Ara

İnancımıza Yapılan Saldırılar Karşısında Târihi Yeniden Yazmak

İnancımıza Yapılan Saldırılar Karşısında Târihi Yeniden Yazmak
Aslında târih her an yazılıyor. Ancak kişisel öykümüzün mutluluk anlarını yazmaya güç yetiremeyen kalem târih konusunda da mutluluğa ve huzûra tekabül eden dönemleri yazmaya güç yetiremez. Siyâsal târih ne yazıyor sanıyorsunuz? Siyâsal târih savaşları anlatmıyor mu? Siyâsal târih, aslında baştan sona savaşların târihinden ibâret değil mi? Siyâsal târih savaştan önce savaşın nedenlerini; savaş esnâsında onun seyrini; savaştan sonra da barışın statüsünü belirleyen şartları anlatmıyor mu? Savaşın nedeni ya da nedenleri, bir önceki barış hâlinin ihlâline tekabül eder. Savaşın seyri, yeni barışı oluşturmanın şartlarını tesis etmenin zemînini hazırlar. Savaş sonrasında ise barışı yeniden kurmanın şartları belirlenir. Böylece şunu söylemiş oluyoruz (tekrâren): Siyâsal târih dediğimiz kavram baştan sona bir savaş târihidir ya da savaşa ilişkin bir târihtir. Siyâsal, zâtında savaş karşıtı bir kavramı ifâde etmesine rağmen, siyâsal târihin savaşa nisbeti paradoksal bir tecellî: buna da târihin ironisi diyelim... Kötü veya olumsuz şartlara isyân edilmeyeydi, o şartlar kendi düzenleri istikametinde sürüp gidecekti. Devr-i Câhiliye döneminin bir noktasında Peygamber (sav) ortaya çıkıp sürüp giden şartlara isyân etmeseydi, binlerce yıldan beri sürüp gelen durum öylece sürüp gidecekti. Kimsenin de aslında, içinde binlerce yıldır yaşayıp gittiği o şartlara itirâz ettiği yoktu. Ama günün birinde bir insan ortaya çıkıyor ve sürüp gelen adâlet anlayışının doğru olmadığını haykırıyor. Birkaç kişi dışında bu haykırışa kimse kulak vermiyor. Haksızlık neresinde bu işin diye düşünüyorlar. Peygamberin âdil bulmadığı putperest hayâtı onların geçimine zemin teşkîl eden bir hayat tarzıdır aslında. “Bu putlardan size fayda gelmez” itirâzına karşı, onlar da: “Yanılıyorsun, biz geçimimizi bu putlar sâyesinde temin ediyoruz, bu putların Arabistan’ın dört bucağından ziyâretçileri var; onlar bu putları ziyâret için geldiklerinde biz de onlara hizmet veriyoruz ve onlarla ticâret yapıyoruz” def’inde bulunuyorlar. Böylece şuraya varmış olduk: Devr-i Câhiliye’de –ki bu devir Resûlullâh’ın hemen öncesine tekabül eden kısa bir süre değil, bilakis geriye doğru giden yüzlerce, binlerce yıllık bir süre– yaşayan insanların dikkate değer bir târihi yoktu. En dikkate değer olay Resûlullâh’ın doğumu sıralarına rastlayan Ebrehe ordusunun Mekke’ye saldırma teşebbüsüdür. Şunu söylemiş oluyoruz: Bir yerde mücerred bir despotluğun bulunması orada târihin yazılmakta olduğuna delâlet etmiyor. Ama süregiden bir despotluğa başkaldırının başladığı an, orada târihin yazılmaya başladığı ânın da başlangıcına işâret eder. Şimdi Ortadoğu’da târih yeniden yazılmaya başladı. Çünkü orada insanlar artık yaşadıklarını –hayatta olduklarını ve hayatta kalmak istediklerini– kanıtlamak istiyor. Orada, oranın insanları ‘biz varız ve buradayız’ diyor. Bunu kanıtlamak için meydanlara dökülüyorlar. Bunu kanıtlamak için haykırıyorlar. Bunlar bir irâdenin, var olma irâdesinin göstergesidir. Köle, köle olduğunu kabûl ettiği sürece onun bir târihi olmaz. Olamaz. Köle için târihin başlayabilmesi efendisine: “Ben buradayım ve artık sana itâat etmiyorum!” diyebilme irâdesini açıklamasına bağlıdır. Ortadoğu’da şimdi yapılan budur. Milyonlarca insan, başlarında bulunan despota isyân ediyor. Ona: “Ben buradayım ve seni artık başımda yönetici olarak kabûl etmiyorum!” diyor. Ortadoğu’da tâtile girmiş olan târih, şimdi yeniden başlıyor. Ortadoğu’da yeni bir târih yazılıyor. İşitmekte olduğumuz hışırtılar, yazılmakta olan bu yeni târihin kalem sesleridir. Ortadoğu halkları târih sahnesine çıkmaya teşebbüs ediyor. Hiçbir gerici güç bu teşebbüsü önlemeye güç yetiremeyecektir, Allâh’ın izniyle. Rasim Özdenören

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak