Ara

Bireyin/Sâlikin İlâhî Nazarlara Muhatap Olması: Tecellî

Bireyin/Sâlikin İlâhî Nazarlara Muhatap Olması: Tecellî
‘Eylese bir kez tecellî şübhesiz Raksa gelür Tûr-ı ten devrân ider’1 Sûfî düşüncede, Rabbânî nurları yansıtmaya hazır bir ayna hâline gelen kalbe Allah Teâlâ’nın sağlam ve tereddütleri bertarâf eden ikramları/tecellîleri, ma’rifete yâni hakîkat bilgisine ulaşmanın en sağlam yolu olarak kabûl edilmiştir.2 Sözlük anlamı ‘âşikâr olmak, açığa çıkmak ve görünmek’ olan tecellî; ‘görünmeyenin kalplerde görünür hâle gelmesi3 şeklinde tanımlanmıştır. Tasavvufta tecellî; Hakk’ın zât, sıfat ve esmâsının zuhûru olarak kabûl edilmiştir.4 Sûfîler, Hz. Peygamber’in (sav) ‘Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı.’5 hadîs-i şerîfinden hareketle insanda yaratıcıdan bir pâye olduğu kanâatindedirler. Buna göre insan, âlemin küçük bir numûnesi olması hasebiyle Allah Teâlâ’nın kâinâta yâni makrokozmik âleme bir tecellîsi konumundadır.6 Tecellî mevzûunu anlatabilmek için sûfîler sıklıkla ayna metaforuna başvurmuşlardır. Buna göre, âlemdeki bütün oluşlar ve eylemler Allah Teâlâ’nın isimlerinin deverânıyla gerçekleşmektedir ve insan, kendisinde Allah Teâlâ’nın isimlerinin açığa çıktığı bir varlıktır.7 Bir başka ifâdeyle insan Allah Teâlâ’nın zât, sıfat ve esmâsına ayna konumundadır.8 Son dönem mutasavvıflarından Hulûsî-i Darendevî şu beytinde İlâhî tecellîlere mazhar olabilmek için gönlü temiz bir ayna hâline getirmenin öneminden şu şekilde bahsetmiştir: ‘Kendini mir’ât kıl tâ kim tecellî ede Hak Kendin idrâk eyleyenler ile derd-nâk olagör’9 Ayna metaforuna sıklıkla başvuran İbnü’l-Arabî, tecellî sürecini ve bu süreçte sâlikin dikkat etmesi gereken belli başlı hususları ise şöyle dile getirmiştir: ‘Tecellî eden şey, yalnızca kendi sûretini Hakk’ın aynasında görmüştür; yoksa Hakk’ı görmemiştir. Zâten sûretini ancak kendisinde gördüğünü bildiği durumda, Hakk’ı görmesi mümkün değildir. Bu durumda Hakk, gören kişi için bir ayna gibidir. Kişi, sûreti aynada görünce, sûretleri veya kendi sûretini ancak gördüğünü bildiği halde, aynayı göremez. Allah, bu ayna örneğini zât tecellîsi için bir misâl olarak ortaya koymuştur. Böylece tecellî edilen, Hakk’ı görmediğini bilir. Görme ve tecellîye, bundan daha yakın ve benzer bir örnek yoktur. Aynada bir sûreti gördüğünde, aynanın cismini de görmeyi bir dene, kesinlikle göremezsin. Hattâ aynalardaki görüntülerde durumun böyle olduğunu algılayan bâzı insanlar, görülen sûretin, görenin gözü ile ayna arasında (perde) olduğu fikrine varmıştır. (Bu sebeple aynanın görülmesi mümkün olmaz.).’10 Tasavvufî düşüncede insana verilen ulvî değeri göstermesi bakımından önemli olan bu göstergelerin yanında sûfîler, tecellî kavramı etrafında kalp, gönül saflığı, vahdet, kesret ve daha birçok konuyu da ele almışlardır. Sûfî düşünceye göre, tecellî eden zât herhangi bir şeyle sınırlandırılamadığı için tecellîler de sonsuz ve tekrarsız bir şekilde meydana gelmektedir. Bütün kâinattaki tecellîler içerisinde insana olan tecellî, yaratıcısı katında insanın değeriyle doğru orantılı bir şekilde çok yüksek bir değere sâhiptir. Çünkü Allah Teâlâ’nın tecellîlerine en müsâit yaratılan varlık insandır ve şeytandan Hz. Âdem’e secde etmesinin istenmesinin hikmeti de insanın bu kıymetinden kaynaklanmaktadır: ‘İblis, senin hakîkatini görmedi de ‘Niçin topraktan yaratılana    secde    edeyim?’ dedi. İnsan topraktan yaratıldı ama göründüğü gibi bir sûretten, bir gölge varlıktan ibâret değildir! Gözlerini ovuştur da iyi bak; onda celâl nuru, ilâhî nur parlamada, göz kamaştırmadadır.11 Akıl yoluyla bilmenin aksine İlâhî tecellîlerle elde edilen keşfî bilginin ma’rifet anlayışı için değerini dile getiren sûfîler, ma’rifete ulaşmada yâni tecellîlere mazhar olabilme sürecinde bireyin/sâlikin riyâzet, seyr u sülûk ve mücâhedeye dayanan bir metodu tâkip etmesinin öneminden de bahsetmişlerdir.12 Yûnus Emre’nin ‘Temiz et gönlünü, Yâr gelecek kondurmaya’ dizeleriyle Şems-i Sivasî’nin; ‘Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk, Pâdişah konmaz sarâya hâne mâmûr olmadan’ dizeleri bu gerçeği işâret için dile getirilmiş dizelerdir.13 Sûfîlerin bu ve benzeri şekilde dile getirdikleri nakillerden onların akla dayalı bilgiyi kazanmak yerine, zevke dayalı yâni sezgisel ve vicdânî bilgiyi elde etme yolunu tercih ettiklerini anlamaktayız.14 İlâhî Tecellîlerin Mekânı: Kalp/Gönül ve Sûfîlerin Kalbe/Gönle Bakışları Sûfîler, tecellîlerin net/berrak ve ma’rifete ulaştırıcı etkisinin olabilmesi için sâlikin/bireyin görüntüyü net/berrak ve etkili bir şekilde yansıtabilecek nitelikte bir aynaya/kalbe sâhip olması gerektiğini söylemişlerdir: ‘Ol mâhı görünmez diyü ‘âşık niçün ağlar, Işk ile meger âyinesi sâf degüldür’15 Gönülde berrak/net bir tecellînin gerçekleşebilmesi için tasfiye-i nefs, tezkiye-i kalp yapılmalı, rûhu ve kalbi örten kirler ve perdeler kaldırılarak mânevî âlemde ilâhî ve ezelî hakîkatleri kavrayabilecek bir hâle getirilmelidir.16 Kalp/gönül öyle bir mekândır ki hiçbir zaman ve mekâna sığmayan Mevla, âşığın kalbine sığmaktadır. Çünkü gönül, aşkın mekânı ve nazargâh-ı İlâhî’dir.17 Hz. Mevlânâ’nın, ‘Dedim ki: ‘Ey benim sevgili güzelim! Senin evin nerede bulunur?’ Dedi ki: ‘Senin yıkılmış virân olmuş gönlünde!’ Ben güneşim, yıkık yerlerin tâ içine vururum, aydınlatırım. Ey aşk sarhoşu! Senin de evin yıkılsın, yıkılsın da senin harap gönül köşkün benim evim olsun18 tespitleri tam da bu husûsu işâret için dile getirilmiştir.19 Sûfîlere göre gönle bahşedilen ilham/tecellî ile sâlik vahdetin sırrına erer ve gerçekte Allah Teâlâ’nın varlığından başka her şeyin gölge varlık mesâbesinde olduğunu idrâk eder.20 Hakk’a vâsıl olma anlamına gelen bu mânevî hâl/makam sâlikin/sûfînin temel hedefi olmalıdır.21 Tecellînin kıymetini ifâde için sûfîlerin gayret gösterdiklerine de şâhit oluruz. Tecellînin sâlikin seyrindeki/gidişâtındaki önemine vurgu yapan sûfîlerden birisi Hamza Nigarî’dir. O, şu beytinde konunun önemini dile getirmiştir: ‘Muztarib olmaz idim bâdiye-i sevdâda  Virmeseydi eger ey mâh tecellîn harekât22 Sonuç Olarak Sûfîler, tecellî düşüncelerini/tecrübelerini ‘Allah Teâlâ’nın fiil ve isimleriyle bilinebilir/mâlûm olduğu’ fikrinden hareketle şekillendirmişlerdir. Sûfî düşünceye göre, Allah Teâlâ’nın tecellî alanı varlık ve olaylardır ki insan varlığın nüvesi/çekirdeği/özü ve hem de meyvesi konumundadır. İnsan/birey/sâlik Allah Teâlâ’nın halîfesi olduğu için kemâl dereceye ulaştığı zaman Allah Teâlâ’nın zât, sıfat ve isimlerinin mükemmel bir şekilde tecellîsine mazhar olan varlıktır. İnsan-ı kâmil, Allah Teâlâ’nın tecellî ettiği bir ayna mesâbesindedir. Keşf/mükâşefe, müşâhede, vahdet ve gönül saflığıyla konuyu geniş bir yelpazede değerlendiren sûfîler, bu düşünce sistemiyle/görüşleriyle/tecrübeleriyle Allah Teâlâ’nın ve tasavvufî sistemin insana verdikleri değeri de gözler önüne serme imkânı bulmuşlardır. Çalışmamızı Mehmed Sıdkî Efendi’nin ‘cemâl’ ve ‘celâl’ tecellîlerinin sâlike tesirini dile getirdiği şu beytiyle noktalayalım: ‘Cemâlinle senin ‘âşık şetâret arturur her dem Tecellî-i celâlinle fazâhat arturur her dem’23 Abdullah Sivaslı (EYLÜL 2016) Dipnotlar: [1] Abdullah Eren, Mehmed Sıdkî Dîvânı, KB Yay., Ankara 2012, s.135. 2 İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, c. III, s.79-80. 3 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.345. 4 Mahmut Erol Kılıç, Tasavvufa Giriş, Sûfî Kitap, İstanbul 2012, s.49. 5 Buhari, İstizan 1; Müslim, Birr 115. 6 Ömer Yılmaz, Zaman ve Mekânı Aşan Söylemleriyle Yunus Emre’de İnsan Anlayışı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım 2013, 14 (Özel Sayı), s.162. 7 Semih Ceyhan, ‘Tecellî’, İA, c.XL, s.241-242. 8 Mehmet Atalay, ‘Düşünce Tarihinde Epistemolojik Bir Denge Unsuru Olarak Ayna Metaforu’, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, Sayı: XII, s.138. 9 Hulûsî-i Darendevî, Divan, s.79. 10 İbnü’l‐Arabî, Fusûsu’l‐Hikem, Çeviri ve Şerh: Ekrem Demirli, Kabalcı Yay., İstanbul 2006, s.48. 11 Mevlâna, Mesnevî, c.VI, s.658, (Beyit No:4589) 12 Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuf, Milenyum Yay., İstanbul, 2000, s.66. 13 Ahmed Zerruk da aynı noktanın altını çizmiştir. Bkz., Kadir Özköse, ‘Ahmed Zerruk, Hayatı ve Tasavvufî Düşüncesi’, CÜİFD, c.XII/2, Sivas 2008, s.176. 14 Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyâda Geleneksel İslâm, Terc. S. Şafak Barkçın ve Hüsamettin Arslan, İstanbul 1989, s. 139. 15 Nurgül Karayazı, ‘Nev’î Yahya’nın Aynası’, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 13 ( İstanbul 2014), s.43. 16 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.345. 17 Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir, İnsan Yayınları, İstanbul 2007, s.184. 18 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr (Seçmeler-Rubâîler), c.IV, Haz. Şefik Can, Ötüken Yay., İstanbul 2006, Beyit No: 919. 19 Mevlânâ’nın gönülle ilgili değerlendirmeleri için bkz., Salih Uçak, ‘Mevlânâ’nın Rubailerinde ‘Gönül İstiaresi’, Turkish Studies, Volume 7/3, Summer 2012, s.2481-2490. 20 Mehmet Ulucan, ‘Niyazi-i Mısrî’nin Şiirlerinde Varlık Anlayışı’, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.XIX, Sayı: I, s.35; İsmail Fenni Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, haz. Mustafa Kara), İnsan Yay., İstanbul 2008, s.11-12. 21 Ahmet Talat Onay, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’î, (Hzl: Cemal Kurnaz), Akçağ Yay., Ankara 1996, s.233. 22 Nigarî, Divan, s.84. 23 Eren, Mehmed Sıdkî Dîvânı, s.180.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak