Ara

Himmet Ehlinin Hâlleri

Himmet Ehlinin Hâlleri
Himmetin sözlük anlamı; bir işe dikkat edip önem vermek, ilgilenmek, araştırıp tecessüs etmek, üzüntülü ve kederli olmak, iyice yaşlanmak, azim, enerji, istek, meyil ve şevk gibi anlamlara gelmektedir.1 Tasavvuf ıstılâhı olarak himmet; kulun mânevî bir hâl veya başka bir şey elde etmek için, bütün rûhânî güçleriyle birlikte kalbinin Hakk’a yönelmesi demektir. Erenlerin maksadı hâsıl eden, iş bitiren ve dileklerini yerine getiren mânevî gücüne de himmet denmektedir. Bu noktada erenler mertebesine eren kul duâcı, Allah tesir kılandır. Ebubekir el-Kelâbâzî (ö.380/990), Allah hakkındaki ma’rifetin fazlalığını, kulun himmetinin yüksekliğine bağlamaktadır.2 İlk dönem sûfîlerinden Ebû Abdullah b. Cellâ, himmeti ile bütün varlığın üstüne çıkan kişinin varlığı var edeni bulacağını, himmeti ile başka bir şeye yönelen kişiden ise Hakk’ın vazgeçeceğini, çünkü Allâh’ın kendisine ortak koşulmasından hoşlanmayacağını belirtir.3 Benzer bir şekilde İbrahim Kassâr da insanın değerini himmeti ölçüsünde görmektedir. Ona göre himmeti dünyâ olanın bir değeri yoktur. Himmeti Allah rızâsı olan kişiye ise değer biçilemez.4 Bu yaklaşımlar çerçevesinde himmet İlâhî yardıma mazhar olma, Hakk’a teveccüh etme, kalbi kötü duygu, düşünce ve meyillerden temizleme, mânen yükseltme, Hakk’ın mü’min kulunun kalbine feyiz vermesi gibi anlamlara gelmektedir. Tasavvuf geleneğinde mürşid-i kâmillerin himmeti müridlerinin üzerinde görülür. Mürşid-i kâmiller müridlerini istikamet üzere tutmanın, onların gönül dünyâlarındaki kaymaları önlemenin, tüm imkân ve gücünü mürîdinin ihtiyâcına seferber etmenin derdindedir. Mürşidin mürîdine olan bu tasarrufu duâ, niyaz ve iştiyak bağlamındadır. Mürşid-i kâmiller müridlerinin kendi nefislerinin süflî emelleri peşinde koşmalarına müsaade etmez, Hakk’tan sevdiklerinin kalplerini her türlü kayıştan korumalarını ister. Mürşidin müridlerine olan nazarı onlar hakkında Hakk’a duâcı olmasıdır. Şeyhin himmeti müridlerinin gelişimine önayak olmakken müridlerin himmeti kendilerinin İlâhî rızâya râm olmaları, evrâda riâyet etmeleri, kendilerinden beklenen dervişlik hizmetine dikkat etmeleri, olanca çabalarıyla günahlardan kaçınmaları ve sevaplı işlere odaklanmalarıdır. Mürîdin himmeti iyilik yolunda kararlı hâle gelmesi, sevaplı işlere kendini ayarlamasıdır. Seyr u sülûk esnâsında dervişin hedefe kilitlenmesi gerekmektedir. Dervişin yegâne hedefi ise Allâh’ın rızâsını kazanmaktır. İlâhî rızâyı kazanabilmek için dervişin her türlü ilgi dağınıklığından kurtulması ve bu tek gâyeye yoğunlaşması gerekmektedir. Tasavvuf geleneğinde bu dikkat yoğbeyhûdelik, işlerini sarpa sarmak, dikkatlerini başka şeylere dağıtmak ve ilgi dağılması yaşamak söz konusu olamaz.5 Câhidi Ahmed Efendi (ö.1070/1660), himmet makâmını üç mertebede anlatmaktadır: Birinci mertebede nefs-i emmâreden kurtuluncaya kadar sâlik zühd hayâtını tercih eder. Böylece gönlü hâlis gönüllerden olur. İkinci mertebede sâlik gönlünde mâsivâ bırakmaz, içini ateş ve harâret basar ve gayreti çok olur. Bu noktada bir endîşeye kapılmaz. Üçüncü mertebede sâlik himmetini sâdece zâtullâha açar. Bu mertebede tecellîleri aşıp kemâle ermeye çalışır.6 Câhidi Ahmed Efendi sâlikin himmet makâmına erebilmesi için öncelikle bedenini hazır hâle getirmesi gerektiğini, bunun da zühd ile mümkün olabileceğini söyler. Aynı zamanda bu durum sâliki nefs-i emmâreden kurtaracaktır. Sonra sıranın kalp temizliğine geldiğini, bunun için de gönlü mâsivâdan arındırmanın önceliğini belirtir. Yâni kulun maddî ve mânevî bir arınma yapması sonucu ancak himmet makâmına ulaşacağını söyler.7 Bâyezîd-i Bistâmî (ö.261/875): “İşin iyisini iste, himmetini yüksek tut. Hakk’ın dergâhı uludur, rahmeti boldur, her şeyi kuşatmıştır; az istersen orada kalırsın.”8 Bir kalbim vardır; bütün düşüncesiyle içinde, Senin zikrin dışında gönül sayfasına bir şey nakşetmedi. Senin zikrin onu öyle sardı ki, Başka hiçbir şey ona sığmadı. Her rind ki tahtı mesken tuttu, Ben yanmışım harmanından bir koku yuttu. Her nerede kara çullu ve başı sevdâlı biri varsa, O benim şâkirdimdir, o benden hırka aldı. Aslan ve kaplanla her kim kapışırsa, Daha iyidir, fakr kılıcından sakınırsa. Bu kimsesizlerin himmetini eğe gibi bil, Kendisi kesmese de kesicileri biler. Dervişlerin sarhoş gönüllerinden başka şeyleri olmaz, Nefes aldıkları an hâriç varlıkları olmaz. Sakın bu kavimden, kork! Yüzlerce baş kesilirken ortada el olmaz. O dost dediğin, onu görmekle rahatlar göz, O’nu görmezse, ağlamaktan rahatlamaz göz. Göz bize, O’nu görmek için lâzımdır, Eğer dostu görmezse, ne işe yarar göz.9 diyen Ebu’l-Hasan el-Harakânî (ö.419/1028) himmeti Allah dostlarının tasarruf gücü olarak görmekte, İlâhî güzelliklerin kişideki yansıması olarak görmekte, Allâh’ın yardımını ve desteğini almaya hak kazanacak güç olarak görmektedir. Himmet Allah adamı olmaya azmetmek, Allah yolunda yürümeye çaba göstermek, Allah’tan gayrı herşeyden umûdu kesmenin kararlılık bilincidir. Himmet; yaratılmışlara bel bağlamama, yaratılmışlara gönül vermeme, Allâh’ın otoritesine her hâlimizle boyun eğme, tüm beklentilerimizi Allah’tan isteme çabasıdır. Ebu’l-Hasan el-Harakânî himmeti Allâh’a kulluğun kemâl kılınması çabası olduğunu söylerken, Ebü’l-Kâsım el-Fârmedî (ö.477/1084) himmeti hizmetle orantılı görmektedir. Hakk dostlarına, Allâh’ın kullarına, yaratılmışların herbirine hizmette kusur göstermemek insanı İlâhî ikrâma, büyüklerin himmetine nâil kılmaktadır.10 Nakşibendiyyenin kelimât-ı kudsiyye adı verilen 11 temel prensibinden biri de nazar ber kademdir. Nazar ber kadem dervişin gereksiz duygu, düşünce, nesne, obje ve kişilere gönlünü dağıtıp dikkatini dağıtmayacak şekilde yürürken ayak ucuna bakarak yürümesini ifâde etmektedir. Dervişin yürürken gaflet içinde olmaması ve attığı adımları hayır yolunda atarak bilinçli bir yaşam sürmesidir. Ahmed Kâsânî nazar ber kademin bâtınî mânâ­sını ifâde ederken dervişin tasavvuf yolunda hangi makâma ulaşmış ise kalben oraya nazar etmesi gerektiğini, gaybet hâlinde değil huzur ve sahv içinde ol­ması gerektiğini söyler. Dolayısıyla nazar ber kadem himmet duygusunun davranış boyutundaki yansıma biçimidir. İlk dönem sûfîlerinden Ebû Muhammed Murta’îş (ö.328/940); “Sûfî; himmeti, nazarı ve düşüncesi ayağının yanında olan kişidir.”11 demek sûretiyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Ebû Osman el-Hucvirî de bu sözü naklettikten sonra bu beyânın anlam boyutunu; ‘sûfînin bedeni neredeyse kalbi ve düşüncesi de oradadır, bu kişi gaybeti olmayan bir huzur ve cem’ul-cem makâmındadır’ diye açıklamıştır.12 Dervişin nefis engellerini aşmada ve tasavvuf yolunda hızla ilerleyişi, gözünün ulaştığı son noktaya bir anda adımını atıp ulaşması onun himmet gücünü göstermektedir. Allâh’ı düşünüp dünyânın geçiciliğini idrâk etmek himmetin ileri boyutudur. Şâh-ı Nakşbend (ö.791/1388)’in seyr u sülûk eğitiminde üst bir mertebeye ulaştığını ve sonsuzluk âlemine yükselme kabiliyetinin kendisinde engin boyutta olduğunu gören Emir Külâl (ö.772/1370) bir gün Şâh-ı Nakşbend’e; “Oğlum Bahâeddîn! Hâce Muhammed Baba Semâsî’nin sizin hakkınızdaki tavsiyesini tam olarak yerine getirdim” dedikten sonra, göğsüne işâret ede­rek: “Memelerimi sizin için kuruttum ve rûhâniyet kuşunuz beşeriyet yumurtasından çıktı. Ama himmet kuşunuz yüksekten uçmaktadır. Bugün size izin veriyorum, Türk ve Tacik her kimden burnunuza bir koku ulaşırsa talep edin ve himmetiniz gereği bu taleple kusur etmeyin.” der.13 Buna göre himmet Şâh-ı Nakşbend gibi insanlık potansiyelinin kulluk yolunda bir bütün olarak kullanılabilmesidir. Şâh-ı Nakşbend müridlerine himmetlerini âlî tutmalarını, ileri ufuklara bakmalarını ve dâimâ yükseliş çabasında olmayı tavsiye etmiştir. Müridlerine; “Eğer himmetinizi yüksek tutmaz, oyununuzu büyük oynamazsanız, size hakkımı helâl etmem. Üstün himmetle öyle olmalısınız ki, ayaklarınızla başıma basmalısınız. Yâni sizin mânevî dereceniz, benden daha yukarılara ulaşmalı.”14 derdi. Müridlerine mürşidlerinin kıymetlerini hakkıyla bilmelerini tavsiye eden Şâh-ı Nakşbend kadir kıymet bilenlere kıymet verileceğini, tasavvufta rol model olan şeyhin üstün meziyetlerine benzediği oranda müridlerin güç kazanacaklarını, şeyhin baş koyduğu İslâmî çizgide yetiştikçe şeyhlerin müridlerine himmet edeceklerini söyler. Şah-ı Nakşbend’e göre mürşidin himmeti, mürîdin hizmet kervânına katılışı oranındadır.15 Şah-ı Nakşbend hacca gittiğinde Mekke’de iki kişi dikkatini çeker. Bunlardan birinin himmeti düşük, diğerinin himmeti ise gâyet yüksektir. Himmeti düşük olan kişi Kâbe kapısının halkasına yapışmış ağlamaktadır ama dünyâlık derdindedir. Himmeti yüksek olan kişi ise Mina Pazarı’nda dolaşıp ticâret yapmakta ve binlerce altın değerinde mal satın alıp satmakta ama kalbi bir an bile Hakk Teâlâ’dan gâfil bulunmamaktadır. Bu manzarayı gören Şah-ı Nakşbend, himmeti yüksek olan karşısında duygulandığını ve yüreğini ateş sardığını söyler. Kişinin dindarlığını merâsime indirgemesini değil halk içinde Hakk ile yaşamasını ve gönlünü Hakk’a tahsis kılarak himmetini yüce tutmasını istemektedir.16 Sonuç Olarak, Himmet kavramı içi boşaltılacak, kendi bağlamından kopuk anlamlara savrulacak bir kıymet değildir. Tasavvufî geleneğin ana ıstılahlarından biridir. Kulun Allah ile olan irtibâtını hiçbir şeyin gölgelememesi, kulun her an kalbini Allâh’a bağlaması, Allah’tan umûdunu kesmemesi, Allâh’ı unutmaması, Allah yolunda gayret kemerini kuşanmasıdır. Himmet bir âidiyet bilincidir. Himmet dikkat kesilmek ve İlâhî rızâya odaklanmaktır. Prof. Dr. Kadir Özköse  Dipnotlar [1] Şerif Ali b. Muhammed el-Cürcậnî, Kitậbü’t-ta’rifật, Dậru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, s.174; Rağıb el-Isfahanî, Müfredât Kur’ân Kavramları Sözlüğü, trc. Abdülbaki Güneş ve Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2010, s.794. 2 Haris b. Esed el-Muhâsibi, er-Ri’âye li-hukûkillah, s. 64; Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lümâ’, s. 347; Kelâbâzî, et-Ta’arruf, s.121;Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 363; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 243; Mehmet Demirci, “Himmet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XVlll, s. 56-57; Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 252-253. 3 Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Tabakâtü’s-Sûfiyye, thk. Ahmed eş-Şirbâsî, Kitâbu’ş-Şa’b, 2. Baskı, 1998, s. 51. 4 es-Sülemî, Tabakâtü’s-Sûfiyye, s. 108. 5 Hasan Kâmil Yılmaz, “Seyr u Sülûk”, Altınoluk Dergisi, Sayı: 112, Haziran 1995; Tasavvuf Mes’leleri, Erkam Yayınları, İstanbul 2004, s. 77.-78 6 Câhidi, Kitabu’n-nasiha, vr.114b-115a. 7 Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 253. 8 Muhammed b. Abdullah Hânî, Âdâb (el-Behcetü’s-seniyye), çev.: Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, İstanbul 1429/2008. s. 47. 9 Sâdık Yalsızuçanlar, “Şiirlerinden Seçmeler”, Seyr u Sülûk Risalesi, Sûfî Kitap, İstanbul 2006, s. 128-129. 10 Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, el-’İber fî haberi men gaber, tahk.: Ebû Hâcer Muhammed Said b. Besyûnî Zağlûl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985, c. II, s. 337. 11 Ebü’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyrî, er-Risậletü’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik, Ali Abdülhamid Baltacı, Dârü’l-Hayr, Beyrut 1993, s.  275. 12 Ali b. Osman Hucvirî el-Cüllâbî,  Keşfu’l-mahcûb, haz. Mahmud Ahmed Madi Ebu’l-Azaim-İsmail Ebu’l-Azaim, Dâru’t-Turâsü’l-Arabî, Kahire 1974, s. 161. 13 Molla Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, çev.: ve şerh. Lâmiî Çelebi, haz. Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara, Marifet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1998, s. 528; Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifî Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, çev.: Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291 (taş baskı). s. 80; el-Malikî, Şah-ı Nakşbend, s. 16; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 104. 14 Hâce Ahmed b. İbrahim b. Allân el-Malikî es-Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend –Sohbetlerinden Bir Güldeste-, Semerkand Yayınları, İstanbul 2001, s. 35; Yılmaz, Altın Silsile, s. 115. 15 el-Malikî, Şah-ı Nakşbend, s. 36. 16 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayâtı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., İstanbul 2002, s.  113.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak