Ara

Huzur Pahalı, Kavga Ucuzdur

Huzur Pahalı, Kavga Ucuzdur

Huzurun nasıl ve ne tür bedeller istediği, ödeme yaptıktan sonra ise her şeyin nasıl kolaylaştığı ve yolunda gittiğini, İslam tarihinde yaşanan çok önemli bir örnek üzerinden ele almak istiyorum. Hem kaldı ki, ders alalım diye bu tür örnekler yaşandığını düşünüyorum. Fetih suresini duymuşsunuzdur, ama hangi olay üzerine indiğini çoğumuz bilemeyebiliriz. İki üç dakikanızı verip düşünmenizi istirham ediyorum, bu surenin iniş sebebinin ne olabileceği konusunda. Siz düşünedururken, ben de “fetih” kavramı üzerinde biraz durayım. Açmak, almak anlamlarına gelir feth veya fetih. Bir şeyi açmanın da bir anahtarı vardır. Ayetin geliş sebebi de bu anahtarın ne olduğunu ortaya koymaktır. Huzurun, mutluluğun, başarının anahtarını keşfedeceğiz bu tarihi olayda. Böylece ailede ve toplumda huzuru sağlamanın anahtarını elimize almış olacağız inşallah. Fethin diğer anlamı olan “almak” ise, önce vermeyi, bedel ödemeyi gerektirir. Bir şeyi almak için önce vermek evrensel ve fiziki bir kuraldır. Keza burada, aile ve toplumsal huzurun bedelinin ne olduğunu da fark etme fırsatı bulacağız. Düşünmenizi istediğim sorunun cevabına, yani Fetih suresinin iniş sebebine gelelim şimdi. Tam bir zaferle çıktığımız Bedir savaşı olabilir mi sizce? Peki, uzun sürmüş olsa bile sonuçta müşriklerin tam bir mağlubiyeti ile sonuçlanan Hendek savaşı olabilir mi? Sanırım aklınız Mekke’nin Fethi’ne gitti. Olsa olsa Mekke’nin fethi olabilir diye düşünüyorsunuzdur. Zira on bin kadar sahabi ile Mekke tamamen ele geçirilmiş veya teslim olmuştur. Bundan daha büyük bir fetih olabilir mi ki? Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz demektir. Ne Bedir ve Hendek savaşı ne de Mekke’nin fethi değildir bu ayetin iniş sebebi. Hatta hiçbir savaş değildir, diyerek savaşları düşünmeyi bırakın derim. Zira hiçbir savaş, hiçbir kavga, huzur ve başarı getirmez ve getirmemiştir insanlık tarihinde. Devletlerarası savaşlar, eşler ve fertler arası kavgalar tahriptir, asla tamir edici olamazlar. Nitekim İslam tarihindeki tüm savaşlar savunma amaçlı olmuştur. Ölmemek için başvurulan mecburi yol olmuştur savaş. “İyi de Fetih suresinin nedeninin barış olacak hali yoktur ya!..” demeyin sakın. Zira bir kez daha yanılabilirsiniz. Hudeybiye antlaşmasının hemen ardından inmiştir Fetih suresi. Zira fetihler, gönüllere girmeler, huzuru kavuşmalar ancak ve ancak barış, sulh ve sakinlik ile elde edilebilir. Sürekli çatışma ve kavga içinde bulunan eşlerin, çocuklarına ve aile kurumuna huzur adına vadedecekleri bir şeyleri olamaz. Eşlerin öncelikli amacı, huzura giden yol olan barış ve sükûnet ortamını oluşturmaktır. Ancak, bu bedel ister!.. Peki neymiş bakalım sükûnet ve sulhun bedeli? Hazreti Peygamber silahsız bir şekilde, sadece umre yapmak niyeti ile bin dört yüz arkadaşını alıp Mekke’ye doğru yola çıkıyor. Dört yüz elli kilometrelik uzun ve sıcak bir çöl yolculuğundan sonra, Mekke yakınlarında bulunan Hudeybiye mevkiine varırlar. Varırlar varmasın ancak onların geleceğini duyan Mekkeli müşrikleri silahlanarak yollarını kesiyorlar Hudeybiye’de. Amaçları provakasyonlarla sahabeleri tahrik etmek ve bir savaş çıkartıp silahsız olmalarından faydalanmak. Ancak Hazreti Peygamber’in tavsiye ve telkinleri ile sahabelerden hiçbiri onlara malzeme olabilecek bir davranışın içine girmezler. Derken barış gündeme gelir. Barış ihtimali Hazreti Peygamberi çok heyecanlandırır ve son derece mutlu eder. Zir o rahmet peygamberidir. Hemen adımlar atılır. Süheyl bin Amr dedikleri siyasetçi bir adamı gönderir Mekkeliler, barış heyetinin başında. Hazreti Ali kâtip seçilir ve maddeler konuşulup yazılmaya başlanır. Daha giriş cümlesinde parlar ve itiraz eder Süheyl bin Amr. İtiraz ettiği cümle ise “Bismillahirrahmanirrahim”  ifadesidir. Bunun nesine itiraz etmişler demeyin sakın. Bahane arayan için, sağlam gerekçe olmaz. Savaş kolaydır, ama barış bedel ister. Bedeller bir bir ödeniyor, ama tek taraflı olarak. İtiraz nedeni, “Rahman ve Rahim” isimleridir. “Bismike Allahümme” olması gerekiyormuş onlara göre. Başta Hazreti Ömer olmak üzere arkadaşları itiraz etseler de Efendimiz sildirir ve onların istediği şekliyle “Bismike Allahümme” yazdırır Hazreti Ali’ye. Neyse devam ederler maddeleri yazmaya. Fakat yazılan her madde Müslümanların aleyhinedir. Sabır taşı çatlıyor, ama sadece tek bir madde için Efendimiz insanüstü metaneti ile diğer tüm maddeleri kabul ediyor. Sahabe şaşkın ve öfkeli; bir kısmı itiraza başlarlar. Hele bir madde vardır ki, sahabeleri öfkelerinden ağlatır. Antlaşma maddeleri biter ve artık tarafların imza atmasına sıra gelmiştir. Bir tarafa “Süheyl bin Amr” yazılır diğer tarafa ise “Allâh’ın Resûlu Hazreti Muhammed.” Süheyl âdeta delirir “Allah Resûlu” ibaresine. “Biz senin peygamber olduğunu kabul etmiyoruz. ‘Abdullah oğlu Muhammed’ yazacaksınız.” der, antlaşmayı fesh etmek pahasına da olsa. Ortalık bir kere daha gerilir. “Ya Resûlallah, bunu da kabul edecek değilsin ya diyerek bardağın son damlasının taşmak, sabırların tükenmek üzere olduğunu ortaya koyarlar sahabeler. Ama taviz yok. Zira bedel ödeniyor huzur için. Nitekim bu antlaşmadan sonra gelen huzur ve başarıyı gören sahabeler, ömür boyu istiğfar ve Efendimiz’den özür dilerler bu tepkilerinden dolayı. “Allah Resûlü” ifadesini bizzat kendi eli ile siler Efendimiz ve “Abdullah oğlu Muhammed”  yazdırır yerine. “Gururum, onurum, izzetim,..” diyerek, evlerini savaş alanına çeviren eşlerin kulakları çınlasın. Bedel ödenmeye devam ediyor. Antlaşma imzalanmadan önce, hiç kimsenin beklemediği bir olay yaşanır. “Barışın ücreti bu kadar da pahalı olur mu?” demeden edemezsiniz bu olayı duyduğunuzda. Müslüman olduğu için Mekkeli müşrikler tarafından esir alınıp zincirlere vurulan “Ebu Cendel”, bir fırsatını bulur kaçar ve Müslümanların olduğu Hudeybiye’ye kendisini kurtarsınlar diye gelir. Kan revan içinde yalvarır Peygamberimize, beni bu zalimlerden kurtarın, diye. Ama Süheyl buna izin vermez. Zira antlaşma maddelerinin birinde, “Mekke’de bir kişi Müslüman olursa, Müslümanlara katılamayacak, ama Medine’den biri Mekke’ye gelmek isterse engel olunmayacak.”, diye yazılmıştır. Daha maddeler imzalanmadı, dense de Süheyl kabul etmez ve antlaşmayı bitirmekle tehdit eder. Evet, tahrip ve dolayısı ile savaş kolaydır. Ama tamir ve sulh zordur, ağır mı ağır bedeller ister. Yapılacak bir şey kalmaz. Bu ağır bedel de ödenecek. Efendimiz gözyaşları içinde Ebu Cendel’e sabır tavsiye edip, Allah’ın kendisine bir kapı açacağı ümidiyle kalmasını söyler. Sahabeler hıçkıra hıçkıra ağlarlar bu manzara karşısında. Öfke ve gözyaşları birbirini takip eder. Huzurun bedeli ağırdır zira… Bütün bu gözyaşları, sabır, tahammül ve provakasyona gelmeme antlaşmada yer alan bir madde içindir. İşte bu madde diğer tüm maddelerin acısını sindirmeye değer. Fetih suresinin inmesine sebep olan da bu maddedir. Çünkü o madde huzurun, sükûnetin, başarının ve zaferin anahtarıdır. O madde gereğince savaşa son veriliyor, kaba kuvvete, silaha bedel düşüncelerin, faziletin, erdemin konuşmasına kapı aralanıyor. Çok kısa olan madde şudur: “On yıl boyunca savaş yapılmayacaktır.” Antlaşmadan sonra, antlaşmanın bir maddesi gereği umre dahi yapılmadan geri dönülür. Ve yolda Fetih suresi iniyor ve şöyle başlıyor: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih nasip ettik...” “Bedel ödediyseniz karşılığını alacaksınız.” demektir. Bedel ödemede olduğu gibi, karşılığını alırken de şaşıracaksınız, inanamayacaksınız, hayretler içinde kalacaksınız. Ama bu kez sevinç ve mutluluk eşlik edecektir şaşkınlığınıza. Sadece şu rakamlar tek başına bizi şaşırtmaya yeter. “İyi ki bu bedeller ödenmiş, iyi ki provakasyona gelinmemiş, iyi ki sonuna kadar sabredilmiş.” diyeceksiniz. Hudeybiye antlaşmasına kadar on dokuz sene geçmiştir ve Müslümanların sayısı dört bin civarındadır. Hudeybiye’nin üzerinden daha üç dört sene geçmeden, Müslümanların sayısı yüz yirmi bini geçmiştir... Hudeybiye antlaşması sırasında umre için gelen sahabe sayısı bin dört yüzdür. İki sene sonra sayıları on bin olarak Mekke’nin fethine geliniyor. Savaşla geçen on dokuz sene ile barışla geçen iki üç senenin meyvesini karşılaştırın ve evde kavga ve ego çatışması ile geçen bir ortam ile barışık ve mutlu bir ortamın ne gibi meyveler verdiğini siz mukayese edin. Unutmayalım, kavga ucuz ve kolaydır. Ama huzur, barış ve sükûnetin bedeli ağırdır ve zordur. Zira tahribat kolaydır, tamir zordur. Savaş ve kavga tahrip, barış ve sevgi ise tamirdir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak