Ara

Dünyevî İhtirasların Kurbânı Olmamak

Dünyevî İhtirasların Kurbânı Olmamak

Eşyânın Rabbine değil de eşyâya kul ve köle olmak acıların en beteridir. Dünyâ hayâtı zamanla sınırlıdır. İnsanın dünyânın gelip geçici heveslerine tutkun hâle gelmesi büyük bir sorundur. Cenâb-ı Hakk dünyâlık heveslere kapılmamamızı istemiş, nefsin arzularını ilâh edinene reddiyede bulunmuştur. Zîrâ dünyâ sevgisi tüm kötülüklerin başıdır. Dünyâlık arzuların peşinde koşanlar Hakk kapısından kovulmayı ve kınanmayı haketmişlerdir. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002: I/198) Zîrâ hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünyâ ve içindekiler lânetlenmiştir. Ancak Allah Teâlâ'yı zikretmek bunun dışındadır." (Tirmizî, Zühd, 14; İbn Mâce, Zühd, 3; Dârimî, es-Sünen, nr. 322)

Dünyâlık hevesler görünüşü îtibâriyle tatlıdır. Görünüşte bir câzibeye sâhiptir. Fakat dünyevî hevesler gerçekte öldürücü zehir ve boş bir metâdır. Dünyevî arzuların peşinde ömür tüketmenin bir anlamı yoktur. Dünyevî tutkuların esîri olanlar sonunda mutlaka rezil ve rüsvâ olacaklardır. Zîrâ dünyânın ne insâfı ne de vefâsı vardır. Akıllı kimse böylesi kuru bir metâa aldanmayan ve dünyânın çarpık emellerine kendini kaptırmayan insandır. İmâm-ı Rabbânî fakihlerin hatırlatmalarına kulak vermemizi ister ve der ki: “Bir kimse malının akıllı kimselere verilmesini vasiyet etse, malın zâhid kimselere verilmesi gerekir.” Zîrâ onlar dünyâdan yüz çevirir, ona değer vermezler. Bu da onların akıllarının ve zekâlarının üstünlüğüne işâret eder. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002: I/110)

“Tasavvufî hayatta dünyânın ehemmiyetsizliğine ve zühd hayâtı yaşamaya neden bu kadar çok vurgu yapılır?” sorusuna İmâm-ı Rabbânî, “âhiretin büyüklüğünü gözlemleyebilmek, ebedî celâlin derdine düşmek, âhireti büyük görmek adınadır” diye cevap vermektedir. Zîrâ hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Dünyâ ile âhiret birbirine kumadır. Biri râzı olsa diğeri darılır.(İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6019; İbnü'l Mübârek, ez-Zühd, nr. 594)

O zaman dünyevî emellere meylettikçe âhiret gözden kaçırılmış ve ihmâl edilmiş olacaktır. Dünyâlık tutkuların gelip geçiciliğini idrâkle ise âhiretteki sonsuz nîmetlerin güzelliği tecrübe edilmiş olacaktır. Dünyevî tutkuların peşine düşmekle uhrevî hedefleri gözetmeye çalışmak iki zıddı birleştirmek gibi imkânsızdır. Dînî hedeflerimizle dünyâ yaşantısını birleştirdiğimiz zaman kıymet hâsıl olacaktır. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002: I/79)

Âhireti isteyenler dünyâya sivrisineğin kanadı kadar bile değer vermezler. Zâhidlerin dünyânın terkine dâir bu tür yaklaşımları dünyânın hakîkî anlamda değil hükmen terk edilmesini sağlamak bağlamındadır. Dünyâyı hükmen terk etmek, hayâtımız boyunca dînin hükümlerine baş koymaktır. Hayâtı İslâm’a uygun bir şekilde yaşamaktır. Hayâtın her ameliyesinde şer'î sınırlara uymaktır. Helâl ve haram ölçülerine riâyet etmek, dînin ortaya koyduğu sınırları aşmamak ve Hakk’ın buyruklarını baş tâcı edinmektir. Hayat dînin emir ve hükümleriyle donatılınca dünyevî heveslerin zehrinden de kurtulmak mümkün hâle gelir. O zaman dünyâ ve âhiret birlikteliği sağlanmış olur. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002: I/140-141)

Zâhidlerin dünyâdan kasdettikleri, gezegen anlamındaki yeryüzü değildir. Kâinattaki ilâhî işâretler gibi dünyâ gezegeni de mü’min için bir nîmettir. Dünyânın nîmetlerinden kaçmak değil dünyâ nîmetlerini yerli yerinde kullanmak, Allâh’ın dünyâdaki nîmetlerinden hakkıyla faydalanmak gerekmektedir. Dünyâ imtihan yurdudur. Şükür veya sabır imtihânıyla karşı karşıya olduğumuz yerdir. Yeryüzünde dolaşıp Allâh’ın âyetlerini görmek, Allâh’ın hâlifesi olarak yeryüzünde güç ve otorite sâhibi olmak, dünyâ hayâtı boyunca iyiliğin öncüsü ve kötülüğü önleyici pozisyonda bulunmak, imtihan yurdunda durup dinlenmeden Hakk için çalışıp didinmek esastır. Makâlemde dünyâ olarak kasdettiğim husus seküler mantık, maddeci zihniyet ve emellerine zebûn olan menfaatperestliktir. Dünyâ dediğimiz ne mal ve mülktür ne de evlâd ve ıyâldır. Dünyâ dediğimiz bizi Rabbimizden alıkoyan herşeydir. O sebeple dünyâ perdesini ortadan kaldırıp Rabbimizle vuslatın yoluna baş koymamız gerekmektedir.

Dünyâ hayâtı bir imtihan ve uğraşı mekânıdır. Görünüşü her çeşit süslerle süslenip bezenmiştir. Yüzü renk renk beneklerle ve çizgilerle renklendirilmiş, dünyevî tutkulara giden yollar câzibeli kılınmıştır. İlk bakışta hoş gözükür. Güzel, tâze, körpe ve parıltılı bir şekilde olduğu sanılır. Ama dünyevî arzular gerçekte kurtların ve sineklerin üşüştüğü bir çöplüğe benzer. Susuz insanın su zannettiği bir serap ve şeker görüntüsünde bir zehir olup gerçekte harâbe ve devâmı olmayan kısacık bir andır. Bu çirkinliği ve kaba sabalığı ile berâber kendine râm olanlara karşı muâmelesi söylenenlerden ve anlatılanlardan çok daha kötüdür. Nefsin çektiği ve arzuladığı dünyevî tutkular, sefihlerin mübtelâ oldukları beyhûde ve öldürücü zehirlerdir. Dünyâ; böbürlenme, eldekilerle avunma, kendini beğenme, basit arzularla şımarma, kendisine verilen emânetlerin sâhibi olduğu iddiasına kalkışma, bozgunculuk, zulüm, talan, bitmek bilmeyen arzular, tanrılaştırılmış hevesler, perîşân eden zâfiyetlerdir. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002: I/142)

Çâre nedir? Çâre, bizlere ilâhî vahyi getiren Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) lâyıkı vechiyle uymaktır. Onun gibi dünyânın şatafatına ve debdebesine iltifât etmemek; dünyâlığın varlığına ya da yokluğuna değer vermemektir. Dünyânın vefâsızlığı ve çabucak elden çıkıp gittiği herkesin bildiği ve hep görüp yaşadığı bir husustur. Bu dünyâdan geçip gidenlerin, daha önce yaşamış olanların durumuna bakıp ibret almamız gerekmektedir. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002:I/148)

“Zâhidler neden dünyâ ile aldanmamaya bu kadar çok önem vermişlerdir?” sorusuna İmâm-ı Rabbânî şu şekilde cevap vermektedir: “Dünyâ hayâtı gerçekten çok kısadır ve âhiretin azâbı son derece şiddetli ve süreklidir. O halde aklınızı ve fikrinizi kullanmanız ve dünyânın tadı olmayan çekiciliğine kanmamanız gerekir. Şâyet izzet ve üstünlük dünyâlıklara bağlı olsaydı, dünyâdan geniş biçimde faydalanan kâfirlerin herkesten daha izzetli ve daha üstün olması gerekirdi. Dünyânın görünüşüne kanmak akılsızlıktır. Akıllı olan kişiye yaraşan, sayılı günleri iyi değerlendirmek, bu kolay fırsat içinde Allah Teâlâ'nın râzı olduğu şeyleri elde etmek için çaba sarf etmek ve Allah Teâlâ'nın yarattığı mahlûkâta iyilik etmektir. Allâh’ın emrini yüceltmek ve yarattıklarına karşı şefkatli olmak… Bu iki esas, âhiret azâbından kurtulmak için iki büyük asıldır.” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002:I/180)

İmâm-ı Rabbânî bu hatırlatmalarını Şeyh Zekeriyâ’nın oğlu Abdülkadir Efendi’ye yapar. Abdülkadir Efendi İmâm-ı Rabbanî’nin ifâdesiyle gençliğinin baharındadır. Dünyânın nîmetlerinden faydalanmanın kolay olduğu bir yaştadır. Gücü ve kuvveti, arzusu ve iştahı, sağlığı ve zindeliği, heves ve tutkuları zirvede olan gençlerin dünyânın aldatmalarına kanmamaları gerektiğini hassaten zikreder. Dünyâ hayâtını şakaya ve basite almak, dünyâda yaşarken gaflet uykusuna dalmak ve dünyâ nîmetlerine aldanmak hüsrâna uğramaktır. Bunun sonu rezâlet ve mahrûmiyetten başka bir şey değildir. Allah (c.c.) âyet-i kerîmede bu gerçeği çok açık bir şekilde şöyle beyan kılmaktadır:

"Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mü’minûn, 23/115)

İlâhî huzurda ise ne şekilde olursa olsun ortaklığa kesinlikle yer yoktur. Kalbe gelen her türlü karanlık ve bulanıklığın giderilmesi tövbe, istiğfar, pişmanlık ve Allah Teâlâ'ya ilticâ ile kolay şekilde mümkün olur. Ancak aşağılık dünyâ sevgisi yoluyla kalbe gelen karanlık kalbi mahveder. Onun izâlesi son derece zordur, hattâ imkânsızlığın son noktasıdır. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002:I/261) Peygamber Efendimiz (sav) hadîs-i şerîfinde konuyu gâyet güzel özetlemektedir: “Dünyâ sevgisi bütün günahların başıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, 1405:VI/388; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 1410:nr. 10458; ez-Zühd, 1996:nr. 247-248; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1405:nr. 1099)

Makâlemi İmâm-ı Rabbânî’nin genç dervişlerinden Şerafeddin Hüseyin’e gönderdiği mektubundaki şu özlü nasihatlerle tamamlamak istiyorum: “Yavrum, şu değersiz dünyânın câzibesi sakın seni aldatmasın! Hiçbir anlam taşımayan değersiz şatafatı seni kandırmasın! Dünyânın ne bir faydası ne bir değeri ne de devamlılığı vardır. Bugün her ne kadar bunu anlayamasanız da yarın elbette anlayacaksınız, ama faydası olmayacaktır.

Kulağını iniltime kapatmış duymuyor! Anlatıyor, ağlıyorum ama kabûl etmiyor.” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002:I/280)

Özetle, gelip geçici, ölümlü ve fânî olan bu dünyâda Allah yolunda yürürken hiçbir dünyâlık emel ayağımızı tökezletmemeli. Allâh’ın bize verdiği dünyâ nîmetlerini sâdece nefsimize hasretmeden ümmetin yetimleri ve muhtaçlarıyla paylaşmalıyız. Ömrümüzün her karesinde şer’-i şerîfin hükümlerine riâyette hassâsiyet göstermeli, dindarlığımızı sağlam ve kavî kılmalıyız. Dünyânın çivisini çıkartan, gezegenimizi sömüren, dünyâyı vîrân kılıp yaşanmaz kılan ehl-i küfre inat; dünyâdaki zulme, akan kanlara, dökülen gözyaşlarına, tefeciliğe, sömürü çarklarına merhamet elçileri olarak dur diyecek basîrete ermeliyiz. Ümmet olarak bizler de güç odaklarına teslîm olacaksak yazık insanlığın düştüğü bu izmihlâle! İslâm ümmeti olarak bizler inadına kirlenmemeye, yakıp yıkmamaya, saçıp savurmamaya, menfaatlerimizin kulu ve kölesi olmamaya özen göstereceğiz. Cadı kazanına dönen modern dünyâya insaf, adâlet, merhamet, iffet, mutluluk ve huzûrun taşıyıcıları olmak boynumuzun borcudur.

Mart 2019, sayfa no: 46-47-48-49

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak