav) son Kitap Kur’ân inmiştir. Ve Kur’ân, evrensel son kitap olması hasebiyle, indiği gibi günümüze gelmiş ve kıyâmete kadar da değişmeden kalmaya devâm edecektir. Zâten önceki peygamberlerin vefatlarından sonra dînin değiştirilip tahrif olması, kitâbın indiği hal üzere tam olarak tesbit edilmeyişindendir. Zîrâ Kur’ân’ın dışındaki tüm kutsal kitaplar, peygamberlerinin vefatlarından sonra yazıya geçirilmiştir. Kur’ân ise peygamberinin hayâtında yazıya geçirilen yegâne kitaptır. Bunun için Müslüman her hareketini Kitâba ve onun açılımı/tefsiri olan Sünnete uygun yapmakla yükümlüdür. Kitâba uymayıp, yapıp ettiklerini kitâba uydurmaya kalkmak Kitâbın söylemediğini ona söyletmektir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanların içerisinde varlık gösteren bid’at ve hurâfeler içerisinde bir kısım mezhep ve meşreplerin oluşması da kitâbî bilgi yerine şifâhî kültüre dayanmalarıdır. Hal böyleyken biz Müslümanların Kitap karşısındaki durumumuz nedir? Kitap bizim kaçıncı önceliğimiz? Hayâtımızda söylediklerimiz ve yaptıklarımız ne kadar Kitâba uygun, ne kadar Kitap kaynaklı? Bu sorulara şimdiden cevap aramamız ve şimdiden hazırlanmamız lâzımdır. Zîrâ Kabir Sınav Soruları (KSS) içerisinde Kitâbın nedir sorusu da yer almaktadır ve her müslümana bu soru sorulacaktır. Tabii ki bu soruya Kitâbım Kur’ân cevâbını verebilmek için o Kitâbı doğru dürüst okuyabilmek, onun muhtevâsından haberdâr olmak ve ona göre yaşamak gerekmektedir. Yoksa daha o kitâbı eline almamış, yüzünden okumasını öğrenmemiş, içeriğinden habersiz ve hayâtı onun ölçülerine aykırı olanların Kitâbım Kur’ân cevâbını vermeleri mümkün ve müyesser olmayacaktır. Bu konuda gelen haberler, bu söylediklerimizi teyid etmektedir. Şimdi bu durum karşısında ülkemiz insanının durumuna bir bakalım: Yapılan son araştırmalara göre milletimizin %99.2’si kendisini Müslüman olarak tanıtıyor. Bu oldukça sevindirici bir rakamdır. Ancak bunlardan Kur’ân’ı yüzünden okumasını bilenlerin oranı 42’lerde seyrediyor. Yâni insanımızın %60’a yakını daha Kur’ân’ı yüzünden okumasını bilmiyor. Öte yandan Kur’ân’ı yüzünden okumasını bilenler de onu ne kadar doğru dürüst okuyorlar o da üzerinde durulması gereken bir konudur. Şu örnek bunun açık bir kanıtıdır: Geçtiğimiz senelerde bir hocamız kâfile başkanı olarak bir grubu umreye götürecektir. Türkiye’de yaptığı bir tanışma toplantısında onlara Kur’ân okumasını bilip bilmediklerini sorar. 60 kişiden 58’i bildiğini söyler. Hocamız “O halde mübârek yerlerde bu gruptan günde iki hatim çıkar” diye düşünür ve hatim cüzlerini de yanına alır. Grup Medîne’dedir ve ilk toplantıda hocamız hatim okumaları için cüzleri dağıtmaya başlar. Ancak umre adayları cüz almak istemezler. İçlerinden yalnızca 5-6 kişi cüz alır. Ötekilere sorulduğunda onlar şöyle cevap verirler: Biz cüz okuyacak kadar Kur’ân’ı okuyamıyoruz! Kur’ân’ı yüzünden okumasını bildiğini söyleyenlerin durumu da bu. Kur’ân yazısına yabancılaşan insanımızın Kur’ân okuma işi hayâtının birinci önceliklerinden değil. İnsanımızın önemli bir kısmı Kur’ân’ı sürekli okuma işini Ramazan aylarına yahut ihtiyarlık günlerine bırakıyorlar. Bir kısmı da hocaların okumasını yeterli görüyor. Hâlbuki Müslüman her gün Kur’ân ile dolarak hayâta hazırlanmalıdır. Diyanetin yaptırdığı aynı araştırmaya göre halkımızın %40’larda seyreden Kur’ân’ı yüzünden okuyanlarının Kur’ân okuma sıklığı da her gün okuyanlar %21, haftada bir okuyanlar %24.5, ayda bir okuyanlar %16.3, yılda bir okuyanlar ise %11.6 olarak durmaktadır. Halkımızın meâl okuma sıklığı ise günlük okuyanlar %3.7, haftalık okuyanlar %19, aylık okuyanlar %17, yılda bir okuyanlar ise %25 olarak değişmektedir. Tefsir okuma sıklığı ise çok daha aşağılardadır. %50 oranında kişi hiç tefsir okumadığını beyân etmiştir. Oysa mü’min sürekli Kur’ân ile beslenmelidir ki îmânı ve İslâm’ı zinde kalsın, îman ve İslâm düşmanlarına karşı koruma altında olsun. Bunun içindir ki Peygamberimize Kur’ân nübüvvetin ilk gününde inmeye başlamış ve vefâtının son günlerine kadar da inmeye devâm etmiştir. Yüce Rabbimiz isteseydi, o ilk vahye muhatab olduğu Hıra Mağarasından daha çıkmadan Kur’ân’ın tamâmını ona indirebilir, onun gönlüne yükleyebilirdi. Ama O öyle yapmadı. Çünkü Kur’ân günlük, haftalık olarak ona inmeli, onu hayâta hazırlamalıydı. Bu durum Müslümanlar için de geçerlidir. Mü’min de îmân ve İslâm düşmanlarıyla kuşatılmış dünyâda îmân ve İslâm’ını koruyabilmek için Kur’ân’ı sürekli okumalıdır. Nitekim ilk Müslüman nesil sahabe de aynı şekilde kesintisiz Kur’ân ile yetişti, onların söylem ve eylemleri Kur’ân ile şekillendi. İşte tam burada halkımız arasında çok yaygın olan Kur’ân’ı okumak sünnet, dinlemek farzdır cümlesi üzerinde de durmamız gerekmektedir. Bu cümle doğru ve fakat eksik bilinmektedir. Bir mecliste bir kişinin Kur’ân okuması sünnet, okuyan o kimsenin yanında bulunanlar için ise okunan Kur’ân’ı dinlemek farzdır. Zîrâ Rabbimiz, Kur’ân okunduğunda susun ve onu can kulağıyla dinleyin ki merhamet olunasınız (A’raf, 204) buyurmuştur. Buna göre, okunan Kur’ân’ı dinlemek farzdır. Ancak bu Müslüman için Kur’ân okumak sünnettir anlamına gelmez. Şöyle ki: Her müslüman namaz kılmak zorundadır. Namazın temel rukünlerinden biri de kıraattir. Yâni namazda kıyamda iken Kur’ân okumak farzdır. Dolayısıyla namaz sahih olacak kadar Kur’ân okumak her müslümana farzdır. Nitekim âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurur: Ben yalnız, herşeyin sâhibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kur’ân okumakla emrolundum. (Neml, 91-92) Görüldüğü gibi Kur’ân okumak da yalnızca Yüce Allâh’a kulluk etmek gibi bir farzdır. O halde şimdi mü’minler olarak hepimiz Kur’ân-ı Kerîm karşısındaki duruşumuzu gözden geçirmeliyiz. Onu doğru dürüst okuyamayanlar en güzel şekilde okumak için seferber olmalıdırlar. Onu güzel bir şekilde okuyabilenler onun mânâsını doğru bir şekilde anlayabilmek için gayret etmelidirler. Onu okuyup anlayabilenler de onun gereklerini yerine getirmek için çalışmalıdırlar. İşte ancak bu üçü birden gerçekleştiğinde Kur’ân’a îmânımız kemâle ermiş olacak ve her birimize yöneltilecek olan kabir sorusuna hazırlanmış olacağız. Prof. Dr. Ali Akpınar / Ocak 2016

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak