Ara

Cennet Kadınlarının Seyyideleri

Cennet Kadınlarının Seyyideleri
İbn-i Abbas (ra) şöyle rivâyet etmiştir: Peygamber (aleyhissalatu vesselâm) dört çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Cennetlik kadınların en üstünleri Hatîce, Fâtımâ, Meryem ve Âsiye’dir.” Bu mübârek hanımefendiler Rasûlullah (sav) tarafından işte böyle medh edilmişlerdir. Validelerimizin nasıl özellikleri vardı ki Efendimiz tarafından böyle bir mevki için müjdelenmişlerdi? Kuşkusuz bu mübârek vâlidelerimizi anlatmak buraya sığmaz… Biz de yerimiz müsaade ettiği kadarıyla Cennet kadınlarının Efendilerinin üstün özelliklerini siz değerli okurlarımıza anlatmaya çalışacağız… HZ. HATÎCE (r. anhâ)[1] Rasûlullah’ın (sav) ilk hanımı olan Hz. Hatîce (r.anhâ) asâleti, güzelliği, zekâsı, yumuşak huyluluğu ve serveti ile Kureyş kadınlarından üstün bir durumda idi. Kendisini Câhiliyye döneminde bile ahlâk yönünden muhâfaza etmiş asil ve faziletli bir hanımefendi idi. Rasûlullah (sav) ile evlendikten sonra tüm servetini İslâm’ın yayılması için harcayıp tüketmişti… O, son Peygamber’in (sav) hanımı ve Rasûlullah’a ilk îmân eden hanım olma özelliğini taşıyordu. Peygamberimiz’e çok büyük bir aşkla bağlıydı. Evlendiklerinde Peygamberimiz 25, Hatîce Validemiz de 40 yaşındaydı. Ama aralarındaki bu yaş farkı ideal bir çift olmalarına ve birbirlerini sevmelerine engel değildi. Rasûlullah Efendimiz Hz. Hatîce ile 25 yıl süren evlilik hayatında başka bir hanımla evlenmemiştir. Ahlâk, karakter ve hayata bakış açısından değerlendirildiğinde bu iki insandan birbirine daha münasip başka bir çift gösterilemez. Cebrâil (as) bir gün Rasûlullah’la sohbet ediyordu. Hz. Hatice’nin gelmekte olduğunu haber verdi. Sonra şunları söyledi: “Hatice yanına geldiği zaman, ona Rabbi’nden ve benden selâm söyle! Ona cennette inciden yapılmış bir saray verileceğini müjdele!” Evet, Hz. Hatîce Validemiz hem Rasûlullah hem de Cebrâil tarafından Cennetle müjdelenmiştir… HZ. FÂTIMÂ (r. anhâ) Hz. Fâtımâ’nın (r.anhâ) çocukluğundan itibâren olgun, dik bir duruşu vardı. Mübârek anne-babasının hoşuna gitmeyeceği hiçbir şey yapmaz, onların sözünden çıkmazdı. Fâtımâ Validemiz Hz. Ali ile evleneceği sırada tüm evlenecek kızların örnek alması gereken üstün bir davranış sergiler. Babası Rasûlullah’a (sav) gider ve: “Babacığım, herkesin kızlarının mehri altın ve gümüşle takdir ediliyor. Benim mehrim de böyle olursa, Seninle diğerleri arasında ne fark olur? Gönlüm arzu ederdi ki, benim mehrim yarın mahşer gününde Senin ümmetinin günahkârlarının ilâhî afv ve mağfirete kavuşabilmeleri için ancak Senin şefaatin olsun” deyince Allah tarafından Hz. Fâtıma'nın bu dileğinin kabul olduğu Peygamber Efendimiz’e (sav) bildirilir. Hz. Peygamber de (sav) kızının bu asil davranışından çok hoşlanarak: “Aferin kızım, Peygamber çocuğu olduğunu belli ettin” buyururlar. Sonra Hz. Peygamber (sav) Hz. Ali’den almış oldukları 400 dirhem gümüşten 63 dirhemini ayırır. Geri kalanı Ümmü Seleme’ye (r. anhâ) verir ve Fâtımâ Validemizin çeyizi işte bu 63 dirhem ile alınır… Kâinatın Efendisinin güzeller güzeli kızının çeyizi sadece: sedir, yün yatak, yastık, battaniye, kilim, su içmek için maşraba, bir takım çamaşır, elbise ve bazı ufak tefek şeylerdi… Hz. Fâtımâ (r. anhâ), ibâdetlerini aksatmayan gerçek bir mütteki idi. Edeb yönünden o kadar üstündü ki vefat edeceğini hissettiği anda hemen Ümmü Rafi’den gusletmesi için yardım ister. Sonra döşeğini odanın ortasına serdirir, kıbleye yönelerek yatar ve şöyle der: “Ey anneciğim! Muhakkak ki vefat edeceğim saat geldi. Guslettim. Kimseye sargımı açma.” Mübârek Validemiz yanılmamıştır… Hemen oracıkta rûhunu Rahman’a teslim eder. Vefatından kısa bir süre önce de Hz. Esmâ binti Ümeys’e vefat ettiğinde tabutunun üzerinin örtülmesini vasiyet etmiştir. O yıllarda tabutların üzeri kapalı değildi ve cenaze açık bir vaziyette taşınıyordu. Fâtımâ Validemiz o kadar edebli idi ki tabutunun üzerinin örtülmesini istemiştir. O günden sonra da bu bir gelenek haline gelmiş ve tabutların üzeri örtülmüştür. HZ. MERYEM Hz. Meryem, dünyâya gelir gelmez annesi Hanne tarafından Beyt-i Makdis’e (Mescid-i Aksâ) din adamlarının yanına götürülmüş ve Allah yolunda Beytullah hizmetkârı olarak yetiştirilmiştir. Bu din adamlarının arasında teyzesinin zevcesi olan Hz. Zekeriyya’da bulunuyordu. Bu nur topu gibi güzel bebeğin bakımı için herkes birbiriyle yarışıyordu. Meryem’in yetiştirilmesinde en yetkili isim ise eniştesi Hz. Zekeriyya idi. Hz. Zekeriyya onu “Mihrab” adında hazırlanan bir odaya yerleştirdi. Orada büyüyen Meryem tüm zamanını ibâdet ederek geçiriyordu. Yıllar ilerledikçe Meryem’de olağanüstü haller görülmeye başlandı. Hz. Zekeriyya ne zaman Mihrab’a girse Meryem’in yanında değişik meyveler görüyordu. Hem de yaz mevsiminde kış, kış mevsiminde yaz meyveleri… Odasından dışarıya hiç çıkmayan, yanına da ihtiyaçlarını getirmek üzere eniştesi Zekeriyya’dan başkası girmeyen Meryem’e eniştesi bir defasında: “Ey Meryem! Bu yiyecekler sana nereden geliyor?” diye sorar. Meryem: “Allâh’ın yanından gelmektedir. Hiç şüphe yok ki, Allah, dilediği kuluna, hisaba sığmayacak rızık verir” cevabını verir. İffet sahibi Meryem’in bu cevabını Yüce Rabbimiz daha sonra Kur’ân-ı Kerîm’ine almıştır. İşte cennet kadınlarının seyyidelerinden olan mübarek validemiz hem Allah katında hem de dinler muvacehesinde böyle şereflendirilmiştir. Bir gün melek Hz. Meryem’e gelerek şunları söyler: “Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyyet verdi. Seni tertemiz (büyüttü), Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı. Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan, secde et ve rükû’ edenlerle berâber rükû et!”[2] Bu vahiy üzerine ibâdet ederken rahatsız edilmemek için Beyt-i Makdis’in doğu tarafında inzivaya çekilir. İnsanlar kendisini görmesin diye bir perde çekerek ibâdetine başlar. Fakat âniden karşısında yakışıklı bir erkek belirir. Nerden geldiği belli olmayan bu erkek karşısında ürken Meryem: “Ben senden, Rahman olan Allâh’a sığınıyorum. Eğer Allâh’a karşı saygılı bir kişiysen burasını terk et ve beni rahatsız etme” der. Fakat Meryem’in korkusu yersizdir. Gelen Cebrâil’dir: “Hani melekler demişti ki: ‘Ey Meryem! Şübhesiz Allah, seni, tarafından bir kelimeyle (bir çocukla) müjdeliyor! İsmi, Meryemoğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyâ ve âhirette şereflidir ve Allâh’a yakın kılınanlardandır. Hem beşikte ve yetişkin hâlde insanlarla konuşacak ve sâlih kimselerden olacaktır.”[3] Nihayet korkusu geçen Hz. Meryem: “'Bana bir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın da olmadığım hâlde benim için bir oğul, nasıl olabilir?”[4] der. Artık Hz. İsa’nın müjdesi verilmiş, kendisine asla bir erkeğin yaklaşmadığı iffetli Meryem, Allâh’ın “kün” yani “ol” demesiyle hamile kalmıştır. Hz. İsa’ya “Allâh’ın kelimesi” denmesi de buradan gelmektedir. Kuşkusuz Hz. Âdem’i yoktan vâr eden Yüce Rabbimiz, Hz. İsa’yı da babasız yaratmaya muktedirdir. Cebrâil (as) Hz. Meryem’e üfürür ve sonra da ortadan kaybolur. Hamile kalan Meryem beş büyük Peygamberden biri olan Hz. İsa’yı dünyâya getirecektir, fakat bekâr bir kızın hamile olduğunu çevresine açıklaması nasıl olacaktır? İşte bunun sıkıntısı ile birara: “Keşke ben bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!” der. Doğum vakti gelen Hz. Meryem Beyt-i Makdis’i terk ederek ıssız bir yerde yapayalnız doğum ânını beklemeye başlar. Böyle üzüntülü olduğu sırada bir ses duyar: “Derken (Cebrâîl) ona (hurma ağacının) aşağısından şöyle seslendi: ‘Üzülme! Şübhesiz ki Rabbin, alt tarafında bir su arkı meydana getirdi. Hem hurma ağacını kendine doğru silkele ki üzerine tâze hurmalar dökülsün! Artık ye, iç ve gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görecek olursan: ‘Doğrusu ben, Rahmân için (susma) oruc(u) adadım; bu yüzden bugün hiçbir insanla aslâ konuşmayacağım!’ de!”[5] Denilenleri yapar ve bebeğini dünyâya getirdikten sonra yavrusunu da alıp Kudüs’e gider. Fakat onu kucağında bir bebekle görenler hemen yanlış şeyler düşünüp Meryem’e hesap sorarlar. Sükût orucu tutan Meryem parmağıyla bebeğin kendisine ait olduğu işaretini yapar. Bunun üzerine çevresindeki insanlar iyice sinirlenir. Meryem’in kendileriyle konuşup herşeyi açıklaması gerektiğini söylerler. Meryem yine çocuğu işaret eder ve bebek konuşmaya başlar. Allâh’ın kulu ve Peygamberi olduğunu, kendisine kitap verildiğini söyleyerek tebliğ yapar. Bunun üzerine insanlar iffet âbidesi Meryem’i rahat bırakarak kafalarındaki bütün şüpheleri silerler ve Meryem’e: “Sen yine bildiğin gibi ibâdetini yap” derler. Hz. Meryem de eski hayatına geri döner… HZ. ÂSİYE Hz. Âsiye Validemiz, Firavun’un hanımı idi. Biz burada Âsiye Validemizin Hz. Mûsâ’yı yetiştirmesinden değil de kuvvetli îmânı sonucu mertebesinin nasıl yükseldiğinden bahsedeceğiz. Bilindiği üzere Mısır Firavunlarının üçüncüsü olan Velid b. Mus’ab çok zalim biri idi. Firavun ilk önce kavminin putlara tapmasını istedi. Fakat daha sonra kendisi ilahlık iddiasında bulunarak: “Sizin en yüce Tanrı’nız benim” diyerek halkına kendisine tapmaları emrini verdi. Ancak îmânlı bir kadın olan Âsiye, onun bu zorlamalarına asla uymadı. Âsiye, bir Allâh’a tapıyordu ve ibâdetlerini asla aksatmıyordu. İbâdet zamanı gelince odasına çekilerek ibâdetlerini gizlice yapardı. Hz. Âsiye bu durumu uzun müddet idâre etti. Sonra Firavun’un diğer hanımı Hazakiyel’in işkencelere maruz kaldığını ve öldürülüşünü izleyen Âsiye, meleklerin Hazakiyel’in rûhunu nasıl aldıklarını ve ona ne tür ikramlar yaptıklarını müşahede edince îmânı daha bir güçlenmiş ve Firavun’a: “Yazıklar olsun! Yuh olsun sana ey Firavun! Allâh’a karşı gelmeye nasıl cesaret ediyorsun, inanmışlara işkenceyi nasıl reva görüyorsun?” diyerek çıkışır ve Allâh’a îmân ettiğini açıkça söyler. Bu cesur yürekli kadın artık her şeyi göze almıştır. Firavun Âsiye’ye: “Ya Mûsâ'nın ilahına küfreder, onu tanımazsın, ya da işkenceler altında can verirsin.” diyerek tehdit eder. Hz. Âsiye, Allâh’a asla karşı gelmeyeceğini söyleyince Firavun çılgına döner ve Âsiye’ye de işkenceler yaptırır. Hz. Âsiye Allâh’a yalvarır ve: “'Rabbim! Senin katında benim için Cennette bir ev yap, beni Fir'avun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar, hem beni bu zâlimler topluluğundan kurtar!”[6] diye duâ eder ve gâibden bir ses duyar, ses ona: “Başını yukarı kaldır” der. Âsiye başını yukarı kaldırır, kendisi için yapılmış sarayı görünce gülümser. Gülümsediğini gören Firavun: “Azâb içinde gülen deliye bakınız!” diye bağırır. Bunun üzerine Âsiye Validemiz şehâdet şerbetini içerek en sevgiliye kavuşur. Hz. Peygamber’in bir müjdesi vardır: “Allah, İmran kızı Meryem’i, Firavun’un hanımı Âsiye’yi ve Musa’nın kızkardeşi Gülsüm’ü Cennette bana zevce olarak vermeyi hükmeyledi.” Nurgül Dere
Dipnot; [1] Hatîce Validemizin hayatını dergimizin Ocak 2013 sayısında ve bendenizin “Hanım Sahabîler” adlı eserimde bulabilirsiniz. [2] Âl-i İmrân, 42-43. [3] Âl-i İmrân, 45-46. [4] Meryem, 20. [5] Meryem, 24-25-26. [6] Tahrîm, 11.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak