Ara

Bireyin/Sâlikin Hayat Sermâyesini İlâhî Rızâ Hassâsiyetiyle Yaşama Gayreti: İhlâs

‘Bî-hulûs olmaz ibâdetler kabûl Muhlisin kâlbinde pinhândır hulûs Tâ‘at olmaz olmasa terk-i riyâ Mûcib-i ihsân u gufrândır hulûs’1 Kelime anlamı olarak ihlâs, ‘temizlemek, riyâsız ibâdet etmek, sevmek’ gibi anlamlara gelmektedir. Bu içerik, Allah Teâlâ’nın Zümer Sûresi’nin üçüncü âyet-i kerîmesinde ‘Dikkat edin hâlis din Allah içindir’ buyurmasından hareketle gündeme getirilmiştir. Bir terim olarak ihlâs, ‘ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sâdece Allah için yapmak’ şeklinde târif edilmiştir.2 İhlâs, kendisine ulaşmakla emrolunduğumuz bir hissiyattır. Bu konuda Allah Teâlâ, ‘Hâlbuki onlar, yalnızca Allâh’a yönelip dîni Allâh’a has kılarak/her bakımdan ona ihlâsla bağlanıp itaat etmek sûretiyle hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. İşte bu dosdoğru dindir3 buyurmuştur. Yine Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Mûsâ ve Hz. Yûsuf’tan, ihlâsa erdirilmiş kul olmaları özellikleriyle övgüyle söz edilmiştir.4 İhlâs sâhibi olan kullarını Allah Teâlâ’nın ne denli sevdiğine dâir birçok örneği Kur’ân-ı Kerim’de görmek mümkündür.5 Hz. Peygamber (sav) de ihlâslı bir kul olabilmenin önemi üzerinde durmuş6 ve ‘Yâ Rabbi! Beni sana karşı ihlâslı bir kul yap’ şeklinde duâ etmiştir.7 Sûfîler, bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerden hareketle ihlâssız yapılan amellerin kabûl edilmeyeceği düşüncesiyle hayatlarını anlamlı kılmaya gayret göstermişlerdir.8 Kuşeyrî’nin (ks) kudsî hadis olarak eserinde naklettiğine göre Allah Teâlâ, ihlâsın kendi sırlarından bir sır olduğunu ve bu sırrı kulları içerisinden sevdiklerinin kâlbine emânet edeceğini bildirmiştir.9 İşte bu sırra bir nebze de olsa sâhip olan kimseyle bu güzelliklerden mahrum kalanların durumlarını Mehmet Zâhid Kotku (ks) şu ifâdelerinde çarpıcı bir şekilde dile getirmiştir: ‘Kulda ihlâs olunca, ameli az da olsa kıymeti yüksektir. Meselâ, bir pırlanta veya yâkut insanın ömrüne ve silsilesine nasıl yeterse, ihlâs da tıpkı böyledir. Az da olsa kıymeti çok yüksektir. Amellerin az veya çok olması mühim değildir. Yalnız yapılan amellerin ind-i İlâhî’de kabûle şâyân olması gerektir. Mâlûm ki ihlâstan hâlî ameller, ind-i İlâhî’de makbûl değildir.’10 Sûfîlerin ihlâs konusundaki genel görüşlerini yansıtması bakımından Mehmet Zâhid Kotku’nun (ks) bu ifâdeleri önemlidir. Hatta sûfîler, ihlâsa ulaşabilmek için ‘uzlet’ ve ‘halvet’ uygulamalarına başvurduklarını ifâde etmişlerdir.11 Yâni onlar, ihlâsı elde etmeyi ulaşılması gereken bir hedef olarak görmüş ve bu hedeflerine ulaşabilmek için gayret göstermişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de yüz on ikinci sırada karşımıza çıkan sûreye ‘İhlâs Sûresi’ adının verilmesi de bu anlamda çok mânidârdır. Çünkü bu sûre-i celîle Allah Teâlâ’nın tek oluşundan, O’nun ‘Samed’12 sıfatından, doğurmayıp doğurulmadığından ve hiçbir kuvvetin O’na denk olmadığından bahsetmektedir.13 Bu sûre-i celîle, lisân-ı hâliyle tek olan, herşeyin kendisine muhtaç olduğu kendisinin ise hiçkimseye muhtaç olmadığı, doğmak ve doğurmak gibi âcizliklerden uzak olan ve kendisine hiçbir kuvvetin denk olmadığı Allah Teâlâ için kulun/sâlikin yaşamını sürdürmesini telkin etmektedir. Hz. Peygamber’in (sav) ifâdeleriyle bu sûre-i celîle Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birine denk olan bir mâhiyete sâhiptir. Bu hadîs-i şerif üzerinde düşünüldüğünde, îmânı ve îmânın gösterdiği istikâmette bir hayâtı bireye/sâlike telkin eden bu sûre-i celîlenin Müslüman/sâlik açısından ne denli önemli olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bu sûre; îman, ibâdet ve ahlâk boyutuyla her türlü şirk, nifak, riyâ ve süm’adan uzak bir şekilde Allah Teâlâ’ya ibâdet etmeyi ve kulluk bilincini dâimâ Allah Teâlâ’nın rızâsına endeksleyerek bir ömür sürmeyi bireye/sâlike emretmektedir ki işte bu mânâ tam da sûfîlerin altını çizmeye çalıştığı husûsa işâret etmektedir.14 Meşhur sûfî Zünnûn-ı Mısrî ihlâsı şöyle târif etmiştir: ‘Hayırlı işlerden dolayı övülmeyle yerilmenin kişide eşit olması, işlenen amellerin unutulması ve sevap almayı gerektirdiğinin düşünülmemesi ihlâsın alâmetleridir.’ Yine ona göre ihlâslı kul, amel ve ibâdetlerin sâhibi olarak kendini görmemelidir.15 Şâir bu noktaya şu veciz ifâdelerle değinmiştir: ‘Âşık der incidenden/ İncinme incidenden/ Kemâlden noksan imiş/ İncinen incidenden.’ Sûfîler, ihlâslı kulun/sâlikin yalnızlığı ve kimsenin görmediği yerlerde ibâdet etmeyi kendisine şiâr edinmesi gerektiğinden de bahsetmişlerdir.16 Onların bu noktanın altını çizmesi, gösteriş/riyâdan amelleri koruyup sırf Allah rızâsı için kulluğa yönelme yâni ihlâsı elde edebilme hedefinden kaynaklanmaktadır.17 Kişinin/Sâlikin Kendisini Dev Aynasında Görmesine Sebep Olan Hastalığın/Riyânın Panzehiri Olarak İhlâs İhlâs, Rabbimiz ve insanlarla ilişkilerimizde bizi hüsrâna uğratan riyânın yâni gösteriş ve kendini beğenmenin panzehiri olarak görülmüştür. İnsanın yaratıcısı karşısında kibre kapılması tıpkı şeytânın uğradığı gibi bir âkıbetle karşı karşıya kalmasına sebep olacaktır. Belki de bu sebeple Allah Teâlâ, şeytan ile insanın ilk buluşmasından geriye kalan şu hâtırayı paylaşarak şeytânın düştüğü hatâya düşmememiz konusunda bizleri uyarmıştır: ‘İblis, "Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hâriç, onların hepsini azdıracağım" dedi.18 Bu âyet-i kerîmede şeytânın tasallutlarından kurtulmanın ihlâsa bağlı olduğu ifâde edilmiştir. Allah Teâlâ, şeytânın kibir ve riyâsından kaynaklanan bu meydan okumasına ‘Doğrusu benim mümin kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz. Rabbin vekîl olarak yeter’19 buyurarak gerekli cevâbı vermiştir. Burada da Allah Teâlâ, ‘kullarım’ şeklindeki ifâdesiyle ihlâslı olan kullarını sâhiplenmiş ve şeytânın aldatmacalarına karşı samîmî/ihlâslı kullarını koruyacağını ifâde etmiştir. Hz. Mevlânâ’nın (ks) ifâdesine göre ihlâs ve samîmiyetten uzak, salt gösteriş yapmayı amaçlayan kimse gönlüyle inkâr eden ama bedenine güzel koku süren ve rûhu pis kokan kimseye benzemektedir. Ona göre, gösteriş için ihlâstan uzak ibâdet eden kimsenin durumu çöplükteki yeşillik ve gübrelikteki gülün durumuna benzemektedir. Hz. Mevlânâ (ks), ‘Nasıl ki hiç kimse gübrelikteki güle ilgi duymazsa, Allah da gösterişçi kimsenin dindarlığına hiç değer vermez’20 ifâdesiyle konunun önemini dile getirmiştir.21 Riyâyı ‘Kulun Allâh’a itaat ederken kullara yaranmak istemesidir’22 şeklinde tanımlayan Hâris el-Muhasibi de Hz. Mevlânâ gibi aynı noktanın altını çizmeye çalışmıştır. Özellikle ibâdetlerde ihlâsı aramayı öngören sûfîlerin bu konudaki genel kanaatlerini ise Ali Semerkandî’nin şu ifâdelerinde görmek mümkündür: ‘Tarîkat namazı müebbettir, ömür boyudur. Onun mescidi kâlb; cemaati, lisân-ı bâtınla tevhid isimlerinin zikriyle meşgûl bulunan bâtınî kuvvetlerin ictimâsı; imâmı fuâddaki şevk; kıblesi -ki gerçek kıble budur- ‘Ahadiyyet’ ve ‘Cemâl-i Samediyye’ mertebesidir. Kâlb ve ruh dâimî olarak bu namazla meşgûldür. Çünkü kâlb uyumaz ve ölmez. Ve o uyku ile uyanıklık hâlinde ses, kıyam, rükû ve kuûd olmaksızın kâlb zikriyle meşgûldür. Hz. Peygamber’e (sav) uyarak, Allâh’a (c.c) "Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz’23 hitâbında bulunur. Beydâvî tefsirinde bu âyette, ârifin hâlinin gaybetten huzûra/hazrete intikâline işâret vardır24 denilmiştir.25  SONUÇ OLARAK Sûfîler; tanımı, onu elde yöntemleri ve ibâdetleri/kulluğu bu hissiyatla îfâ edebilme gibi konular üzerinde durarak ihlâs konusunu çok yönlü bir şekilde ele alıp değerlendirmişlerdir. Yollarını ‘bâtın ilmi’ olarak takdîm eden sûfîlerin kalpten riyâ, süm’a ve gösteriş gibi zararlı duyguları defedip bunların yerine ihlâs gibi Allah Teâlâ’nın sevgisini kazanmaya vesîle olacak bir hissiyat üzerinde çok boyutlu bir bakış açısıyla durmaları son derece anlamlıdır. Onlar ihlâsı, ihsâna giden yol üzerindeki en büyük destekçileri olarak görmüşlerdir. Yine onlar, riyâdan kurtuluş reçetesi olarak ihlâs limanını kişinin/sâlikin önüne koymuşlardır. Sûfîlerin bakış açısına göre ihlâs ile yapılan ameller nicelik/sayı bakımından az da olsa Allah Teâlâ katında çok kıymetlidir. Bu nedenle sâlik/birey kendisine uygun yol ve yöntemleri tâkip ederek kâlbini riyâ ve diğer zararlı duygulardan temizleyerek mutlaka ihlâsa büründürmelidir. Dipnotlar: [1] Ömer Şevki Efendi, Divan, Milli Ktph., Demirbaş Nu:7928, 34a; Geniş bilgi için bkz., Mehmet Sait Çalka, ‘Mardinli Ömer Şevki Efendi ve Türkçe Divanı’, Sûfî Araştırmaları Dergisi, c.I, Sayı: I, Manisa 2010,  s.58 vd. 2  Gazali, İhya, c.IV, s.379-380. 3 Beyyine 98/5. 4 ‘Kitapta, Mûsâ'yı da an. Şüphesiz o ihlasa erdirilmiş birisi idi. Bir resul, bir nebi idi.’ Meryem 19/51; ‘Biz ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.’ Yusuf 12/24. 5 Saffat 37/40, 74, 128, 160, 169; Sad 38/83. 6 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.lll, s.225; c.IV, s.80,82; İbn Mace, Menasik 76; Tirmizi, İlim7; Ebu Davud, Cenaiz 56. 7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.IV, s.369; Ebu Davud, Vitir 25. 8 Sülemi, Tabakatu’s-Sûfiyye, s. 324. 9 Zebidî, İthâfü’s-Sâde, c.XIII, s.80- 82. 10 Mehmed Zâhid Kotku, Tasavvufî Ahlak, Seha Neşriyat, İstanbul 11  Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1995, s. 543. 12 Emin Işık, ‘İhlas Suresi’, DİA, c.XXI, s.537. 13 İhlas 112/1-4. 14 Kuşeyrî, Risale, s.205. 15 Kuşeyrî, Risale, s.445. 16 Serrac, Lüm’a, s.290. 17 Süleyman Ateş, ‘İhlas’, DİA, c.XXI, s.535-536. 18 Hicr 15/39-40. 19 İsra 17/65. 20 Mevlana, Mesnevi, II, 31 (268-270). 21 Ali Akpınar ‘Mevlânâ‘nın İbadet Anlayışı/Mevlânâ‘nın İbadeti Mana ve Şekil Bütünlüğü İçerisinde Ele Alması’, Uluslararası Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyum Bildirileri II, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Şanlıurfa 2007, s.9-21; Ramazan Altıntaş, ‘Dindarlık Tipolojilerine Eleştirel Bir Yaklaşım: Mevlânâ Örneği, , Uluslararası Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyum Bildirileri II, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Şanlıurfa 2007, s.21-29. 22 Haris el-Muhasibî, Riaye, (çev. Şahin Filiz, Hülya Küçük), İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 294. 23  Fatiha 1/5. 24  Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî el-Beydâvî, Envâru't-tenzîl ve Esrâru't-te'vil, Beyrut Tarihsiz, s.31. 25 Semerkandî, Keşfü'l-Esrar, 2a. Geniş bilgi için bkz., Ramazan Muslu, ‘Ali Semerkandî'nin Keşfü'l-Esrar Adlı Eserinde Zahir-Batın İlişkisi’, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2/2000, s.167-184. Abdullah Sivaslı

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak