Ara

Birlikte Yaşlanmak Ama Nasıl?

Birlikte Yaşlanmak Ama Nasıl?

Evlilik veya aile gibi kavramlar dini ya da geleneksel bakış açısıyla toplumun bel kemiğini oluşturan ana unsurlardır. Dini yaşam tarzını benimsemiş ve bu kurallarla hayatını kuşatmış herkes için bu bakış açısı ana eksen olarak kabul edilir. Evliliğe dair kalıplaşmış söylemleri tekrar etmektense konuya geleneksel ancak dini bir kılıfla tabulaştırılmış kuralları sorunsallaştırmak, modernizmin, bireyselliğin ve kadınlara getirilen ekonomik özgürlüğün etkisiyle değişen “aile” kavramına kendi bakış açımla bu yazı vesilesiyle bir kere daha bakmak ve sizlerin muhakemesine sunmak istiyorum. İnsanlar daha spesifik anlamda Müslümanlar neden evlenmek ister? Sünneti yerine getirme isteği, hayatı paylaşmak, hayatın yükünü hafifletmek, mutlulukları artırmak, aile olma duygusu, Rabb’e karşı ümit ile korku arasında olmanın verdiği cesaretle dünyada işleyen kötü düzene rağmen bir çocuğun gelişimine şahitlik etmek buna katkıda bulunmak arzusu bu soruya verilebilecek cevaplardan bazılarıdır. Bu soruyu aslında evlenecek her bir birey kendine sormalı ve kendi cevabını bulmalıdır. Neden evleniyorum? Nasıl bir eş arıyorum? Nasıl bir yuva kurmak istiyorum? Kurulacak yuva tek kişinin çabasıyla devam etmeyeceği için eş adayında aranacak kriterler çok önemlidir. Evlilik, çocuk edinmek için de istenilebilir. Ancak hayal ettiğiniz çocuk imajını oluşturan en önemli etken eşinizdir. O nedenle eş seçimi evlilikte en temel husustur. Dinin tavsiyesi, aranabilecek özelliklerden olan güzellik, soy, zenginlik ve güzel ahlak kriterleri arasında güzel ahlakı öncelemektir.

Evlilikte geleneksel gerçeklik; sevgi, saygı ve hoşgörü…

Yeni evliyken eşimin bir akrabasını ziyarete gittiğimizde bize, evliliğin temel taşı olan şu sözün iyice beynimize kazınması gerektiğini söylediler. “Evliliği sürdürecek ana formül; sevgi, saygı ve hoşgörüdür” dediler. Zaman geçtikçe bu sözün realitedeki karşılığını daha iyi anlıyorum. Sevgi evliliğin oksijeni ise saygı da suyu imiş. Hoşgörü olmadan da beşeri hatalarımızın üstü örtülmüyormuş. Popüler bir söylem ama onu da zikretmek istiyorum. Evlilikte duygusal bağları diri tutmak için eşler birbirlerine zaman ayırmalı ve bunu ihmal etmemeli. Bireyselliğini koruma, özdeşleşmenin sakıncaları… Bu alt başlık ilk etapta modern öğretilerin etkisinde oluşmuş gibi bir algı oluştursa da yaşanan tecrübeler göstermiştir ki eşle-çocuklarla özdeşleşmek, kendini onlarla var saymak, “onlar yoksa bende yokum” gibi bir inanç kişiye evlilikte yaşanabilecek huzursuzluklarda veya aileden birinin muhtemel vefatında kendisine de hayat hakkı tanımamaktır. Oysa “evet ben eşimle-çocuklarımla çok mutluyum ancak beni var eden değer onlar değil. Ben öncelikle bu hayatta kulluk vazifemi yapmak için görevlendirildim. İyi eş olmak, iyi anne veya baba olmak bu büyük rolün küçük varyasyonları” demek sadece psikolojik olarak insanı rahatlatmıyor, dini açıdan da gönlün sahibi Allah’a karşı gönlümüzdeki en büyük yeri O’na teslim ediyor. Dolayısiyle evlatları birer emanet olarak görmek, görevlerimizi yerine getirip onların sahibiymişiz gibi davranmamak manevi anlamda bize daha fazla kazanç sağlıyor.

Çocuklarla birlikte büyümek, bilgi-birikim elde etmek…

Evlilikte eşine ve çocuklarına adanmış bir hayat tarzı yaşamak kişinin gelişimini kısırlaştırıyor, duygularını körleştiriyor ve saplantıya dönüştürüyor. Oysa ‘kendini geliştirme, birbirini geliştirme’ yöntemi herkesi birbirinden özgür bırakarak bir arada tutan, mutlu kılan, üretimin verdiği sinerji ile huzuru bereketlendiren alternatif bir formül. Ailede genellikle erkek eş zaman geçtikçe iş ortamının da verdiği sosyallikle kendini geliştirmekte aktiftir. Çocukların gelişimi de eğitim konusunda zaten doğal sürecindedir. Anne konumundaki kadın eş ise adanmış kurban rolündedir. Saçını süpürge ederken hep bir teşekkür hep bir taltif bekler. Bu durumun farkında ve vicdanlı bir eşi varsa hem adanmış hem de şanslı bir kadındır. Ancak çoğu kez bu durum sukut-i hayale uğrar. İşte o zaman anne kadın sinirli, çekilmez ve tehlikeli(!) olabilir. Bu hallerin biz kadınlardan uzak olması içinse ister çalışalım ister ev hanımı olalım kendimize özel bir dünyamızın da olması gereklidir. Bu özel dünya kimi zaman bizim için öğretici faaliyetleri kapsamalı kimi zaman ise hobilerimizle bizi eğlendirmeli.

“Nasıl olsa değişir, değiştirebilirim” söylemi uzun vadede eşlere sorun yaşatıyor…

Bu bakış açısı toplumda yaygın görülmekte ve sonuçları da çoğu kez acı olmaktadır. Psikolojide ‘davranışı değiştirmenin ancak iç dinamiklerle olabilirliği’ söylemi vardır. Dış etkenler yönlendirici olabilir ancak kişinin kendisinde o yönde istek ve çaba yoksa etkisi başarıya ulaşamaz. Uzun vadede bu yönlendirici-ısrarcı tutum kişiyi agresyona sürükler. Bu durum stres kontrolü zayıf kişiliklerde şiddetle sonuç bulur. Bu durumu şöyle örneklendirelim; damat adayı dindar bir aileden geliyor, ahlaki durumuyla çevresinden övgü alıyor ancak namaz kılmıyor. Gelin adayının evlilik kriterlerinde namaz kılan bir eş adayı olmasına rağmen çevresindekiler “evlenince nasıl olsa kılar, sen onu yönlendirirsin” diyorlarsa burada bir sorun var demektir. Örneği bir de gelin adayı tarafından verelim; gelin adayı muhafazakâr bir bakış açısına sahip ancak tesettürlü değil. Damat adayına “ boşver, bir şey olmaz, nasıl olsa sen evlenince onu kapatırsın” demekte bir o kadar sakat bir anlayıştır. Hem ibadetler eş için değil Allah (cc) için yapılmalı değil midir? Değiştirmeyi seçenler bir o kadar zor ve meşakkatli bir yola girdiklerini, bu yolda başarı yüzdesinin çok düşük olduğunu bilmeliler.

‘Birlikte yaşlanmak’ çoğu evli insanın tutkuyla istediği bir hayaldir.

Bu hayal gerçek olabilir. Ancak toplumumuzda “olmak zorunda” gibi bir bakış açısı var. Neden? Diye sorulduğunda dul yaşamanın zorlukları olduğu için, ekonomik zorlukları olabileceği için, baba evine yeniden dönmemek için, çocuklar için, çocukların psikolojisi için… Bireysel kaygıları anlıyorum ama çocuklar için kaygılanma durumu onların sahibiymişiz gibi davranmak anlamına gelmiyor mu? Herkesin evlenme kriterleri farklıdır. Nasıl bir insanı seçerken aradığımız özellikler farklıysa, ayrılma kriterlerimizde farklıdır. Dini açıdan boşanma durumları belirlenmiştir. Buna göre kişi için “geçerli-elle tutulur” bir durum söz konusuysa ayrılabilmeli ve bu ayıplanmamalıdır. Dinen bu süreçler çok kolay ve bazen gerekli görülmüştür ancak toplum bunu o kadar zorlaştırıyor ki bunu “ayıp” kabul ederek baskı altında tuttuğu eşlerden hangisiyse adeta onu aile kurumuna hapsediyor. İslâmi temeller üzerine kurulmayan hiçbir kurum başarıya ulaşamaz. Önünde-sonunda çatırdar ve çöker. Bu ister aile kurumu olsun, ister eğitim kurumu isterse devlet kurumu olsun. Evlilik ve aile konuları yazılıp-çizilirken veya tartışılırken bazı başlıkların açılması bazı soruların da sorulması gerekiyor. Birazdan soracağım sorulara burada cevap aramayacağım. Ancak sormuş olmanın şimdilik yeterli olacağı kanısındayım. Aile kavramı Türkiye genelinde farklılaşıyor, dinamikleri değişiyor. Dindar camia bu durumun farkında mı? Tartışmaya açtı mı? Yoksa pek çok sorunumuz için yaptığımız şeyi yapıyor, kolayı seçiyor ve hiçbir şey yokmuş gibi davranıp, üstünü mü örtüyoruz. Özet olarak dindar camia da “aile” kavramı sorunsallaştırılıyor mu? Evlilikte erkek ve kadın rolleri yeniden düzenleniyor. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramına dindar camia nasıl bakıyor? İslâmcı feminist kadınlar nereden çıktı? Neden referansları bize uymayan bir düşünce akımıyla kendi kimliklerini ifade etmeyi seçiyorlar? Aile değişiyor. Ailenin değişiminde erkeklere sorulduğunda “suçlu”; çalışmaya başlayan, dış dünyayla tanışan kadının başını döndüren ekonomik özgürlük. Kadınlara sorulduğunda ise erkeklerin İslâm’ı işlerine geldiği tarafa yontmaları ve ilkesiz davranmaları. Boşanma istatistiklerine bakıldığında boşanma nedenleri; sadakatsizlik, şiddet, geçimsizlik vs. hal böyleyken İslâmî jargondan bakarsak Sevgili Peygamberimiz’in (sav) eşlik modeli bugünün dindar Müslüman kadınlarının idealize ettikleri bir modelken dindar erkekler eş rolünde Peygamber Aleyhisselam’ı ne kadar örnek alıyorlar? Soruyu sormak, sorun alanını netleştirmek, sorunu kabul edip çözüm için bir adım atmaktır. Bu bağlamda bu soruları önemsiyorum. Aile kavramını önemseyen biri olarak değişim sürecinde buna İslâmi çözümler bulamazsak bizlere, çocuklara, geleceğimize ve topluma yazık olacak. Bu süreçte her birimize düşen kendi konumumuzu sorgulamak ve daha iyi Müslüman olma yolunda bilgi sahibi olmak, amele aktarmak için de adım atmaktır.

Betül Soysal Bozdoğan

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak