Ara

Ashâb-ı Kirâmın Âile Hassâsiyeti

Ashâb-ı Kirâmın Âile Hassâsiyeti

Asr-ı saâdet toplumunun en önemli hassâsiyeti âile saâdetiydi. Peygamber Efendimiz ashâbını sâdece birey olarak değil âile ortamındaki sıcaklıkla da sarmalamış, âileyi cennet yuvası kılmış, âile içi ilişkileri düzenlemiş, âilevî sorumlulukları hatırlatmış, âile gemisinin fitne ve fesat kasırgalarına inat sâhil-i selâmete ulaşmasını sağlamıştır. Âile bireylerinin birbirine sadâkatini, birbiriyle ülfetini, birbirine kol kanat germesini, her türlü sıkıntıyı birlikte aşmalarını öğütlemiştir. Bu noktada en güzel örnek de kendisi olmuştur. Hayattayken eşinin kadr u kıymetini âlî kıldığı gibi öldükten sonra da eşi Hz. Hatîce’ye olan vefâsını her fırsatta gerçekleştirmiştir. Hz. Hatîce’ye o kadar düşkündü ki; Hz. Âişe, Hz. Hatîce’yi kıskanacak konuma gelmişti. Peygamber Efendimiz vefâtından sonra Hz. Hatîce’yi hiç unutmamış, sık sık ondan söz etmiş, koyun kestiği zaman onun hanım arkadaşlarına da pay göndermiştir. Yıllar önce irtihâl eylemiş olan eşine gösterilen bu eşsiz vefâkârlık Hz. Âişe'yi bâzen kederlendirmiştir. “Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hadîce var” diye söylenmiştir. Hattâ bir gün bu konuda çok ileri gidip; "İhtiyarlıktan dolayı ağzında diş kalmamış yaşlı bir kocakarının nesini anarsın bilmem ki, Allah onun yerine sana daha gencini, daha hayırlısını vermiştir." demiştir. Peygamber Efendimiz (sav) ise bunun üzerine Hz. Hatîce'yi hiç unutmadığını, unutmayacağını ve onun yerini kimsenin dolduramayacağını şöyle dile getirmiştir: "Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken o bana îmân etti. Herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken o beni tasdîk etti. Kimse bana birşey vermezken o malını mülkünü benim emrime verdi. Üstelik Allah Teâlâ bana ondan çocuklar nasîb etti."1 Hz. Hatîce herkesin yalandığı bir dönemde Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında yer almış, Efendimiz’i anlayan ilk isim olmuş, tüm varlığını Efendimiz’in dâvâsına adamış, hayâtı boyunca Efendimizi aslâ yalnız bırakmamış, Efendimiz’in pak neslinin annesi olmuş, iffet, ahlâk ve insanlık örneği olmuş, Hatîcetü’l-Kübra adıyla kadınların gözdesi konumuna gelmiştir. Peygamber Efendimizin (sav) Hz. Hatîce’ye olan vefâsı kadar Hz. Ayşe’ye olan sadâkati de dikkat çekicidir. Hz. Ayşe’nin anlattığı olay Peygamber Efendimizin eşine karşı nezâketini göstermektedir. Bir gece Peygamber Efendimiz, yatsı namazını kıldırdıktan sonra Hz. Ayşe'nin odasında istirahate çekilir. Yatağına uzanıp yatar. Bir müddet sonra Hz. Ayşe'nin uyuduğunu zannederek yavaşça kalkar. Cübbesini giyer. Ses çıkarmamaya dikkat ederek ayakkabılarını alır. Kapıyı sessizce açar. Dışarı çıktıktan sonra yine aynı dikkatle kapıyı kapatır. Peygamber Efendimiz sevgili eşini rahatsız etmemek için gayret gösterirken, o gözünün ucuyla Peygamber Efendimizi tâkîb eder, öteki hanımlarından birinin yanına gittiğini düşünerek kıskançlık ateşiyle kavrulur. Daha fazla dayanamaz, yerinden kalkar. Dış giysilerini giyer Hz. Peygamber'in peşine takılır. Bâkî Mezarlığı'na kadar onu tâkip eder. Peygamber Efendimizin orada üç defa ellerini kaldırarak duâ ettiğini görünce, aklına gelen düşünceden dolayı utanır. Hz. Peygamber geri dönünce, o da dönüp çabucak eve gelir, kendini yatağa atıp uyuyormuş gibi yapar. Onun hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gören Peygamber Efendimiz şüphelenir. Neden böyle nefes aldığını sorunca, Hz. Ayşe, bir şey yok diye geçiştirmek ister. Fakat Peygamber Efendimiz; "Ya söylersin, yâhud her şeyden haberdâr olan Allah bana bildirir" deyince, olup biteni itirâf etmek zorunda kalır. O zaman Peygamber Efendimiz; "Yaaa, önümde gördüğüm karaltı sen miydin?" diye sorar. Hz. Ayşe mahcub bir sesle; “Evet, bendim” der. İşte o zaman Peygamber Efendimiz Hz. Ayşe'yi göğsünden iterek; “Allah ve Resûlü'nün seni aldatacağını mı sandın?" buyurur. Sonra da Cebrâil (a.s.)’ın isteği üzerine yatağından kalkıp kabristana gittiğini anlatır. Sa’d İbn Ubade’nin Eşini Kıskanması Peygamber Efendimizin (sav) eşlerine olan muhabbeti, ilgisi ve yakınlığı ashâb-ı kirâmın da âdetiydi. Onlar da Peygamber Efendimiz gibi âile şerefini her dâim üstün tutar, eşlerine karşı sevgi ve saygı sınırlarını korur, âile hayâtının huzûruna özen gösterirlerdi. Eşlerini kıskanırlar, eşlerinin mahremiyetini ve mâsumiyetini her zaman öncelikli kılarlardı. Bu hassâsiyetin bir örneğini de Sa'd İbn Ubâde’nin eşine karşı tutumunda görmekteyiz. Sa'd İbn Ubâde bir gün Peygamber Efendimizle sohbet ederken; “Karımla berâber bir erkek görürsem, hiç aman vermeden onu kılıcımın keskin ağzıyla vurur tepelerim” demişti. Bunun üzerine Resûlü Ekrem Efendimiz orada bulunan ashâb-ı kirâma şunları söyledi: "Sa'd'ın bu kıskançlığına şaşıyor musunuz? Emin olunuz ki, ben ondan daha kıskancım. Allah da şüphe yok benden fazla kıskançtır."4 Allah Teâlâ'nın kıskançlığı konusunu merâk eden ashâb-ı kirâma Peygamber Efendimiz, kullarının günah işlemesini Cenâb-ı Hakk'ın hiç mi hiç istemediğini, fuhşu ve zinâyı da bundan dolayı yasakladığını söyledi.5 Eşlerin birbirine sadâkati, evlerinin mahremiyetini korumaları, birbirini aldatmamaları, karı ve kocanın birbirine emânet oldukları hissini canlı tutmaları, iffet ve nâmuslarını her zaman temiz ve asil kılmaları, eşlerin herhangi birinin yanlış tutum içerisinde olmasına bir diğerinin fırsat ve imkân vermemesi ashâb-ı kirâmın temel hasletleriydi.6 Ashâb-ı kirâm eşleri kadar çocuklarını da Allah ve Resûlü’nün emrine tam bir teslîmiyetle yetiştirmişlerdir. Bunun en gözel örneğini genç bir sahabe kızın Cüleybîb ile evlenmesi olayında görmekteyiz. Bu olay bize Peygamber Efendimizin tavsiyesi karşısında tavrımızın ne olması gerektiğini de göstermektedir. Cüleybîb ashâb-ı kirâmın yoksul isimlerindendi. Maddî durumu iyi olmadığı gibi görünüşü bakımından da dikkat çekmeyen bir isimdi. Boyu oldukça kısa, yüzü bir hayli çirkindi. Görünüşe değer vermek bütün insanların zaafı olduğu için, o da kimseden pek iltifat görmezdi. Bu yüzden de bir türlü evlenememişti. Cüleybîb'in derdini ve değerini iyi bilen Peygamber Efendimiz, onu evlendirmek için uygun bir fırsat kolluyordu. Medîneli sahabîlerden birinin evlenme çağında bir kızı vardı. Bir gün bu zât ile başbaşa kalan Peygamber Efendimiz, ona; “Kızına tâlibim” dedi. Kızını kendisi için istediğini zanneden sahabî buna pek sevindi: “Emrin başım üstüne, Yâ Resûlallah!” diye sevincini belirtti. Peygamber Efendimiz: “Kızını kendim için değil Cüleybîb için istiyorum” buyurunca, sahabî duraladı: “O zaman annesiyle görüşmem ve onun fikrini almam lâzım” dedi. Sonra da kalktı evine gitti. İçeri girer girmez eşine: “Kızıma Resûlullah tâlip oldu” dedi. Eşi bu habere çok sevindi. Hz. Peygamberin kayınvâlidesi olmak ne büyük saâdetti. Onun bu aşırı sevincini gören sahabî: “Resûlullah Efendimiz kızını kendisi için istemiyor” diye düzeltti. Bu defa kadıncağız şaşaladı: “Öyleyse kim için istiyor?” diye merakla sordu. Kocası: “Cüleybîb için” deyince, kadın büyük bir paniğe kapıldı: “Ne! Cüleybîb'e mi? Sen ne söylüyorsun? Kızımızı kimler istedi de hiçbirine vermedik. Hz. Peygamber Cüleybîb'den başkasını bulamamış mı?” diye ileri geri söylendi. Karısının bu olumsuz tavrını gören sahabî, Resûlü Kibriya'nın yanına gidip kızlarını Cüleybîb'e veremeyeceklerini söylemek üzere ayağa kalktı. Annesiyle babasının kendisine dâir konuşmalarına kulak misâfiri olan kızları, son derece şuurlu ve uyanık bir isimdi. Onları uyarmak istercesine sordu: “Beni evlendirmeniz için aracılık yapan kimmiş?” Annesi: “Peygamber aleyhisselâm” dedi. Kızları hakkında en iyi karârı verdiklerini sanan annesiyle babasına: “Peygamber aleyhisselâm beni birine uygun görüyor da, siz buna karşı çıkıyor ve Resûlullâh'ın teklifini geri çeviriyorsunuz, öyle mi?” diye hayretle sordu. Ve sözlerini şöyle tamamladı: “Resûlullah Efendimiz beni kime uygun gördüyse, siz de uygun görün. Zîrâ o benim aleyhime olacak bir şeyi yapmaz.”7 Kızlarının bu uyarısı üzerine âdetâ uykudan uyanır gibi kendilerine gelen anne ve baba, ne büyük bir hatâdan geri döndüklerini fark ettiler. Kızlarına minnetle bakarak: “Çok doğru söyledin yavrum” dediler. Uçurumun kenarından geri dönmenin sevinciyle Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yanına koşan sahabî, olup bitenleri kısaca anlattıktan sonra: "Senin uygun gördüğün kimseyi biz de uygun görüyoruz. Kızımızı Cüleybîb ile evlendirebilirsin yâ Resûlallah.” dedi. Bu habere sevinen Resûl-i Muhterem Efendimiz, peygamber tavsiyesini herşeyin üstünde tutan o anlayışlı kıza: "Allâhım! Onun üzerine hayırlar yağdır. Kendisine sıkıntısız bir hayat nasîb et!" diye duâ etti. O günlerde bir savaş çıktı. Resûlullah Efendimiz'in bizzat iştirâk ettiği bu gazveye Cüleybîb de katıldı. Zorlu bir savaş yapıldı. Bu savaşta müslümanların önemli kayıpları oldu, savaş bittikten sonra Nebiyyi Muhterem Efendimiz: - Kayıplarınız var mı? Bir bakın!, buyurdu. Ashâb-ı kiram kimlerin şehit düştüğünü tespit etmek üzere koşuştular. Sonra dönüp gelerek: - Falan, falan, falan sahabîler şehit oldu, dediler. Peygamber Efendimiz: - Bir daha bakın, başka kaybınız var mı?? diye sordu. Sahabîler harb meydanını bir daha dolaştıktan sonra, geri kalan şehitlerin adlarını söylediler. Hz. Peygamber’in (sav) özellikle öğrenmek ve önemini diğer sahabilerine de öğretmek istediği bir şehit vardı. Ondan haber getirmelerini istiyordu. Belki de o şehit hayâtında önemsenmediği gibi ölümünden sonra da önemsenmiyordu. Fahr-i Cihan Efendimiz daha açık konuştu: - Cüleybîb'i aranızda göremiyorum. Haydi bir araştırın! buyurdu. Ashâb-ı kiram, savaş alanına bir daha koşuştular. Devirdiği yedi kâfirin arasında şehid düşen Cüleybîb'in naaşını gördüler. Koşup Hz. Peygambere durumu haber verdiler. Kâinâtın Efendisi, Fakirlerin Hâmîsi Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hemen oraya geldi. Kolları âdetâ budanmış olan şehid Cüleybîb'i mübârek kollarına aldı: - "Yedi kişi öldürmüş. Sonra da onu şehid etmişler. Bu gördüğünüz zât bendendir; ben de ondanım." buyurdu. Cüleybîb için bir kabir kazdılar. Resûl-i Kibriya onu mübârek elleriyle kabrine koydu. İşte o gün herkes Cüleybîb'in Allah ve Resûlü katında ne kadar ehemmiyetli bir kimse olduğunu anladılar. Dul kalan karısıyla evlenmek ve böylece Cüleybîb'in hayır ve bereketlerinden hissedâr olmak için birbiriyle yarıştılar. Rivâyet edildiğine göre, o güne kadar dul kalan hiçbir kadının bu kadar çok tâlibi olmamıştır.8 Özetle ashâb-ı kiram sâdece birey olarak değil âile ve toplum fertleri olarak da saygın kişiliğe sâhipti. Allah ve Resûlü’nün emrini herşeyin önünde tutarlardı. Ashabdan genç bir kızın aldığı terbiyeyle Allâh’ın sûretlerimize değil kalbimize ve amellerimize baktığını bilen bir isim olduğu, büyüklerini hayrete düşürecek basîrete sâhip olduğu görülmektedir. Âile hayâtımız nefsâniyet, bencillik, ihtiras ve egomuzun tatminini değil âile şerefinin korunmasını, dayanışma rûhunun canlanmasını, iffet ve nâmusumuza sâhip çıkılmasını gerekli kılmaktadır. Vefâkarlık, sadâkat, hamiyet, muhabbet, nezâket, saygı ve hürmet; yuvalarımızın sımsıcacık olmasını, yavrularımızın selâmette kalmasını, âile bereketinin artmasını sağlayacaktır.

Prof. Dr. Kadir Özköse

Dipnotlar: Müsned, VI, 117118. 2 M. Yaşar Kandemir, “Allah’ın Resûlü’ne Sığınırım”, Altınoluk, Şubat 1994, Sayı: 96, s. 24. 3 M. Yaşar Kandemir, İki Cihan Güneşi, Erkam Yayınları, İstanbul 2008, s. 134-135. 4 Buharî, Nikah 107. 5 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 326 6 Kandemir, İki Cihan Güneşi, s. 132. 7 Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 136; IV, 425. 8 Müslim, Fezailü's-sahabe, 191.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak