Ara

15 Temmuz: Bir Milletin Kıyâmı

15 Temmuz: Bir Milletin Kıyâmı

Müslüman olduğu günden beri omuzlarına ağır bir sorumluluk almış olan Türk Milleti, târih boyunca birçok zorlu imtihanlarla karşı karşıya kalmıştır. Varoluşunu âdetâ din, vatan ve mukaddesâtın korunması yoluna adamış bir millet olarak, zaferden zafere koşmuştur. Yapılan fetihlerdeki en birincil amaç olarak Allâh’ın rızâsını kazanmayı hedefleyen bu millet, din, vatan, nâmus vb. değerlerin korunması mevzubahis olduğunda destan yazmayı son derece iyi bilmiştir. Her zaman hür yaşamış ve hürriyet uğruna her türlü fedâkârlığı yapmaktan hiç çekinmemiştir. Aç ve susuz kalmayı göze almış, fakirliğe razı olmuş ama vatansız kalmayı asla kabullenmemiş bu şanlı milletin son yazdığı destânın târihi ise 15 Temmuz 2016’dır.

Türkiye yakın târihinde hiç yaşamadığı karanlıkta bir geceyi aydınlığa kavuşturabilmenin kutlu mücâdelesini vermiştir. Özelde Türkiye’nin, genelde ise İslâm’ın varlığına tahammül edemeyen şer odakları, kendilerinin oluşturduğu kuklaları aracılığıyla darbe girişiminde bulunmuş ve bu aziz milletin varlığına kasdetmişlerdir. Darbeciler, hiçbir hak ve hukuk gözetmeksizin en acımasız bir tarzda mâsum halkın canını, malını, özgürlüğünü ve geleceğini hiçe sayarak kendi kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Milletin kendi uçağını, tankını ve silâhını millete doğrultacak kadar cânîleşen bu şebeke, târihine kara bir leke olarak geçmiştir. Her şeyin kendi planladıkları gibi gideceğini zanneden, hesapların üstünde bir hesâbın olacağına ihtimâl vermeyen bu sefih kukla takımı, Allâh’ın hesâbı karşısında hezîmete uğramıştır. Millete “kıyım” yapmaya kalkışan darbeciler, milletin “kıyâmıyla” karşı karşıya kalmışlardır.

15 Temmuz gecesi bir kez daha göstermiştir ki Müslümanlıkla yoğrulmuş bu vatan, üzerinde daha nice îman neferleri yetiştirmeye devâm etmektedir. Malazgirt’te, Kosova’da, İstanbul’un Fethinde ve Çanakkale’de var olan o ruh, nesiller sonra kendini aynı şuurla yeniden ortaya çıkartmıştır. Her an şehâdet aşkıyla dolu gönüller, kendilerine ihtiyaç duyulduğunda şahlanıp mukaddesâtına sâhip çıkmıştır. ‘Ölürsem şehit kalırsam gâzi’ inancıyla darbeci cuntacıların mermilerine, tanklarına hattâ uçaklarına karşı kendi vücutlarını siper etmişlerdir. Başka hiçbir sistem ve ideolojide var olması mümkün olmayan şehâdet aşkı, îmanlı yüreklere İslâm’ın nakşettiği ulvî bir duygudur. Şehit olma arzusuyla dopdolu olan, Allâh’ın yardımını dâimâ yanında hisseden bir müslümanın karşısında kim durabilir? Çünkü Müslüman, Rabbisinin şu müjdelerini iliklerine kadar özümsemiştir: “Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz”.1 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allâh’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.”2 İşte bu şuurla abdestini alıp ‘ben şehit olmaya gidiyorum’ deyip evinden çıkan bu aziz millet 15 Temmuz gecesi ikinci bir Çanakkale’yi yaşamıştır. Ecdâdı, Çanakkale’yi nasıl geçilmez kıldıysa ondan bir asır sonra gelen torunları da İstanbul Boğazı’nı geçilmez kılmıştır düşmana. Sâdece İstanbul’da değil yurdun her tarafında gerek sıcak çatışmaya girerek, gerekse de sabahlara kadar meydanlarda günlerce vatan nöbeti tutarak dosta güven düşmana kâbus olmayı başarmıştır. Renk, ırk, dünyâ görüşü ve siyâsî görüş farklılıklarını bir kenara iterek, vatan müdafaasında tek vücut olarak iç ve dış düşmanların emellerini boşa çıkarmıştır. Bir ve berâber olunca sıkıntıların üstesinden nasıl gelinebileceğinin en güzel örneğini sergilemiştir bu millet. 15 Temmuz darbe girişimine tepki olarak oluşmuş bu birlik, berâberlik ve kıyâmı dâim kılmaya çalışmak hepimizin vazîfesi olmalıdır. 

FETÖ Üzerinden Tasavvuf Kurumlarını Zedelemek Bir Başka Darbe Girişimidir

Fetullahçı Terör Örgütü kendisini her ne kadar İslâmî bir cemaatmiş gibi tanıtmaya çalışmış olsa da faaliyetlerine bakıldığı zaman İslâm’ı sâdece kirli emellerini gizlemek için bir örtü gibi kullandıkları ortaya çıkmaktadır. İslâm’ın literatürünü kullanıyor olmak hiçbir oluşumu İslâm’ın bir parçası yapmamaktadır. Zekât, sadaka, himmet gibi İslâmî kavramların içi boşaltılmış ve örgütün kirli faaliyetleri istikametinde kullanılmaktan çekinilmemiştir. FETÖ daha yıllar öncesinden ‘Dinler Arası Diyalog’, ‘Ilımlı İslâm’ gibi fikirlerle, İslâm’ın akîdesini hedef almış, İslâm’ı tahrif faaliyetlerinde Hristiyanlara yardımcı olmaya çalışmış karanlık bir örgüttür. İslâm’ın en temel cümlesi olan Kelime-i Tevhid’den ‘Muhammedün Rasûlullâh’ kısmını çıkartma mücâdelesine girdikleri, Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından sık sık ifâde edilmiştir. Bu ve buna benzer tahrîfatları bir bütün olarak ele aldığımızda FETÖ cemaatini İslâmî bir cemaat olarak ele almamız târihî bir hatâ olacaktır. Hal böyleyken bazı İslâm düşmanı kesimlerin FETÖ üzerinden İslâm’a ve onun sahih oluşumlarına bir saldırı başlatmış olmaları dikkati câliptir. Vatan savunması esnâsında karanlık deliklerinde sinsice saklanan İslâm karşıtı gruplar, tehlike geçtikten sonra çukurlarından çıkıp vatanı kurtardık edebiyatı yaparken sahih tarîkat, cemaat ve sivil toplum kuruluşlarına fütursuzca saldırıda bulunmaları bir başka darbe girişimi olsa gerektir. Amaçları sâlih insan yetiştirmek olan tarîkatları ve tarîkat büyüklerini hedefe almak demek Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’sini, Fatih’in Akşemseddin’ini, Yıldırım Beyazıt’ın Emir Sultan’ını, I. Ahmet’in Aziz Mahmud Hüdai’sini hedef almak demektir. Hiçbir fetih siyâsette, ilimde ve irfanda öncü şahsiyetler olmadan gerçekleştirilemez. Fethedilen yerlerin müslümanlaşmasında, müslüman kalmasında, ihyâ ve inşâ faaliyetlerinde tasavvuf büyüklerinin katkısı son derece büyüktür. Aksini iddia etmek târihi inkâr etmek demektir. Darbeyle, hîleyle, tuzakla diz çöktüremedikleri Türkiye’ye, onu çağlar ötesine taşıyacak liderleri yetiştiren kurumları itibarsızlaştırmakla diz çöktürmeye çalışmaktadırlar. Silahlı kuklalarıyla alamadıkları sonucu, meydanlardaki îman erlerini yetiştiren mekanizmaların kökünü kazımakla almak istemektedirler. Görünen o ki Haçlı ve Siyonist ittifak şekil ve taktik değiştirerek İslâm’ın nurunu söndürmek için gelmeye devâm edeceklerdir. İslâm Ümmetinin son umûdu ve son kalesi olan Türkiye’yi ayakta tutmak için bizim içeride, hiç olmadığımız kadar kenetlenmeye ihtiyacımız vardır. İçinde yaşadığımız vatanımız bir gemidir. Gemi batarsa hep berâber yok olmamız kaçınılmaz bir sondur. 

Hakk’ın Karşısında Bâtıl Yok Olmaya Mahkûmdur

İnsanlığı tehdit eden sayısız fitneler vardır. Bu fitnelerin en tehlikeli olanlarından birisi de hiç şüphesiz insanları Allah (cc) ile aldatmaktır. Haktan tarafmış gibi gözüküp bâtıla köle olanlar târih boyunca müslüman devletlere karşı bir Truva atı görevi üstlenmişlerdir. Hak ile bâtılın mücâdelesi insanlık târihi kadar eskidir. Dün olduğu gibi bugün de, devrin firavunları sâhip oldukları güçle ilahlık taslamaya kalkışmaktadırlar. Hamdolsun her firavunun bir Mûsâ’sı olduğu gibi bu çağın firavununa karşı başkaldırmış bir Mûsâ da mevcuttur. Ancak Mûsâ’yı sevmek tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda Mûsâ’nın safında yer almak ve onunla kıyâma kalkmak elzemdir. 15 Temmuz gecesi Mûsâ ve Mûsâ’nın yanında olanlarla firavunun mankurtları arasında bir savaş yaşanmıştır. Her zaman mazlumların yanında yer alan, kimsesizlerin kimsesi olmaya çalışan Mûsâ, o gece Hak tarafından da yalnız bırakılmamış, bâtılın suratına inen bir tokat olmuştur. Hakkın hâkim olmasında rol alabilmek dünyâ ve âhiret saadetine götüren en kestirme yollardandır. “De ki: "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdur”3 

Sonuç Olarak 

15 Temmuz gecesi, bu aziz milletin küffâra karşı bir kıyam gecesi olmuştur. FETÖ’nün ve efendilerinin hevesleri bir kez daha kursaklarında kalmıştır. Devletimize karşı darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kendi uydurdukları ‘din’le, Türkiye’yi aynı zamanda mânen işgâl etme girişiminde de bulunmuşlardır. Bu girişim her ne kadar amacına ulaşamamışsa da, yine de İslâm bu bâtıl hareketten ister istemez zarar görmüştür. Ancak şu muhakkak ki kâfirler istemese de Allah (cc) nûrunu tamamlayacaktır. Bize düşen, İslâm akâidi başta olmak üzere İslâm’ın tüm alanlarını sahih kaynaklardan öğrenmeye gayret etmektir. FÖTÖ’yü bahane ederek sahih tasavvuf kurumlarını ve vatansever STK’ları hedef alan zihniyete pirim vermemek gerekir. Şunu da ifâde etmemiz gerekir ki tasavvuf kurumları ve STK’lar da ‘devlete adam yerleştirme’ yarışından ziyâde ‘devlete adam yetiştirme’ çalışmaları içerisinde olmalıdırlar. Çünkü şu an liyâkat sâhibi insanlara son derece ihtiyâcımız vardır. İşi ehline verebilmek için ehil insanları yetiştirmemiz son derece gereklidir. 15 Temmuz gecesi kıyâma kalkan bu milletin ortaya koyduğu şuuru, gönlümüzde ve zihnimizde dâimâ canlı tutmamız hem kendimiz hem de gelecek nesiller için en önemli kazanımlarımızdan olacaktır. Târih kitapları şanlı milletin bu şanlı kıyâmını bir kez daha kaydedecektir. Allah (cc) vatanımıza ve milletimize daha başka 15 Temmuzlar yaşatmasın. (Âmîn)

Dipnotlar:

1 Bakara, 2/154.

2 Âli İmran, 3/169-170.

3 İsra, 17/81.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak