Ara

Hâle Dâir

Hâle Dâir

Okuyacağımız kitâbı yâhut kitapları tedkîk edip kararlaştırınca dostlarla, hummâlı bir çalışma içinde bulduk kendimizi. Daracık bir vakitte, gurup zamânı çıktık yollara. Bursa ikaametimizin darlığına karşın “kısa günün kârı” deyişine muvâzî ya’ni paralel bir güzelliğe, lütuflar silsilesine muhatap kıldı Yaradan (cc) bizi. Bursa’nın büyük kitap firmasında bakındım evvel. Fakülte’deki bir hocamıza rast geldik. Ufak bir selâmlaşma bahsinin ardından aradığım eserleri bulamayınca binâ komşusu bir sahafa adım attım. Yeni bir mekâna taşındıkları, kitapların vaziyetinden belliydi. Raflara kimi boy boy kimi gelişi güzel dizilmiş, yerlerde birbiri üstüne istif edilmiş yeni ve eski kitaplar. Kudemâdan bir ismi zikrettim. Dükkân sahibi: Birkaç dakîka, lütfen. Bakayım. Diyerek ayrıldı yanımdan. Takrîben on dakîka sonra elinde –Hakk’ın latîf ikrâmı mıdır? – bir eserle döndü. Uzattı. Gönlümde kelebekler mi uçmakta yoksa bülbüller mi şakımakta, bilemedim. Bir sevinç bir mutluluk. Esâs i’tibâriyle, ma’nen pahâ biçilemeyecek o güzîde eser için cüz’î bir meblağ ödeyip teşekkür ederek ayrıldık. Arkadaşım izdivaç dâvetiyelerini almış Ulu Câmii güzergâhı üzerinde beni beklemekteydi. Bir telefon sesi, bir sadâ. Yetiştim. Artık yan yana yürüyorduk. Hasbihâl ediyorduk bir yandan. İkimizin de hem aklından hem dilinden ‘Gâye’ döküldü. İnci gibi pâk. Baktık ki Emîr Hân açık. ‘Bir ihtimâl daha var’ nağmesini mırıldanarak, sessiz girdik şah kapısından. Gâye’mizin kapısı sürgülü, yakınlaştıkça bize mütebessim: Çabuk olun! , der gibi sırlanmaya meyyâl. Girdik bâb-ı sağîrden. Bir hâl, bin heyecân. Girdik. Latîf bir ses selâm verdi. Hâl hâtır sordu. Ne kadar zamân olmuş Mehmed Ağabey ile hasbihâl etmeyeli. Gâye’nin eşiğinde bir dem tefekkür etmeyeli. Mahabbet ummânından bir nebze içmeyeli. Vakte, mekâna ve yakîn bir gönle nasıl vefâsızlık etmişiz zâhiren. Sâmihâ Hanım’ın dîn- ilim- irfân- san’at ile medeniyet merkezli tefekkürden müteşekkil, insân tabîatının anâsır-ı erbaası ile mütecehhiz ufku ve kaleminden neşredilmiş bir eseri ricâ ettim. Bir kol mesâbesindeki kitâbı aldı. Uzattı bana. Maamâfîh, evvelden başka sahafa sorduğum o mühim isme dâir ellerinde başka bir neşr y Emîr Hân hut mecmuâ var mı husûsu merâkımı celb etti. Bir ricâ daha. Merdivene çıktı ve üst raflardan bir cilt alıp bize arz etti. “Bursa Defterleri”. Gerekeni îfâ edip selâmet duâsı alarak yola revân olduk arkadaşımla. Birkaç dakîka içinde başka bir hocamızla da karşılaştık yol ortası. Hayretten hayrete, şükürden şükre koştuk. Te’mîn ettiğim eserleri, yavrusuna kavuşmuş bir anne edâsıyla bağrıma bastım. Sonra fark ettim ki bu yaşıma değin bilmediğim ne çok gönül, ilim ve san’at erbâbı var. Asra dahî sonraki asırlara damgasını mührelemiş. Utandım bir ân. Buruk. İçimde derîn çalkantılar. İçimde güzelliklere geç kalmış özlem dolu vâveylâlar, sitemkârâne debdebeler. İçimde zamânı aşan encâmın aks-i sadâsı. Varsın geç olsun; ammâ güç olmasındı. Gece boyu sağımda Süheyl solumda Sâmihâ bakıştık. Eski Bursa’dan tecdîd edilmiş Bursa’ya. Zarâfet ile yoğrulmuş asma katlı, insân fıtratına münâsib o enfes evler. Arnavut kaldırımlı, yer yer toprakla meczolunan sokaklar. Mehter-i Hümâyûn nezâretinde icrâ edilen selâmlama merâsimi. Pây-i taht hânedânının mübârek hazîresi. Tüm bu hüsün karşısında; yenilenmiş, bir bakıma materyalist ve kapitalist düzen şakşakçılarınca modernleştirilmiş Bursa hayli mahzûn. Kadîm şâhidelerinin, Deveciler Kabristânının yerinde yeller esen incitilmiş Bursa. Kalbinde kocaman bir tümör. O habis urun ne yazık ki, incelikle temizlense de izi kalacak. Düşünceler düşünceler. Geçti ân. Geçti. İnkişâf karşısında âciz. Tefekkür ile garîb. Lâmba dinlendirildi. Leylâ’ya selâm ile.

Hatice Tekin

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak