Ara

Gönül Şehrinin Karanlığa Açılan Kapısı: NEFS-İ EMMÂRE

Gönül Şehrinin Karanlığa Açılan Kapısı:  NEFS-İ EMMÂRE
    Kur’ân-ı Kerîm’de değişik varyantlarıyla birlikte yaklaşık üç yüz yerde kullanılan ‘nefs’ kavramı,1 kelâm2 ve İslâm felsefesi3 gibi disiplinlerde olduğu gibi tasavvufta da üzerinde en çok durulan konulardan bir tânesidir.4 Sûfî perspektifte nefs, ‘kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları; kötü his ve huyların mahalli olan latife’ şeklinde tanımlanmıştır.5 Tanımdan anlaşılacağı üzere sûfîler, nefsi ‘şerrin kaynağı, kötülüklerin temeli olarak kabul etmişlerdir.6 Sûfîler nefsi Allâh’ın rızâsına ulaşmak için aşılması veya frenlenmesi gereken unsurların başında görmüşlerdir. Onlara göre nefsin Hakk’ın rızâsına uymayan istek ve arzuları riyâzet, mücâhede, zikir ve yoğun ibâdet süreçleri ile törpülenebilirse sâlik/kişi ilâhî rızâya uygun bir hayat yaşamaya imkân bulabilir.7 Sûfîler, özellikle Yûsuf Sûresi’nin elli üçüncü âyetindeki bir ifâdeden hareketle, zamanla ‘nefs-i emmâre’ şeklinde kalıplaşan8 aşamayla ilgili önemli uyarılarda bulunmuşlardır.9 Onlar bireyin, nefsin (emmârenin) tahakkümü altında kalıp ilâhî rızâdan uzak bir şekilde hayat sürdürdüğünü ve bu yönüyle de bu aşamadan bir an önce kurtulup ‘nefs-i levvâme’ olarak târif edilen bir üst nefs mertebesine geçmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Biz de bu çalışmamızda ‘sürekli kötülüğü emredici nefs’ olarak tanımlanan ‘nefs-i emmâre’nin özelliklerini ve bu nefs derecesinden/aşamasından kurtulma noktasında sûfîlerin tavsiye ettikleri hususları dile getirmek istiyoruz. NEFS-İ EMMÂRE’NİN ÖZELLİKLERİ Nefsi derecelere ayırarak incelemeye tâbî tutan ilk sûfî Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909)’dir.10 Hakîm-i Tirmizî (ö.320/932), Gazâlî (ö.505/1111) ve Eşrefoğlu Rûmî (ö.874/1470)11 gibi isimlerce de farklı sınıflandırmalar çerçevesinde ele alınan nefs kavramı bugünki şekliyle yâni yedi aşamalı olarak İbnü’l-Arabî (ö.638/1240) tarafından sistematize edilmiştir. Bu sisteme göre nefs, ‘emmâre, levvâme, mülheme, râzıyye, merzıyye ve hakîkiyye’ şeklinde kategorize edilmiştir.12 Sûfîler, nefsin tabiata yönelip şehvete meyletmesi durumunda ‘emmâre’ şeklinde isimlendirildiğini söylemişlerdir.13 Bu aşamada nefs, bedenî tabiata meyleden hissî lezzet ve şehvetleri emretmektedir. Bu nefs kişiyi süflî tarafa çekmektedir ve insan vücûduna karışmış halde bulunmaktadır. Aynı zamanda bu nefs, maddeye de hayat vermektedir. Bundan dolayı nefs-i emmâre maddenin tesirindedir.14Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder15 âyetinin nefs-i emmâreye delâlet ettiğini belirten sûfîler, Gazâlî’nin konuyla ilgili şu değerlendirmesini genel olarak benimsemişlerdir: ‘Âyette işâret edilen nefisten maksad âyetteki birinci mânâ ile ilgili olan nefs-i emmâredir. Bu bakımdan nefis birinci mânâsıyla gâyet çirkin ve kötüdür. İkinci mânâsıyla mahmûd ve güzeldir. Çünkü ikinci mânâ ile insanın nefsi yâni insanın zâtı Allâh’ı ve diğer bilinenleri idrâk eden hakîkattir.’16 Halvetiyye’nin Sivasiyye yoluna müntesip bir sûfî olan Receb-i Sivasî (ö.1009/1600), nefs-i emmâre aşamasında olanları ‘tabiatlarının/bedenlerinin istekleri doğrultusunda hareket eden kimseler’ olarak tanımlamıştır.17 Ona göre, bu aşamada kişi Allâh’ın emir ve yasaklarına riâyet hususunda hassâsiyet göstermemesinden dolayı haram ve helâle dikkat etmeksizin önüne geleni yemekten geri durmaz. Böyle kimseler Ebu Cehil, Firavun, Câlût ve her türlü kötülüğe sâhip Tâlût gibi, Nâsût(insanlık) Âlemi’nin aldatmacaları netîcesinde haddi aşmış ve kötü sıfatlarla muttasıf olmuş kimselerdir. Sivasî’nin ifâdesine göre ‘Her kim Rahmân olan Allâh’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur18 âyeti böyle kimselerin nefs-i emmârenin kölesi olduklarına işâret etmektedir.19 Sûfîlere göre bu aşamada nefs, tabiat zulmetine düşmekte, hak ile bâtılı, hayr ile şerri birbirinden ayırt edememektedir. Şeytan ise insana ancak bu tabiat zulmeti vâsıtasıyla girmeye güç yetirebilmektedir. Sâlik/kişi, nefs-i emmârede boş şeylerle uğraşmak, alay etmek, başkasına eziyet etmek, kendini beğenme, makam sevgisi, gıybet, gammazcılık, kin, haset, kibir, riyâ, tûl-i emel, hırs, tama, baş olma sevdâsı, cimrilik ve dedikodu yapmak gibi birçok kötü huyla hareket etmektedir.20 Sûfîler bu mertebede nefsin mahallini sadır, hâlini hevâya meyl, âlemini şehâdet ve vâridini (kazandırdığını) şerîat olarak takdîm etmişlerdir. Onlara göre, emmâre mertebesinde nefsin seyri, seyr-i ilallâh/Allâh’a yürümek/yolculuk yapmaktır. Bu derecenin nûru mavidir.21 NEFS-İ EMMÂRE’DEN KURTULMA YOLLARI Sûfîlere göre hayvânî şehvet sâhibi nefsi/nefs-i emmâreyi zayıflatmak için, yeme-içme ve uykuyu azaltarak insanlardan uzaklaşmak gerekir. Çünkü onun şerrinden kurtulmak ancak onu güçsüz hâle getirmekle mümkündür.22 Eşrefoğlu da nefs-i emmâreyi yenmek için benzer tavsiyelerde bulunmuştur: ‘Bunların zararsız hâle getirilmesi ve ortadan kaldırılması için açlık çekmek, az konuşmak, az uyumak, halkın içine karışmamak, dâimâ lâ ilâhe illallâh zikrine devâm etmek23, hakîkî mürşidden feyz almak ve irâdesini ona teslîm edip onun emrine itâat etmek lâzımdır. Çünkü bunlar nefsin kötü sıfatları için panzehir vazîfesi görür.24 Receb-i Sivasî ise nefs-i emmârenin tesirinin tevbe ve gafletten uyanma gayretiyle kırılması gerektiğini dile getirmiştir:‘Bu kötü vasıflara sâhip birey, bir mürşid-i kâmil elinde Nasuh Tevbesi25 ile tevbe etmeli, akabinde bâtınını tamamen kötülüklerden arındırmalı, gafletten uyanarak haddi aşmaktan ve istiğrak(garkolma) hâlinden uzak durmalıdır.26 Burada verilen bilgilerde genel olarak nefs-i emmâreden kurtulmanın önemli bir metodunun/yolunun mürşid-i kâmile intisâb etme olarak takdîm edildiği görülmektedir. Aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ (ö.672/1273) da nefs-i emmâreden kurtulmanın, mürşid-i kâmile tâbî olmaktan başka bir yolunun olmadığı görüşündedir. Ona göre nefsi pîrin gölgesinden başka bir şey öldürmez.27 Çünkü insan tek başına onunla başa çıkamaz ve onun inadının karşısında duramaz.28 Sûfîlerin nefs-i emmâreye dâir düşüncelerini ve ondan kurtulma noktasındaki tesbitlerini şu başlıklar altında değerlendirebiliriz: Sûfîler nefs-i emmâreyi iki yönlü olarak düşünmüşlerdir. Onlar nefs-i emmâreyi, yaratanı tanıma ve dînin gereklerini yerine getirebilme imkânına sâhip olduğu için güzel görmüşler ancak ahlâk-ı zemimeye dâir dayatmaları sebebiyle kaçınılması ve bir an önce tahakkümlerinden kurtulması gerekli bir nefs derecesi olarak kabûl etmişlerdir. Nefs-i emmârenin dayattığı kötü huyları ve bunların alternatiflerini dile getiren sûfîler, bu nefs aşamasının hangi yollarla ıslâh edileceği konusu üzerinde de durmuşlardır. Genel olarak sûfîler, nefs-i emmârenin dayatmalarından bir mürşid-i kâmil eliyle kurtulmanın mümkün olduğunu dile getirmişlerdir. Kötü huylardan kurtulmada örnek olma, âdâb-erkân ve güzel ahlâka dâir diğer yönlendirmeleri sebebiyle bu süreçte mürşid-i kâmilin vazgeçilmez konumuna işâret etmişlerdir. Yine sûfîler, sırf akıl yardımıyla nefs-i emmârenin yanıltıcı ve aldatıcı istek ve arzularından kurtulmanın mümkün olmadığını, hakkı bâtıldan ayırma noktasında nefsin aldatıcı tuzaklarına karşı sırf akıldan ziyâde hakka yöneltici bir mürşidin gerekli olduğunu ifâde etmişlerdir. Nefs-i emmâreye karşı direnç kazanabilmek için az yeme, az uyuma ve az konuşma gibi hususlara riâyet edilmesi gerektiği husûsunu dile getiren sûfîler bu süreçte zikir, tefekkür ve ilimle donanıma erme konularının da son derece önemli olduğunu dile getirmişlerdir. Netice itibâriyle sûfîler, nefsi sıfatlarına/huylarına göre kategorize etmiş ve onunla mücâdele etmeyi büyük cihâd olarak benimsemişlerdir.29 Onlar, bu zorlu mücâdele için gerekli her türlü birikime sâhip olmanın yolunu da târif etmişlerdir. Dipnotlar: [1] Kur’ân-ı Kerim’de ‘nefs’ kavramının kullanışı ile ilgili olarak bkz; Fatih İbiş, ‘Kur’ân Bağlamında Nefs Olgusu ve İnsanın Teo-Ontolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme’, Toplum Bilimleri, Temmuz - Aralık 2012, 6 (12), s. 235-244. 2 Abdülhamid İ., ‘İslam Tefekküründe Ruh Meselesi’, çev. Saim Yeprem, Nesil Dergisi, İstanbul 1998, c.II, s.7. 3 Bu konularda bkz; Cevdet Kılıç, ‘Muhammed İkbal’in Düşüncesinde Benlik Felsefesi’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 1999, Sayı: II, s. 51-55; Abdullah Kasapoğlu, ‘Yusuf ve Züleyha Açısından Kur’ân’da Nefs-i Emmare Kavramı- Freud’un İd Kavramıyla Bir Mukayese’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2006, Sayı: XVII, s. 57-59. 4 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.45-56. 5 Abdülkerim Kuşeyrî, Risâle, tahk. Abdulhalim Mahmud, Kahire, 1989, s. 174; Gazali, İhyâu Ulûmid-Dîn, tahk. Abdullah el-Halidi, Daru’l-Erkam, Beyrut Tarihsiz, c.III, s. 8. 6 Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, Tercüme: Süleyman Uludağ, (Hakikat Bilgisi), Dergah Yay., İstanbul 1982, s.309. 7 Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, İstanbul 1979, Dergâh Yay., s. 235. 8 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1979, c.IV, s.2872. 9 Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 171, Ankara 1986, s.42-43, 56. 10 Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, Sönmez Neşriyat Yay., İstanbul, 1969, s.148 . 11 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, İstanbul, 1971, s. 7; Mustafa Kara, Eşrefoğlu Rûmî, Ankara, 1995, s. 57; Salih Çift, Hakim Tirmizî ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul, 2008, s. 217-9. 12 İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem, tahk. Abdürrezzak Kâşânî, s. 144-158. Hasan Ünsî (ö.1136/1723) ise nefsi şu şekilde kategorize etmiştir: Emmare, levvâme, mülheme, mutmainne, râdıye, mardıyye ve sâfiyye. Rıfat Okudan, Hasan Ünsî ve Tasavvufî Görüşleri, Fakülte Kitabevi, Isparta 2007, s. 163-6. 13 Trabzonî’de bu ifâdeyi birebir görmek mümkündür. Kösec Ahmed Trabzonî, Âdâbu’l-Ubûdiyye fî Süneni’l-Muhammediyye, Amasya Bayezid Kütüphanesi, no: 1540/8, vr. 208b-209a. Detaylı bilgi için bkz., Öncel Demirdaş, ‘Kösec Ahmed Trabzonî’ye Göre Nefs ve Nefsin Kategorileri’, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18:1 (2013), s.157-181. 14 Abdürrezzak Kâşânî, Istılâhâtu’s-Sûfiyye, tahk. Muhammed Kemal İbrahim, Kahire, 1981, s. 95. 15 Yusuf 12/53. 16 Gazalî, İhyâ c.III, s. 8. 17 Recep Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü, no: 1836, 1b-2a. 18 Zuhruf 43/36. 19 Sivasî, Risâle, 1a. 20 Anonim, Atvâr-ı Seb’a, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Bölümü, no:461/I, 2b. Eşrefoğlu Rûmî ise nefs-i emmâre sâhiplerinin hoşa gitmeyen yedi hasletini; hevâ, şehvet, gadap, hırs, ucub, kibir ve buhl/cimrilik şeklinde sıralamıştır. Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s. 255-256. 21 Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, s.45-46; H. Avni Yüksel, Türk-İslam Tasavvuf Geleneğinde Rüya, MEB Yay., İstanbul 1996, s.217; Ramazan Muslu, ‘Nefs-i Emmare’, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.345. 22 Trabzonî, Âdâbu’l-Ubûdiyye, vr. 209b. 23 Aziz Mahmûd Hüdâyî de nefs-i emmare derecesinde ‘lâ ilâhe illallâh’ zikrine devâm edilmesi gerektiğini söylemiştir. H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayi, Hayatı ve Eserleri, Erkam Yay., s.185 vd. 24 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s.260-262. 25 Burada şu âyete bir atıf yapılmıştır: ‘Ey iman edenler! Samîmî bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber'i ve onunla birlikte îmân edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları önlerinde ve yanlarında koşar da, ey Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kâdirsin, derler.’ Tahrim 66/8. 26 Sivasî, Risâle, s.1b-2a. Geniş bilgi için bkz; Fatih Çınar, ‘Receb-i Sivasî ve 'Risâle fî usûli'l-Halvetiyye' Adlı Eseri’, Sûfî Araştırmaları, c.III, Sayı: VI, s.81-100. 27 Mevlana, Mesnevî, c.II, beyit: 2538. 28 Mevlana, Mesnevî, c.II, beyit: 2275. 29 Bu konuda hadis olduğu belirtilen rivâyet için bkz.,Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.424-425. Fatih Çınar

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak