Ara

İslâm Medeniyeti Kurumlarından: ŞÛRÂ

İslâm Medeniyeti Kurumlarından: ŞÛRÂ

İslâm Medeniyeti Kurumlarından: ŞÛRÂ

Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

Şûrâ Nedir?1 Şûrâ, kelime anlamı itibâriyle başkalarına danışma, başkalarının görüşünü alma demektir. Aynı mânâda istişâre, meşveret, teşâvur kelimeleri de kullanılmaktadır.2 Şûrâ, Müslümanın maddî ve mânevî sorumluluğu gerektiren konularda ihlâslı, ehil, güvenilir kişilere danışması, onların görüş ve düşüncelerini almasıdır. Şûrâ, İslâm’ın ortaya koyduğu ve son derece önem verdiği insânî, ahlâkî, sosyal ve mânevî değerlerden biridir. Medeniyetin temel taşlarından biri olan şûrâ, karşılıklı düşüncelerin ortaya konduğu, samîmî diyalog ortamında görüşlerin tartışıldığı, en doğruya, en iyiye, en güzele ve en yararlı olana erişebilme amacıyla yapılan görüşme ve tartışmadır. Şûrâ, devlet için vazgeçilmez hayâtî bir müessese olduğu gibi, cemâat için de, Müslüman fert için de kesinlikle ihmâl edilmemesi gereken önemli medenî bir uygulamadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Şûrâ Şûrâ konusu, Kitâbımız’da sâdece iki âyette yer almış, bu iki âyetten birinin yer aldığı sûreye konunun önemîne binâen “Şûrâ Sûresi” adı verilmiştir. “Önemli işlerde onlara danış.”3 âyetinde şûrâ, tavsiye anlamında İlâhî bir emirdir. “Onların işi, aralarında şûrâ (danışma) iledir.”4 âyetinde ise şûrâ, mü’minlerin seçkin özellikleri ve sosyal dayanışmanın temel dinamikleri arasında zikredilmiştir. Sünnet-i Seniyye’de Şûrâ “Bana görüşlerinizi bildirin.” (Eşîrû Aleyye) ifâdesiyle pek çok hayâtî konuda ashâbının görüşüne başvuran Efendimiz (sav), şûrâ ve istişâreyi en önemli hayâtî prensiplerden biri olarak kabûl etmiş ve bu prensibi hayâtı boyunca titizlikle uygulamıştır. Peygamberimiz (sav), danışmaya çok önem verir, cemâati ilgilendiren her önemli konuda ashâbına danışırdı. Efendimiz’in (sav) istişâreye verdiği önemi ifâde etmek üzere Ebû Hüreyre (ra) şöyle demiştir: “Ashâbı ve arkadaşlarıyla Rasûlullah’tan daha çok istişâre eden birini görmedim.”5 Efendimiz (sav) Bedir, Uhud ve Hendek savaşları, Hudeybiye barışı ve Taif kuşatması gibi ümmetin genelini ilgilendiren hususlarda ashâbıyla istişâre ettiği gibi, İfk (Hz. Aişe’ye (r.anhâ) iftirâ) olayı gibi şahsî konularda da ashâbıyla istişâre ederek ümmetine yol göstermiştir. Peygamberimiz’den (sav) sonraki râşid halîfeler ve değerli Müslüman idâreciler de aynı şekilde “şûrâ”yı vazgeçilmez bir yönetim metodu olarak benimsemişler, bu konuda ideal örnekler sunmuşlardır. Hz. Ebû Bekir (ra) halîfe seçildikten sonraki ilk hutbesinde şöyle diyordu: “Ey insanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin emîriniz olarak seçildim. Ben güzel hareket edersem bana yardım ediniz. Hatâ edersem beni düzeltiniz. Allâh’a ve Rasûlü’ne itâat ettiğim müddetçe bana itâat ediniz. Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı gelirsem bana itâat etmeyiniz.” Şûrânın Sınırları Her konuda ehil ilim ve ihtisas erbâbıyla istişâre edilebilir, en isâbetli ve en doğru görüşe varabilmek için her konuda ilmî tartışmalar yapılabilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet-i Seniyye’nin açık hükmü (nass) kesinlikle tartışmaya açılamaz, bu konuda ana hükmü değiştirecek nitelikte şahsî görüşler ileri sürülemez, temel İslâmî esaslarda danışma söz konusu olamaz. Sâdece İlâhî ve nebevî açık hükmü (nassı) anlama, açıklama ve yorumlama niteliği taşıyan görüş ve ictihadlar tartışmaya açılabilir. Sahabe-i kiram, bir konuda kendi görüşünü bildiren Peygamberimiz’e (sav): “Bu Allah tarafından gelen bir vahiy midir, yoksa şahsî görüş ve düşünce midir?” diye sorarlar, vahiy ise kabûl edip rahat eder ve verilen emri aynen uygularlardı. Ancak bu görüş, ilâhî bir emir olmayıp Efendimiz'in (sav) kendi şahsî görüşü ise onlar da kendi görüş ve düşüncelerini, şahsî kanâatlerini nezâketle ortaya koyarlardı. Efendimiz (sav) de onların bu tavırlarını gâyet tabiî karşılardı. İbâdet esasları ve şekilleri gibi hakkında kesin İlâhî hüküm ve açık ve kesin nebevî uygulama bulunan konular müstesnâ, gelişen hayât şartlarına paralel olarak değişen siyâset, ekonomi, mâliye, eğitim, sağlık gibi hayâtî konular gâyet tabiî olarak danışma, tartışma, içtihad ve görüşlere açıktır. Şûrâya Katılan Kişilerin Özellikleri İhlâs: Kendisine danışılan kişi (müşteşar), ihlâslı ve takvâ sâhibi olmalı, görüş ve düşüncelerini belirtirken sâdece Allah rızâsını gözetmeli, şûrâyı kendi şahsî emelleri ve maddî beklentileri yolunda istismâr etmemelidir. Emânet: Danışılan kişi, istişâre meclisinde ele alınan -özel- konuları sır gibi saklayan, bu konuları kesinlikle başkalarına taşımayan, güvenilir, karakterli ve vakarlı bir kişi olmalıdır. “Danışılan kişi, emîn olmalıdır.”6 hadîs-i şerifi bu gerçeği vurgulamaktadır. Ehliyet: Danışılan kişi, danışılan konuda ehliyet ve liyâkat sâhibi, bilirkişi olmalıdır. Danışılan konuda uzman değilse bunu konunun uzmanına havâle edebilmelidir. Ehliyet ve liyâkat konusunda şu âyet-i kerîme meâlleri delil olarak gösterilebilir: “Bilmiyorsanız ilim ehline sorun.”7 “Onu en iyi bilene sor.”8 “Onu en iyi bilen gibisi sana haber veremez.”9 Gâye: Danışılan kişinin en büyük arzusu, din kardeşleri için hayırlı ve faydalı olanı arama arzusu olmalıdır. Danışma konusunda din kardeşimize yardımcı olmak Peygamberimiz’in (sav) tavsiyesidir. Efendimiz şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz kardeşiyle istişâre ettiğinde, kardeşi ona görüşünü söylesin.”10 Şûrâ Karârı Uygulayacak Kişinin Tutumu Danışma meclisinde üzerinde tartışılan ve kesinleşen karârı uygulayacak yönetîci veya elemân:

  • İstişârenin ilâhî ve nebevî bir emir olduğunu düşünmelidir,
  • İstişâre sonucunu hafife almamalı, bundan yararlanmalıdır,
  • Nefsini ön planda tutmamalı, kendisini üstün görmemelidir,
  • Şûrâ sonucu varılan karârı aynen uygulamaya koymalıdır,
  • Bütün bunları yaparken sâdece Allah rızâsını gözetme ve Rasûlü Ekrem’in sünnetine uyma gâyesini taşımalıdır.

Şûrânın Faydası, Önemi ve Değeri Şûrâda hayır ve bereket vardır. Îmanlı ve ihlâslı insanların Allah rızâsına erişme ve sünnet-i seniyyeyi yaşama gâyesiyle biraraya gelip görüş ve düşüncelerini ortaya koymaları -Allâh’ın izniyle- hayırlı netîceler meydana getirecek, isâbetli sonuca ulaşıp dünyevî faydalar elde etme yanında danışma meclisine katılanlara mânevî ecir ve mükâfat kazandıracaktır. Şûrâ, göstermelik bir oyun değildir. Laf olsun diye yapılan danışma faydasız, verimsiz ve bereketsiz olur. Şûrâya katılanlar, ele alınan konulara vakar ve ciddiyetle eğilmeli ve ana hedefleri, en isâbetli ve en doğru olanı tercîh etme olmalıdır. Sünnete uygun olarak yapılan danışma, güçlü ve yetkili olanın baskı, zulüm ve diktatörlük anlayışını yıkar, hakkın ve hukûkun hâkimiyetini sağlar. Şûrâ, şeytânî benlik ve gurûru yıkar, egoizm ve kendini beğenme hastalığını yokeder. Şûrâ sonucunda “Ben” düşüncesi yerine “Biz” düşüncesi hâkim olur. İstişâre, toplumda karşılıklı anlayış, sevgi ve hoşgörü ortamının gelişmesine katkıda bulunur, gönüller arasında sıcaklığa sebep olur. Şûrâ, cemâatin parçalanmasına, bölünmesine ve dağılmasına engel olur. İstişâre, yeni kâbiliyetlerin ortaya çıkması ve ümmetin bu kâbiliyetlerden yararlanması için en güzel vesîledir. İstişâre, sorumlulukların, deneyimlerin ve kazanımların cemâat içerisinde paylaşılmasıdır. Şûrâ netîcesinde sorumluluk bir kişiden pek çok kişiye intikâl etmektedir. Hz. Ali (ra) diyor ki: “Meşverette yedi güzel haslet vardır. Bu özellikler şunlardır: En isâbetli olanın bulunması, yeni görüşlerin elde edilmesi, düşük davranışlardan korunma, başkaları tarafından kınanmaktan emîn olma, sonradan pişmân olmaktan kurtulma, kalplerin birbirine ısınması, Kur'ân ve Sünnet’e uyulması.”11 Şûrâ Terkedilirse Ne Olur? İslâm medeniyetinin en önemli kurumlarından ve en faydalı mânevî değerlerden biri olan şûrâyı terketmek; tevâzu, muhabbet ve fikre hürmet gibi ahlâkî güzelliklerden yoksun kalmaya sebep olur. Meşvereti terkeden kişi, görüş ve kararlarında Allah rızâsını gözetme konusundaki ihmâl ve kusûrundan dolayı Allâh’ın (cc) huzûrunda sorumlu olur. Böyle çok önemli İlâhî ve nebevî bir tavsiyeyi gözardı etmek hayırdan, bereketten mahrûm olmak demektir. Hz. Ömer (ra) diyor ki: “Şûrâsız (danışılmadan) karar verilen hiçbir işte hayır yoktur.”12 İstişâreyi terkeden kişi, bu ihmâli sebebiyle başkalarına maddî ve mânevî zararlara sebebiyet vermişse hukuk nazarında sorumlu olur. Birbirine Zıt Görüşlerden Hangisi Uygulanacaktır? İstişâre ortamında zaman zaman çok farklı görüşler ortaya atılmakta, bu görüşlerden birini tercîh etme zorlaşmaktadır. Bu durumda önemli bâzı kriterler göz önünde tutulmalıdır: Takvâ: Danışma meclisinde dünyâ sevgisi ve dünyâlık yerine âhiret sorumluluğu ve takvâya en yakın olan görüş alınmalıdır. İhtisas: Konusunda ehil ve mütehassıs olan uzman kişilerin görüşü bu konuda yeterli bilgisi ve deneyimi olmayanların görüşüne tercîh edilmelidir. İhlâslı Çoğunluk: Grup hâlinde yapılan istişârelerde ihlâslı ve şuurlu çoğunluğun görüşü dâimâ ön planda tutulmalıdır. Ön Hazırlık: Şûrâ toplantısına hazırlıksız gelenlerin o anda ortaya koydukları görüş yerine, bu konuda ön hazırlık yapan takvâ sâhibi ilim adamlarının görüşü tercîh edilmelidir. Teennî: Ayrıca düşüncelerin olgunlaşması için zaman iyi kullanılmalı, danışma çerçevesi genişletilmeli, kesin ve nihâî karar verilirken acele edilmemelidir. Şûrâ Kararları Bağlayıcı Mıdır? Şûrâ kararlarının mânevî değer ifâde ettiği ve mutlakâ saygıyla karşılanması gerektiği konusunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği bulunmaktadır. Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde şekillenen şûrâ karârı uygulanır ve sonunda isâbetsiz olduğu ortaya çıkarsa bundan kimse sorumlu tutulmaz. Şûrâ kararlarının bağlayıcılığı konusunda Kur’ân ve Sünnet ölçüleri çerçevesinde farklı görüşler bulunmaktadır. Şûrâ karârının bağlayıcı olmadığını, nihâî karârın başkana âit olduğunu ifâde eden âlimler bulunduğu gibi; bu karârın ilgili tarafları bağlayıcı olduğunu ifâde eden âlimler de vardır. Bugün İslâm âlimleri ve mütefekkirleri arasında yaygın olan ve çoğunlukla tercîh edilen görüşe göre14; istişâre edilen konuda emânet, ehliyet, ihtisas ve tecrübe sâhibi olan; ilim, ihlâs ve takvâ sâhibi, seçkin bir heyetin Kur’ân ve Sünnet’e uygun danışma ve ilmî tartışma sonucu verdiği şûrâ karârı, ilgilileri bağlayıcı nitelikte” olup şûrânın büyük çoğunlukla aldığı bu karar uygulanmazsa; bu karârı uygulamayan kişiler meşrû, mâkûl ve geçerli mâzeretleri olmadığı, nefsî ve hissî davrandıkları takdirde Allah huzûrunda ve hukuk önünde sorumludurlar. Günümüzde İstişâre İhmâl Edilmektedir Ticârî konularda mâlî müşâvir ve danışmanlara, hukûkî konularda avukat ve hukukçulara, sağlık konusunda mütehassıs hekimlere danışan günümüz Müslümanı, İslâmî ve îmânî konularda kendi kıt ve cılız dînî bilgisiyle yetinmekte, konusunda mütehassıs, ihlâs ve takvâ sâhibi İslâm âlimlerinin görüşlerine yeteri kadar önem ve değer vermemektedir. Bâzı vakıf ve derneklerimiz, bâzı şirket ve kurumlarımız genellikle ilmî ve dînî danışmanlık hizmetlerini yersiz ve önemsiz görmekte, İslâmî ve ahlâkî eğitim konusunda uzman danışmanların sundukları plan ve projelere yeteri kadar önem vermemekte, istişâreyi âdetâ lüzumsuz saymaktadırlar. Günümüzde İslâm dünyâsında yaşanan olaylar ışığında; şûrâ ve istişâreye gereği gibi önem verilmemesinin gurur, benlik ve bencilliğin artmasına, âile bireyleri arasında saygısızlığa, cemâatin parçalanmasına ve müesseselerin bölünmesine sebep olduğu görülmektedir. Hayâtımızda İstişâreyi Hâkim Kılalım Gelin, âilemizde şûrâyı hâkim kılalım. Gelin, cemâatimizde şûrâyı hâkim kılalım. Gelin, hayâtımızda “İslâmî şûrâ” prensibini uygulayarak “başkalarının görüşlerine saygı duyma” prensibine sâhip çıkalım. Arzulanan seviyeye erişebilmenin anahtarlarından biri budur. Gönlü madde ile kararan günümüz insanı; gönlünü Allâh’a (cc) açacak, kalbini nurlandıracak, nefsini kirli duygulardan tezkiye edecek mânevî ve terbiyevî istişâreye şiddetle muhtaçtır. Takvâ sâhibi gönül adamları ve irfan erbâbı ile yapılacak istişâre, gönül âleminde yeni ufukların açılmasına vesîle olacaktır. Dipnotlar: 1 Ebû Dâvûd: Edeb 114; Tirmizî: Zühd 39; İbn Mace: Edeb 37; Darimî: Siyer 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/274. 2 bkz. Dr. Abdülhamid Mütevelli; Mebdeü’ş-Şûrâ fil-İslâm; Dr. Tevfik eş- Şavî, Fıkhüş-Şûrâ ve’l- İstişâre; Abdurrahman Abdülhalık, eş-Şûrâ fi Zılli’l-Hukmil-lslâmî; Dr. Abdülhamid İsmail el-Ensarî, eş-Şûrâ ve Eseruha fi’d-Dîmukratıyye; Hasen Hüveydî, eş-Şûrâ fi’l-İslâm, Mahmud Babilli, eş-Şûrâ fi’l-İslâm; Mustafa Muhammed Tahhan, eş-Şûrâ ve Devruha fî İslahı ’l-Ferd ve’l-Müctema. 3 Ragıb, Müfredat, Ş-V-R md: s. 270. 4 Âl-i İmrân: 3/159. 5 Şûrâ: 42/38. 6 Tirmizî: Cihad 34. 7 Ebû Dâvûd: Edeb 114; Tirmizî: Zühd 39; İbn Mâce: Edeb 37; Darimî: Siyer 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/274 8 Enbiyâ: 21/7. 9 Furkan: 25/59. 10 Fâtır: 35/14. 11 İbn Mâce: Edeb 37. 12 Dr. Muhammed Ebu Faris, en-Nizamu's-Siyasî fi’l-İslâm: s. 86. 13 Mustafa Muhammed Tahhan, eş-Şûrâ ve devruha fî ıslahi’l-ferd vel-müctema': s.23; Hz. Ömer’in orijinal ifâdesi: (Lâ hayra fî emrin übrime min ğayri şûrâ). 14 Şûrânın bağlayıcı olması gerektiği görüşü için bakınız: Mevdudî, Nazariyyetü’l-İslâm ve Hedyühü fi's-siyase ve’d-Dûstûr vel-Kanun: s. 272; Hasen el-Benna, er-Resail: s. 319; Abdülkadir Udeh, el-İslâm ve Evdâuna’s-Siyasiyye: s. 201; Yusuf el-Kardavî, el-Hallü’l-İlâmî Ferîzah ve Zarûreh: s. 227. Şûrânın bağlayıcı olmadığı görüşü için bakınız: Hasen Hüveydî, eş-Şûrâ fi’l-İslâm: s. 18; Mahmud Babilli, eş-Sûra fi’l-İslâm: s. 97.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak